Birden yediye pencereler

“Bilmüşahade görüyoruz ki bütün eşya, hususan zihayat olanların pek çok muhtelif hacatı, ve pek çok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları o hacetleri ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib ve layık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksutların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz.”

Bir pencere ama muhtelif hacatı, mütenevvi metalib. Hacat ve metalib sonsuz.

İkinci pencere daha geniş bir pencere. “Eşya vücut ve teşehhusatlarında…“ Vücut ve teşehhusat ne demek? Teşahhusat her canlıya bir şahsiyet veriyor, her canlının her bir ferdine de bir şahsiyet veriyor. Bir nokta kadar sineğin ayakları var, tehlikeyi seziyor, ona göre davranıyor, hem fizyolojik hem biyolojik hem de zoolojik bir şahsiyet.

Şimdi teşahhusu anlatıyor: “Nihayetsiz imkanat yolları içinde, mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken birden bire gayet muntazam, hakimane öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki…“

Bunu bir biyolog izah etsin, ninayetsiz imkanat yolları, mütereddid yani ne olacağı belli değil, kendinin vereceği bir karar da değil. Mütehayyir ne demek? Buna bir karşılık bulsak şaşkın diyeceğiz ama şaşkın bu kelimeden doğmamış. Türkçe’deki karşılığı, yaratılışı hangi kelimelerle izah ediyor? Teşahhus edebiyat biliminde karekteroloji anlamına geliyor, yani her sıradan canlının bile başkalarından ayrılan karakter özellikleri var. Nereye kadar din? Ama veriler hepsi ilimden, nereden sonra ilim. İlim-din imtizacı nasıl?

Bediüzzaman’da küçük yok. İlk pencereler küçük gibi ama muhitleri çok geniş. ”Zeminin yüzünde dört yüz bin taifeden ibaret olan (şimdi bir milyon) bütün hayvanat ve nebatat envaının ordusu, bilmüşahade, ayrı ayrı erzakları, suretleri, silahları, libasları, talimatları, terhisatları, kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey unutulmayarak hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki, hiçbir şüphe kabul etmez güneş gibi parlak bir sikkei vahid-i ehaddir.“

Pencerenin içinde altı pencere, altı pencere sonsuz pencereler, bir bina altı pencereli, her pencerede sayısız canlıların pencereleri, bu pencerelerin sonu gelmez. Pencereler dini bahis mi hayır. İlimden hareketle taifeleri anlatıyor. Canlı taifeleri, ilim ile iç içe, bahislerin sonunda bahis Allah’a döner.

Dördüncü pencere dua penceresidir. Duanın biri ihtiyac-ı fitri, yani bir hayvanın vücudunun gerektirdiği ihtiyaç için dua. Yani beden öyle yaratılmış ki onun fiziği fizyolojik bir dua. Dua da istidad lisaniyle. Bütün tohumlar içindeki program ne olması gerektiğine göre kurgulanmışsa ona göre mesela buğday ise buğday, erik ise erik oluyor. Volter de mezun olan bir tıp öğrencisine “toprağa atılan tohumların her birinin nasıl farklı şekilde ortaya çıktığını anlayamazsın. Bu yüzden nerede durman gerekiyorsa halkın karşısında orda dur” der.

Bir dua çeşidi de ıstırar duasıdır. Ne demek ıstırar duası? Zorda, darda kalan her varlık kati bir iltica ile ister. Susuz kalan toprak, aç kalan yavru, hasta olan insan. O zorluk bir dua olup ona ihtiyacı koşturulur. Bütün bu dua şekillerini gören ve onlara göre karşılık veren Allah’tır. O Halık-ı Rahim, Kerim ve özellikle Mucibdir yani icabet eden, cevap veren. O hali görecek, merhamet edecek ona göre ikram edecek. Uçsuz bucaksız bir dua dünyası.

Beşinci pencerede eşya ve canlıların aniden meydana gelmesini söz konusu eder.

“Sanat ihtimam ister, halbuki ansızın vücuda gelen şeyler itinasız olacakken, çok meharete muhtaç bir hüsn-i sanat.” Yani çok ani oluyor ama çok sanatlı. Nasıl dikkat etmiş bu canlılara. “Çok meharete muhtaç ihtimamkarane nakışlarla münakkaş.” Meharet, ihtimam, nakış, münakkaş hep sanat kelimeleri.

Bediüzzaman yıkılan Osmanlının dilini koruyor, aynı zamanda dil felsefesi yapıyor, kültürü koruyor, çünkü bunlar kadim kültürün kalıpları. Hem konuşma dilini zenginleştiriyor. Ama bunu anlatamazsın. Onun yaptıklarını anlamak için ileri düzeyde dilci ve kültür adamı olmak lazım gelir, kimsenin böyle bir derdi yok ki. Çünkü dil millet demektir, dili yıkıp milleti yıkmış adamlar. Biri de dili koruyor, ta ki milleti korusun.

“Çok alata muhtaç acip sanatlarla müzeyyen.” Bu da yine sanat dili. Büyük bir sanat felsefecisi konuşan şahıs. Acip, sanat, müzeyyen, üçü de vazgeçilmez sanat kelimeleri. Bediüzzaman bu üç kelimeyi çok kullanır ve sever. Uluhiyet ve rububiyetin en çok sergilendiği fiiller. Harika sanat ve güzel heyet, kelimeler bir sanat okulu, bir pencere, sanatçı gibi bakıyor, sanatçı çünkü. Böyle bir dil kullanan yazarımız ne mazide var ne halde. Türkçüler gelsinler bir dil nasıl korunur görsünler. Heyhat onlara da bize de. Dört yıl edebiyat okuyan öğrenci dil öğrenmez, git de bak, hocalar da öğretmez. Git de bak, Bediüzzaman bir edebiyat, din, hukuk, sanat ve ilim mektebi kurmuş. Üyeleri, bakalım mı bunlara yoksa bakmayalım mı, hala karar veremediler yıllar geçti aradan. Bakalım desen bir alem, bakmayalım dersen şaşırdı kalem.

Altıncı pencere semavat genişliğinde. Semavat penceresi, semada cereyan eden fiilleri anlatıyor. Bediüzzaman rububiyetin vakanüvisti. İşarat’ül icaz’da bu ayeti şerheder. Münaccat da şerheder. Burada da şerheder, hiç ondan vazgeçemez. Ayet’ül Kübra yine semavatla başlar. Başlar da başlar. “Nereye baksam dopdolusun seni nere koyam benden içeri” diyen Yunus gibi Bediüzzaman hep başı yukarda, semavi saltanatı seyreder, yazar ha yazar, anlayan anlar.

“Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” diyor Necip Fazıl.

Bediüzzaman ise semavat ile arkadaş;

“Kah çıkarım göklere ben seyrederim alemi
Kah inerim yerlere ben seyreden alem beni” der.

Aşıkların kalbinde, Bediüzzaman‘ın kalp ve aklında, özellikle gözünde semavat sineması.

Semavatta “gayet büyük neticeler için, gayet muntazam hareketler.” Bir astronomi cümlesi. Onu bilmeyen böyle bir şumüllü cümle nasıl kursun? Zeminde ”gayet büyük maslahatlar için mevsimlerdeki gibi gayet muntazam tahavvülatlar.” Ne kadar cami, içi dolu bir cümle. Büyük maslahatlar, muntazam tahavvülatlar. Dört mevsimde meydana gelen değişimler ve mashalatlar, faydalar. Bu da coğrafya cümlesi.

Sonra denizde, karada “kemal-i rahmetle rızıkları verilen, kemal-i hikmetle muhtelif şekiller giydirilen, kemal-i rububiyetle her türlü duygularla techiz edilen bütün hayvanat.” Üçünde de kemal sıfatını kullanmış. Eksiksiz, kemal, kemal ve yine kemal. Rahmet, hikmet, rububiyet. Bu üç kemale neler söylenmez ki? Canlıların giydikleri ceset elbiseleri bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir kullanışta ve biçimde. Nasıl dikkat etmiş. Sonra herkese layık rızkı vermek kemal-i rahmet, sonra en zor olan duygularla techiz etmek. Bir sokak köpeğim vardı. Bir yıl sonra Isparta’ya geldim beni görünce yerlere yattı, süründü. Muhabbet nasıl bir şey, o hayvanın ruhuna nasıl nakşetmiş, sevgi nasıl kainatın sebebi vücudu, onun samimiyetine ağladım.

Yeni bir seyir cümlesi. “Sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri.“

Bediüzzaman’ın estetik seyirleri hiç tükenmez. Sonra “bütün otlarda ve ağaçlardaki  bütün yaprakların türlü türlü eşkal-i muntazamaları ve ayrı ayrı vaziyetleri, cezbekarane mevzun hareketleri.” Çiçeğin musikisini okumuş. Ne kadar ritmik bir kelime cezbekarane mevzun hareket. Şimdi sıra geldi “ecsam-ı namiye” büyüyen cisimlere. “Nasıl bütün eczam-ı namiyede büyümek zamanında muntazam hareketleri ve türlü türlü alatla teçhizleri ve çeşit çeşit meyvelerle şuurkarane teveccühleri…” Meyve bize yüzünü bilerek dönüyor. Nasıl ifade etmiş bu duruşu, üdeba tabiatı konuşturuyor Bediüzzaman.

İhata-i kudretini
Şumül-i hikmetini
Cemal-i sanatını
Kemal-i rububiyetini.

Bunları anla, düşün, sonu gelmez mütalaalar, bakış tefekkürleri.

Kemal-i rahmet, kemal-i intizam, kemal-i rububiyet. Bunlar üzerinde düşünmeyi teemmül olarak değerlendiriyor.

Sıra kalplerde. “Bütün kalplere insan iseher nevi ulum ve hakikatları bildiren, hayvan ise her nevi hacatlarının tedarikini öğreten ilhamat-ı gaybiye.“

Sora gözler de. Nasıl estetik bir kuruluş bak. Gözlere kainat bostanındaki manevi çiçekleri toplayan şuaat-ı ayniye gibi zahiri ve batıni bütün duyguların ayrı ayrı alemlere, herbiri birer anahtar olmaları…

Yine o Fatır-ı Alim, alim yaratıcı
Sani-i Hakim, hikmetle sanatlı yaratan
Halık-ı Rahim, merhametle halkeden
Rezzak-ı Kerim, ikram eden. Rezzak, rızkını ona ikram ediyor inceliğe bak.

Yedinci pencereye geldik… Bir sonraki yazıda...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.