Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Taksim ve Tahrir (II)

Taksim Gezi Parkı provokasyonunun çok önemli uluslararası boyutları var. Dünyanın kaymağını yiyen ve gelişmekte olan ülkeleri, kurdukları adaletsiz dünya düzeni ile yüzlerce yıldır sömüren emperyalist ülkeler, sömürge alanlarını kaybettikçe, adeta saldırgan ve pervasız bir vaziyete bürünüyorlar.

Zaten Mısır’da yapılan çirkin darbeye arka çıkmaları ve desteklemeleri de bu pervasızlığın çok bariz bir işareti. Hatta İngiltere eski Başbakan’ı Tony Blair, Mısır’da yapılan darbe karşıtı eylemlerden rahatsızlık duymuş olacak ki, hiç alakası yokken ve görünüşte üzerine vazife de değilken ‘’Mursi’nin yeniden görevine dönmesi mümkün değildir’’ diye bir demeç verme lüzumu hissetmiş.

Emperyalist ülkeler, dünyadaki diğer ülkelerin fakir olarak kalmasını da istemiyorlar. Çünkü fakir olarak kalacak ülkelerden sömürebilecekleri herhangi bir kaynak olmayacak.

Ülkelerin zenginleşip, borçlarını ödeyerek, kendilerine muhtaç olmayacak bir şekilde başlarının çaresine bakabilecekleri bir hale gelmelerini de istemiyorlar. İşte Türkiye ve Brezilya gibi ülkeler İMF’ye olan borçlarını ödeyerek, kendi ayakları üstünde durabilecekleri bir hale geldiklerinden dolayı da şiddetli bir rahatsızlık duymaya başladılar.

Bu ülkeler için en iyi devletler; çalışan, üreten fakat kendilerine göbekten bağlı ve borçlu devletlerdir. Bu devletler çalışacak, üretecek, karın tokluğu ile yetinecek, kazandıklarının büyük bir kısmını kendilerine bir şekilde teslim edeceklerdir. Türkiye yetmiş yıldır böyle bir konumdaydı ve bu ülkeler için sömürülebilecek iyi bir pazardı. Ne zaman ki, Türkiye onların kontrolü dışında yeni bazı hamleler yapmaya başladı, işte o zaman şimşekleri üzerine çekmeye başladı.

Gezi Parkı eylemlerinin sona erdirilmesi için verilen istekler listesinde, Kanal İstanbul, 3. Havalimanı ve 3. Boğaz Köprüsü projelerinden vazgeçilmesinin bulunması, zaten her şeyi anlatmaya yeter de artar bile. Fakat bazı insanlar tarafgirliklerin kıskacında önlerini göremez hale geldiklerinden dolayı, bu kadar bariz bir oyunu dahi zaman zaman anlama melekesini kaybedebiliyorlar.

Gezi Parkı eylemlerinde cirit adan çok sayıda yabancının bulunması, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerin yöneticilerinin bu eylemcileri açık açık desteklemeleri, bu ülkelerin yayın organlarının tahrik edici bir şekilde bu olayları gün boyu saatlerce ve canlı olarak vermeleri, elbette hamiyetperver insanlar için çok şeyler ifade ediyor olmalıdır.

Böyle büyük oyunların servis edildiği ve harici bazı tezgâhların bariz olarak işin içinde olduğu durumlarda, meseleye siyasi farklılıkların ve parti tercihimin çok ötesinde hamiyet duyguları ile bakmak gerekir. Üstad Said Nursi’nin değişmez bir ölçü olarak bize vasiyet ettiği şu düşünceler, bu gibi dış destekli hadiselerde elbette bizim için çok önemli bir ölçüdür:

"Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e,Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir." (Sünuhat, sayfa.68)

Almanya’nın ve İngiltere’nin ekonomik ve siyasi kaygılarla, İsrail’in tamamen siyasi kaygılarla ve İslam düşmanlığından desteklediği, ajanların cirit attığı bir nümayişi, ne kadar masum ve haklı gerekçelerle kamufle edilse bile, feraset sahibi ve hakperest hiçbir Müslüman desteklemez ve desteklememeli.

Bir mümin, şer güçlerin ve İslam düşmanlarının mizanlarının ağırlığı anlamına gelecek hiçbir fiil ve eylemde de bulunamaz. Böyle bir vaziyette bulunmaktan şiddetle kaçınır. Böyle bir yanlışın içinde olanlara da ancak ‘’Allah ıslah eylesin’’ diyebiliriz.
Arap baharı olarak isimlendirilen ve İslam ülkelerine kısa bir sürede yayılan hürriyet ve demokrasi rüzgârları, iki buçuk sene önce Kahire’deki Tahrir meydanında başlamıştı. Bazı dramatik ve hepimizi üzen olaylar yaşanmış olsa bile, Mısır’daki süreç, nispeten rahat atlatıldı.

Diğer bazı ülkelerde, özellikle Libya’daki değişim rüzgârları çok sert esti. Çok büyük maddi ve manevi zararlara yol açtı. Çok büyük can kayıplarını beraber getirdi. Suriye’deki elim ve dramatik kayıplar ise, bütün hızıyla devam ediyor. Suriye Devlet Başkanı Beşer Esed, babasından aldığı zulüm ve diktatörlük hasiyetini, daha şiddetli ve acımasız bir şekilde kullanmaya devam ediyor.

İslam’ın fecr-i sadığına doğru gidildiği bu günlerde, ikinci Avrupa’nın bütün şirretliği ve dessaslığı üstünde. Bu baharı ve bu aydınlığı sabote etmek ve engellemek için elinden geleni yapıyor.

Suriye’de iki buçuk yıldır devam eden ve yüz binden fazla insanın ölümüne ve iki milyondan fazla insanın başka yerlere savrulmasına sebep olan dehşetli zulüm ve katliama seyirci kalmaya devam ediyor.

İşin çok acı başka bir tarafı da, kendi namus, şeref, haysiyet ve canlarını korumak mecburiyetinde kalan ve çok yetersiz imkânlarla çok büyük bir kurtuluş mücadelesi veren Suriye’li kardeşlerimizin, bugün bazı İslamcı damgasına sahip kişiler tarafından büyük bir gaflet neticesi olarak ‘’terörist’’ diye damgalanması. Böyle bir gaflet ve tarafgirlik belasından da hepimizin Rabbimize iltica etmesi gerekir.

Elbette, demokrasiyi Müslüman toplumlara layık görmeyen, diktatörler tarafından yönetilmesinin kendi menfaatleri icabı tercih eden bu ikiyüzlü Avrupalılar için belki diyecek çok fazla bir şey yok. Ancak bu şekilde, insan hakları, hürriyet ve demokrasi söylemlerinin ne kadar yalan ve konjuktürel olduğu, her geçen gün, daha net bir şekilde ortaya çıkmaya devam ediyor.

Suriye için, bugüne kadar dişe dokunur bir şey yapmadılar. Yaptıklarının hepsi göz boyamaya dönük bazı ufak tefek yardımlar ve zevahiri kurtarmak kabilinden bazı yalancı demokratik söylemler. Mısır’daki çirkin darbenin ardından Avrupalılar ile aynı söylemlerde bulunan Beşer Esed’in adeta zil takıp oynaması kabilinden söylediği ‘’her yerde, bu Müslüman Kardeşleri bekleyen akıbet budur’’ sözlerini de kayda geçirmemiz gerekir. Evet babası Hafız Esed de, Hama ve Humus’ta yirmi binden fazla Müslümanı hiçbir acıma duymadan katletmiş, kan ve zulüm üzerine saltanatına devam etmişti.

Ayrıca şu ilginç noktaya da işaret etmek gerekir. Bugüne kadar birbirlerine düşman olduklarını her vesile ile söyleyen Suriye ve İsrail’in, Mısır’da yapılan darbe konusunda tam bir ittifak içinde olmaları da, yeni yönetimin, bu ülkelerin ne kadar da işine geldiğinin işareti. Mısır’daki askeri cunta, ilk icraat olarak, Mursi’nin açtığı ve Gazze’ye açılan Refah sınır kapısın kapattı ve Filistinliler için hayati bir anlam taşıyan tünelleri de kapatma kararı aldı.

Mısır’ın yeniden bir karanlık döneme girmesi, bu günlerde en çok Suriye ve zalim Beşer Esed’e yarayacak. Suriye’nin kilidinin açılması, özellikle Türkiye ile birlikte bütün İslam Âleminin bahtını açacak. İttihad-ı İslam’a giden en emin ve en sağlam yol bu şekilde açılacak. Bu kilit biraz gecikmeli de olsa mutlaka açılacak. Beşer Esed’in Mısır’daki darbeye sevinmesinin kendisine faydası olmayacak, belki geçici bir süre ile biraz rahatlayacaktır.

Mısır’daki durum şunu da gösterdi: Müslüman Kardeşler Teşkilatı, Mısır halkının çoğunluğunun desteğine sahip olsa bile, iktidar için ciddi bir hazırlık yapmamış. Devleti tanıma ve Mısır’da 1952 yılından beri süregelen darbeler sürecinin, ülkede yaptığı derin etki ve bürokratik algıları, yeterli ve doğru bir şekilde hesaplayamamışlar.

Sonraki yazımızda devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum