Fatma Mebrure ŞENLER

Fatma Mebrure ŞENLER

Tüketme adabı

Modern kapitalist anlayışa göre, zenginlik ile mutluluk arasındaki münasebet doğru orantılıdır. Her şey maddede arayan ve mutluluğu ele geçirmede, sınırsız tüketimi gaye olarak gören modern insan, bu süreçte hem kendi içi huzurunu kaybetmiş, hem de yeryüzünün yaşana bilirliğini kısıtlayan çevre problemlerine yol açmıştır.

Kapitalist sürecin son formu olan modernizm ile birlikte kişilerin, sekülerliği içselleştirdiği, modern bir yapıya bürünerek tüketim kalıplarını bu yönde değiştirdikleri, bu hızlı değişime aynı oranla uyan insanların modern yaşamla beraber neleri kaybedip, neleri kazandıklarını göz ardı edilmektedir. Kişilerin tüketim kalıplarının değişmesi ve modern yapıya bürünmesi, tüketim çılgınlığına neden olmuştur. Önceleri insanlar, yaşamaları için gerekli ihtiyaçları giderirken, modernleşme süreci ile modernizmin getirisi olan her şeyi olmazsa olmaz, şeklinde tüketmeye başladılar. Bu ise önlenemez bir tüketim çılgınlığını doğurmuştur. Reklamlar bireyleri tüketim canavarı olmayı güdüleyerek, “Şimdi satın al, sonra öde” formülünü üretmesi ile gönüllü tüketim kölesi haline getirdi. Modern kapitalist anlayışına göre zenginlik ile mutluluk arasındaki münasebet doğru orantılıdır. Her şeyi maddede arayan ve mutluluğu ele geçirmede, sınırsız üretim ve tüketimi gaye olarak gören modern insan, bu süreçte hem kendi iç huzurunu kaybetmiş hem de yeryüzünün yaşana bilirliğini kısıtlayan çevre problemlerine yol açmıştır. Dünya Doğal Hayat Fonu, dünyada tüketiminin aynı hızla sürmesi halinde 2050 yılında yaşamak için iki gezegene daha ihtiyaç duyulacağı uyarısında bulunmuştur.

Değişen Alışveriş Tarzımız

Giderek artmakta olan yerli ve yabancı süpermarket ve hiper marketler, market zincirleri, toplu satın alma avantajını kullanarak gıdadan-giyime ve hatta beyaz eşyaya kadar geniş bir yelpazede satış yaptıkları için, başta bakkallar ve gıda toptancıları olmak üzere küçük esnafa büyük bir darbe vurmaktadır. Şehir hayatından her gün pek çok satıcıya uğruyor, çeşitli mağazaları, alışveriş merkezlerini ziyaret ediyoruz. Alışverişte tanıdık yerleri tercih etmemiz, güvendiğimiz kişilerden satın almamız, öncellikle mahallenin bakkalına, manavına, dükkanına uğramamız geleneksel bir özelliğimizdir. Geleneksel alışverişin en önemli yanı bireylerin kişisel etkileşim, diyalog ve insani ilişkiler çerçevesinde hareket etmesidir.   Alışveriş sadece satın almak değil aynı zamanda bir ilişki kurulması, etkileşim ve diyalogdur. Tanıdık bir çehre ile yüz yüze gelinmesi, “Merhaba” denilmesi ”Buyur” denilmesi, çay, kahve içilmesi, kısa bir sohbet yapılması, sonunda satın alınması ve teşekkür edilerek veda edilmesi…

Şimdi ise büyük AVM de her türlü malın yüzlerce reyonda müşteriye sunulduğu marketlerde binlerce insan, reyondan reyona dolaşıyor. Mallar hakkında bir şey sormanız mümkün değil, ne sizinle ilgilenen, buyur eden, çay, kahve ısmarlayan, ne de mallar hakkında bilgi veren biri var. İhtiyacınız olan veya olmayan birçok şeyi dolduruyorsunuz. Eğer çocuklarınızla alışveriş ediyorsanız işiniz daha da zor; akşam televizyonda reklamını izledikleri malları nasıl raflardan alıp, sepete doldurduklarını seyretmeniz kalıyor. Sepetinizle kasalardan birinin önünde sıraya giriyor, sıranız gelince görevli sizin yüzünüze hiç bakmadan malların barkotlarını ekrana tutuyor. Ona kredi kartınızı veya paranızı uzatıyorsunuz. Böylece alışveriş yapmış oluyorsunuz! Fiyatlar standart, pazarlık yapmadan, ne ise almak zorundasınız. Hipermarketlerin en yıkıcı etkisi, yerleşmiş alışveriş ilişkilerini yok etmesi ve onun yerine ruhsuz, mekanik ve sıkıcı bir alışveriş kültürünü getirmiş olmasıdır.

Müslümanların Tüketim Alışkanlıkları Ne Yönde Değişiyor?

İslami düşünceye göre insanın ancak yaşayabileceği kadar tüketmesi, kazancını insanlara faydalı olmak için harcaması gerekir. Bir Müslüman’ın zenginliği arttığı için daha fazla satın alması, tüketmesi diye bir şey olamaz. Fakat son yıllarda Müslümanların tüketim kalıpları, kıyafet tarzları, yeme-içme kültürleri, davranış tarzları ve hobileri belirgin bir değişikliğe uğramıştır. Daha önce ihtiyacı kadar tüketen Müslüman kesim modern yaşama hızlıca adapte olmuş ve tüketim çılgınlığı furyasına katılmıştır. Düne kadar her işte Allah rızasını gözeten yaptıkları her eylemi ona göre ayarlayan Müslüman kesim, şimdilerde İslami ölçüleri modern hayata uydurma çabasına girmiş gözüküyor. Hızla globalleşen dünya düzeni içinde pay almak isteyen Müslümanlar, fikren karşı oldukları kapitalist felsefeyi içselleştirip, onlardan daha da katı bir şekilde uyguluyor görüntüsü vermektedir. Modern hayatın gereklilikleri ile dinin emirleri arasında bocalayan Müslüman kesim iki   razı etmek için uğraşmaktadır. İki zıt kutbu bir arada tutmaya çalışmak mümkün olmayacağından bir tarafa kayıp, orada daimi olmak kaçınılmazdır.

Tüketim Çılgınlığının Aile ve Ülke Yapısına Etkisi

Tüketim çılgınlığının hızla artması ülke ve aile ekonomisini derinden etkilemektedir. Bu durumda tasarrufun benimsenmesi ve yaşatılması gerekir. Kültürümüzde tasarruf önemli bir değerdir. Fakat günümüzde bu değerin giderek sarsıldığını gözlemlemekteyiz. Niçin? Çünkü tüketim toplumunda yaşıyoruz. Fakat tüketim toplumunun düzenini kabul etmek zorunda değiliz. Kendi kendimize yeterli bir düzen kuramaz mıyız? Tüketim toplumu pek çok sakıncaları beraberinde getirmiştir. Çevre kirlenmesi aşırı boyutlara ulaşmıştır. Sınırlı hammadde kaynakları giderek azalmıştır, insanlar geleceklerini düşünemez olmuşlardır. İktidarların da bu değere sadık kalarak kamu kesiminde tasarruf değerini gerçekleştirmeleri gerekir. Enerji tasarrufu yapan, su, elektrik, doğal kaynakları rasyonel kullanan bir hükümet ekonomik yapısını oturtmuş demektir. Büyük devletlerde tüketim toplumunun zararlarından etkilendikleri için; zamandan, insandan, mallardan tasarruf etmeye başlamışlardır. Böylece refah ve mutluluğu daha etkin olarak sağlamaya çalışmaktadır.

Tüketim, devlet hazinelerini borçlandırdığı gibi aile bütçelerini de borçlandırmaktadır. Rastgele tüketim yapılan evlerde gelir ne kadar çok olursa olsun, yapılan tüketime yetmemekte kredi kartı tuzaklarına düşülmektedir. Gelire göre bütçe yapmayan rastgele alışveriş yapan aile bütçelerinin açık vermesi kaçınılmazdır. Aile de devletin küçültülmüş bir çekirdeğidir. Nasıl devlet bütçesi yapılıyorsa aynı şekilde her aile kendine aylık bütçe hazırlamalı ve bu bütçe dışına çıkmamalıdır. Rastgele tüketim yapılmadığı, tasarruflu yaşayan ailelerin gelirleri az da olsa, rahatlıkla geçindikleri hatta yatırım yaptıkları gözlemlenmektedir. Geliri yüksek ve paralelinde tüketimi de yüksek olan ailelerde ciddi geçim sıkıntısı çekilmektedir. O halde devletler ve aileler tüketimlerini dengelemek zorundadırlar. Bu durumda bizim; İsrafı azaltacak, ihracatı artırıp, ithalatı kısacak, tüketimi elden geldiği kadar tasarruflu yapacak önlemler alınarak, üretim toplumu haline gelmemiz gerekmektedir. Bunun için yeni yatırımların gerçekleşmesine, tasarruf verimliliği artıracak yapısal tedbirlere acil ihtiyaç vardır,

Tüketim Adabı

İnsanlığın bu tüketim çılgınlığına bağlı hayat tarzından kurtulabilmesi için, köklü bir zihniyet değiştirmesi gerekir. İnsanın hayatının bir manası olduğuna,” dünya nimetinin” herkese ait olduğuna ve adilce paylaşılması gerektiğine, yeryüzü kaynaklarının herkese fazlaca yetebileceğine inanılırsa, sınırsız üretim ve tüketime endeksli cismani hayat tarzından kurtulma yolunda bir fırsat ortaya çıkabilir. Tüketiminde bir adabı vardır. Bu noktada insanın, “Bana ne kadar yeter” sorusunu sorması gerekir. Bu soru ile birçok gereksiz isteklerimizden vazgeçip, ihtiyacımızdan fazlasını çevremizdeki fakirlere dağıtabiliriz. İslamiyet’te zengin olmanın hedefi daha çok infak etmek, fakirlere yardım etmektir. Bir kişi kazandığı şeyler hakkında “Bu mal bana emanettir, fakirin hakkı içindedir” diye düşünülmelidir. İnsanın ölmeyecek kadar yemesi farz, doyduktan sonra yemesi haramdır. Komşumuz aç iken, biz onların seviyesinden yüksek bir seviyede yaşayamayız.

Kapitalist sistemde devamlı kar maksimizasyonu yükseltmek vardır, ancak Osmanlı toplumunda böyle bir olay yoktu. O günkü rızkını çıkaran esnaf  ”Ben siftahımı yaptım, öbür komşuya git, ondan alışveriş yap, o da siftahını yapsın” demekteydi. Yıkıcı rekabet yerine dayanışma vardı. Bu ancak kapitalist sistemin öğretilerini kafamızdan atıp, alışveriş kültürümüz dahil tüm yaşantımızda insani ölçüleri esas almak ile olur. Küresel medyanın, Hollywood kültürünü model olarak sunması ve bu yaşam tarzını cazip algılatıp, tüketim ahlakına tesir etmesi, küresel tüketim kültürünü oluşturmuştur. Böylece popüler kültür, bütün kültürleri yok edecek, dünya tek kültürlü olacaktır. Yeri gelmişken tüketimin büyük bir silah olduğu unutulmamalıdır. Ey tüketim sen nelere kadirsin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum