Tevazu iddiasızlıktır

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(36)

Tevazu iddiasızlıktır. Yani mütevazı olmak için “ben buyum ya da şu olacağım” diye kendine bir hedef göstermemektir. Tevazu insanın aslında ne ise o olmasıdır; olduğunun dışında bir düşünceye kapılmamasıdır.

Konuya girmeden önce iddianın anlamı üzerinde az da olsa durmada yarar var. Okyanus Ansiklopedik Sözlük’te iddia “Israrla ileri sürülen, ortaya atılarak savunulan düşünce” olursa, iddia etmek de “ Bir davaya kalkışmak, haksız ve temelsiz olarak bir istek veya çalım ileri sürmek” anlamına gelmektedir. Burada kendinde olan ve ısrarla ileri sürülen bir düşünce ve istekten söz edilmektedir. Ayrıca haksız yere bir şeyin savunulması söz konusu. İddiasızlıksa haklı ya da haksız bir direnmeden uzaklıktır.

İnsan nedir ya da onun gerçekten sahip olduğu nesi var ki?  Zengin bir donanımı var ama salkımları olan ve ancak “bendendir” diyemeyen “siyah kuru çubuk” misali gibidir. Kaldı ki insan, çoğunlukla bunca güzellikleri kendi kibri içinde bir anda değersizleştiren bakış açısıyla başkasına ait malı gasp etmektedir. Sözde sahip olduğu kendi zenginlikleri için ne yapmış ki! “Benimdir” diye övüneceği nesi olmuş ki! Bir oluşumda yüz sebepten kendi hissesine düşen yalnızca biridir; o da o şeyi istemek. Bir an ötesi için bir garanti verebilir mi? Böyle olunca hangi iddiada bulunabilir insan? Hangi haklı övünmenin içinde olabilir? Bu haliyle kime çaka satabilir?

Yok, insana düşen yalnızca şükürdür, tevazudur ve etrafında olup bitene hikmetle bakmaktır.

İnsan bu halde iken çok yüksek bir değer ve bir hal olan mütevazı olduğunu nasıl iddia edebilir? Oysa bu halin kendisinde olduğunu kabul ve iddia ettikten sonra başka bir arzunun tuzağına düşmüş olmaktadır. Gururunun, egosunun tuzağına… İşte onun bu yanılgısı kendisinin tevazudan çok uzak düştüğünün açık göstergesidir. Artık bir mütevazı değil bir gurur küpüdür o, egosunun tutsağıdır.

Bir şey olduğunun yani mütevazı olduğunun iddiasında bulunan fıtratından, kendi yaratılışından, yaratılırken hiçbir ilgisinin olmadığı bilgisinden uzaklaşmıştır. Olup bitenlere “manay-ı ismi” ile bakmakla koyu bir cehaletin içine girmiştir. Tüm değerlerine kendi kazanımı olarak bakmıştır. Gururu ve egosu şiştikçe şişmiştir. O her şeye oldukları gibi değil, arzularının penceresinden bakmaktadır.

Mütevazı olduğunu iddia etmek, bizzat kendisinin sebep olduğu bir şeyin kendisinde olduğuna inanmak demektir. Bu aslında egonun bir tuzağıdır. Buna göre denilebilir ki dindarlar mütevazılık konusunda daha büyük bir risk altındalar. Eğer kendilerinde olan üstünlüklere sahip olmaya kalkışırlarsa tehlike daha da büyümüş olur. Oysa gerçek dindar mütevazı olduğunu da bilmez; bilmemelidir. Kabul ettiğinde daha da mütevazı olmaya çalışır; bu ise mütevazılığının yok olduğunu gösterir. Tam da burada Bediüzzaman’ın Mesnevi-i Nuriye’deki psikolojik tahlili son derece güzeldir: “Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir;  fesadı da ucup, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta bulur.” dedikten sonra “ Mesela; tevazua niyet onu ifsat eder…” diyerek, konumuzla ilgili güzel bir misalle açıklar. “Ben mütevazı olacağım” diyen, egonun tuzağıyla karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Ego tevazuu ona hedef olarak gösterir. Bu güzel erdeme sahip olmak için gayret edecek, gerektiğinde gösterişe girme zorunluluğu kendinde görecek. Oysa riya ve gösteriş tevazu yolunda olmaması gereken hallerdir. Bu açıdan bakıldığında günahkârlar tevazua daha yakındırlar; çünkü onlar çoğunlukla kendilerinde bir üstünlüğün olduğunu görmemekteler.   

İddiasızlık, arzusuzluk içinde olmak, yani acizliği kabullenmek tevazu yolunda olması gereken olgular. Dahası mütevazı olduğunu da bilmemek, görüldüğü gibi olmak ve hele karşısındakine şirin görünme çabası içinde asla olmamak…

Cüneyd-i Bağdadî’nın sözü konuya daha da açıklık getirir. “Tevhit ehli nazarında tevazu, kibirdir” der ve arkasından şu bilgiyi verir: “Çünkü tevazu eden, önce kendinde bir varlık duyar da sonra tevazu eder. Oysa gerçek muvahhit hiçbir zaman, kendisinde bir varlık görmez ki buna karşı alçak gönüllülük göstersin.” 

Belki de gerçekle en uzak olan söz, “ben alçakgönüllülükte zirvedeyim” sözüdür. Tevazuda zirvede olmak sözde tevazu sahibi tarafından nasıl bilinebilir? Çünkü tevazuunu bilmesi bir zandan öteye geçmez. Tevazu zannı ise apaçık gururdur. Kendi tevazuu ile ilgili bildiği her şey aslında hiçtir. Tevazu bir haldir; o nasıl bilgi olabilir. İnsan kendi tevazuunu hissedemez, ancak başkaları farkına varır. Kendi tevazuunun farkına varanda kibir var demektir. Kibri ve egosu olanda ise asla tevazu olamaz.

Tevazu ince ve son derece karmaşa bir yoldur. İnsan kendi tevazuunu bilmemeli; bilmesi için herhangi bir gayrete girmesine de gerek yok. Ancak tevazua giden yol konusunda bilgisini derinleştirmesi elbette bir gerekliliktir. Mesela insanın tevazuun zıddı gibi görünen gurur gibi bir hasletin kendisinde olup olmadığını araştırmaya çalışması iyi bir düzeydir. Çünkü gururun olduğu semte tevazu gelmez. Ama gururun sökülüp atılması da bir süreç işidir.

İnsan zaaflarla iç içedir. Attığı her adımda tehlikeler onu beklemektedir. Egonun tuzakları çoktur. Her tarafımız mayınlı. Böyle bir insanın herhangi bir iddiada bulunması çok garip değil mi?

Bu bakımdan  “Tevazu yapıyorum” diyenler, çoğunlukla egonun yolunda koşturup farkında olmadan gurur abidesi kesilme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.      

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum