Tedvinden Risale-i Nurun resmi basımına…

Son sıralarda sadeleştirme süreciyle birlikte Risale-i Nur’un basımı yeniden gündeme geldi. Devletin ana gövde olarak bunu üstlenmesi kimilerinin itirazıyla karşılaştı. Bunun devletleştirme ameliyesi olduğu farz ve ifade edildi. Bu itirazı dile getirenlerden birisi Mücahit Bilici’dir. Kanaatime göre, devlet denetimine veya faktörüne karşı çıkmak liberal bir bakış açısını temsil eder. Elbette devlet tekeline karşı çıkmak meşru itiraz yöntemlerinden birisidir. Bununla birlikte devleti sahadan uzaklaştırma girişimi, devleti tümüyle kötü veya gereksiz saymaktır. Bu anlamda devleti dışlamak Harici mantığıdır. Alanını daraltmak ise şartlara göre gerekli veya gereksiz olabilecek bir keyfiyettir. Şartlara bağlıdır. Risale-i Nur’un basım ve yayınında da böyledir. Devletin alanını daraltmak -yerine göre- ne kadar meşru ise belirli çerçevede devletin denetimi veya müdahalesi veya ön alması da o derecede meşrudur ve İslam tarihi bunun örnekleriyle doludur.  
 
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığının örgütlenme ve hizmet götürme biçiminin sağlıklı veya yeterli olmadığı tasavvur edilebilir. Bununla birlikte bu eksikliklerini en azından kemiyet düzeyinde tamamlamaya muktedir kurumlardan birisidir. Elbette Diyanet İşleri Başkanlığı Risale-i Nur’un basım ve dağıtımında tekel değil, merci olmalıdır. Model ve çıta olmalıdır. Bediüzzaman, Risale-i Nurların Diyanet İşleri tarafından basılmasını arzu ederken, aslında buna devletin sahip çıkması zaviyesinden bakar ve önemser. Bu yol hem Risale-i Nur’un devlet katında meşrulaşmasını sağlayacak hem de en önemli bir ihtiyaç maddesini devlet eliyle tabana ve halka ulaştıracaktır.
 
*
 
Elbette birilerinin söylediği veya endişe ettiği gibi maksat resmileştirme veya devletleştirme veya kamulaştırma olmayıp bilakis ‘meşrulaştırma’ ve onun ötesinde zapta ve kayda geçirmedir. Elbette bu durum İncillerin tedvinindeki gibi ‘kanonik’ bir durum olmayıp belki ‘kanonik bir form’ olarak takdim ve ifade edilebilir. Devlet düzeyinde ilgilenme tekelcilik değil paradigma (vahid-i kıyasi) olmalıdır. Tarih boyunca tedvin meselesi daima sancılı olmuştur. İznik Konsili’nden itibaren resmi veya gayri resmi İnciller birbirinden ayrılmıştır. İznik Konsili’nden itibaren kanonik’leştirme veya resmileştirme sancılı bir süreç olmuş ve devletin resmi gölgesi veya Kayzer’in bölgesi ilahi alanın üzerine düşmüştür. Devlet davete egemen olmuştur. Bunun mahzurları bilahare ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni Tevrat ve İncil gibi sair kitapların korunmasının bizzat Allah tarafından deruhte edilmeyip din adamlarının sahasına terk edilmiş olmasıdır (haham ve papazlar).  Maide Suresinin 44’üncü ayetinde buna natıktır: "Gerçekten Tevrat'ı içinde hidayet ve nur bulunduğu halde indirdik. Allah'a teslim olmuş peygamberler Yahudilerin arasında onunla hükmederlerdi. Yine Allah'ın kitabını korumakla görevlendirilmiş olmaları itibariyle alimler ve fakihler de onunla hükmederlerdi. Bunlar onun üzerine şahittiler." Said Havva bu ayetten sair kitapların Alah’ın koruması altında olmadığını bilakis siyanetinin din adamlarına terk edildiği hükmünü çıkarır. Kur’an ise Allah’ın hıfzı emanındadır. Kur’an buna da vurguda bulunmakta: "Onu biz indirdik, korunmasını da üzerimize aldık." (Hicr Suresi ayet : 9)
 
*
 
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin cemi ve Mushaf olarak toplanması Hazreti Ebubekir’in (R.Anh) hilafeti döneminde yapılmış ve çoğaltılması da Hazreti Osman (R. Anh) döneminde gerçekleştirilmiştir. Herekelenmesi ise Yusuf es Sakafi’nin valiliği döneminde Ebu Esved ed Düeli tarafından gerçekleştirilmiştir. Hazreti Ebubekir’in cem ve toplanması ile birlikte Kur’an-ı Kerim’in hıfziyeti sağlanmıştır. Bu nedenle bu amel Allah’ın sevki ve ilhamatıyla olmuştur. Geç kalınması halinde lahn, hıfzında yanılmalar, yanlış okumalar sonucunda farklı kopya ve nüshaların ortaya çıkması muhtemeldi. Cem ile birlikte bu ihtimal ve tehlike bertaraf edilmiştir. Hazreti Ebubekir döneminde Kur’an cem edilmiş ve Hazreti Osman döneminde ise özel nüshalar teke irca edilerek tamim edilmiştir. Ebu Esved ed Düeli’nin yaptığı ise Arap olmayanların İslam’a girmesiyle birlikte yanlış okumaların önüne geçmek için Kur’an’ın herekelendirilmesi ameliyesidir ve böylece öncelikle Acemlerin Kur’an-ı Kerim’i yanlış okumalarının ve dolayısıyla yanlış anlamaların önüne geçilmiştir.  
 
Sahabeler veya birinci nesil ve kuşak öncelikli olarak Kur’an meselesiyle ilgilendiklerinden hadisin tedvinine fırsat bulamamış ve cem ve tedvinin karışması korkusu nedeniyle bunu ertelemiş ve zamana talik etmişlerdir. Ama bu alanda özel çalışmalar ve tedvin her zaman varit olmuştur. Abdullah İbni Amr’ın hadis tomarlarından oluşan sandukası vesaire gibi. Peygamberimizden duyduklarını yine izniyle not etmiş ve mecmua haline getirmiştir. Lakin bunlar özel çalışmalar olarak kalmıştır. Hazreti Ömer’in bu konudaki hassasiyeti nedeniyle hadis rivayeti titiz bir surette yürütülmüştür. Tedvinine de sonra geçilmiştir. 
 
Hadis tedvini resmi düzeyde ikinci Ömer’e yani Ömer Bin Abdulaziz’e nasip olmuştur. Ömer Bin Abdulaziz hadisin tedvin edilmemesi veya zapta geçirilmemesi halinde bu külliyatın zayi olacağını veya suistimale uğrayacağını düşünerek meseleyi Tabiin’in ulularından İmam Zühri’ye havale etmiştir. Ömer Bin Abdulaziz’in derdi, hadisin tedviniyle birlikte kayda geçirilmemiş olan hadislerin kayda geçirilmesidir. Lakin bu projeye ömrü vefa etmemiş bu proje devlet eliyle değil cemiyetin ve İslam toplumunun ferdi gayretleriyle tamamlanmıştır. Hadis ulemasından Prof. Faruk Hammade’nin belirttiği gibi hadis, banii ve vazii ümmet olan bir ilim dalıdır. Hadis devlet eliyle değil de anonim olarak ümmet ve ulema tarafından korunmuştur. Cem ve tedvini ümmet tarafından yapılmış lakin Harun Reşid İmam Malik’in Muvatta kitabını tamim etmek istemiştir. İmam Malik ise buna itiraz etmiştir. Zira hadislerin tedvin ve cem’i Kur’an-ı Kerim’in cem’i gibi değildir. Ayetler bütünüyle Kur’an’da cem edilmiştir ama hadisler ise bir tek kitapta cem edilememiştir. Bu ayrıca mümkün değildir. Kendini aşan bir durum olduğunu düşünerek İmam Malik bu projeye karşı çıkmıştır.
 
Risale-i Nurların tedvinine gelince, bu tedvin gerçekleştirilmiştir. İlk günlerden itibaren teksiri de yapılmıştır. Bununla birlikte yayıncı farklılığından nüsha farklılıkları oluşabilmektedir. Bundan dolayı referans nüsha veya mutemet nüsha belirlenebilir ve bu Diyanet tarafından zabıt altına alınabilir. Sadeleştirme meselesi de meselenin tuzu biberi olmuştur. Sadeleştirme akımı karşısında da Risale-i Nur’un harimi ismeti korunabilir. Ömer Bin Abdulaziz’in yaptığı ve yapmak istediği örnek olarak alınabilir. Kaldı ki, Risale-i Nur’ların müellifi de tekelleştirme maksadı taşımadan Diyanet’in Risale-i Nurları basabileceğini öngörmüştür. Belki arzu ve talep etmiştir. Günümüzde sadeleştirme de dahil Risale-i Nurların basım ve yayınında bir merciiyet meselesi bulunmaktadır. Zamanla ilk merciiyet halkası aşılmış veya kırılmıştır. Sadeleştirme de bundan mütevellit bir meseledir. Risale-i Nur müellifinin bu yöndeki isteği de dikkate alınarak Diyanet’e özel bir görev yüklenebilir. Bu misyonu, Risale-i Nur’un hakiki varisleri ve talebeleri ile Diyanet beraberce ve ortaklaşa deruhte edebilir. 
 
Bu konuda maksat Harun Reşit gibi tekelcilik değil Ömer Bin Abdulaziz gibi kayıt altına almak olmalıdır. Karıştırma veya kargaşanın önü böyle kesilmelidir. Sadeleştirme bir heva ve heves çığırıdır ve Risale-i Nur’lara zarar vermeye açık bir kapıdır. Sadeleştirme yapan grup daha önce de Elmalı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur'an Dili tefsirini sadeleştirmiş ama bu sadeleştirme de tahrifata dönüşmüştür. Merak eden ehline sorabilir. Bu çığır tehlikeli bir çığırdır. Bununla birlikte Risale-i Nur’un devlet tekeline alınması toplumun aşk ve şevkini ve gayretini kırabilir ve söndürebilir. Onları bu emaneti yüklenme (haml) ve taşıma görevinden mahrum etmemek de lazımdır. Burada maksat istismarcıların ve işi ticarete alet edenlerin önünü kesmek olmalıdır. Yoksa Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum