Tahkikî iman musîbetlere karşı korur

Bediüzzaman Hazretleri Şuâlar isimli eserinde Cenâb-ı Hakk’ın ihsanlarını sayarken “Hem iman-ı tahkikîyi in’âm etti” der ve bu tahkikî imanın dünya ve ahireti içine alacak kadar bir nimet olduğuna dikkat çeker. Yine ihsan ettiği Kur’ân ilmi ve hikmet-i imaniye ile çok mahlûkat üstüne çıkardığını söyler.1

Bu Kur’ân ilmi ve hikmet-i imaniye bilindiği gibi Risâle-i Nur’dur. Helâket ve felâket asrının insanları için şüphesiz büyük bir nimet ve ihsan-ı İlâhidir Risâle-i Nur.

Risâle-i Nur, Kur’ân’ın asrımıza bakan hakikî, kuvvetli ve tesirli bir tefsiridir. İmanı kurtarma, kuvvetlendirme ve tahkikî yapmanın en kısa, en kolay yolunu gösterir. On beş sene yerine on beş haftada o yolu kestirir, iman-ı hakikîye ulaştırır.2

Tahkikî imanı kazandıran bu büyük nimet ve ihsan-ı İlâhî ile hayat daha başka bir anlam kazanır; acısıyla, tatlısıyla; nimetiyle, musîbetiyle tatlanır ve katlanılabilir hâle gelir.

Çünkü insan tahkikî iman sayesinde gelebilecek musîbetlere sabır ve tahammülle göğüs gerer, en az sıkıntıyla atlatır. Düşünebiliyor musunuz Risâle-i Nur’u okudukları için nice Nur Talebesi suç işlemişcesine hapishanelere atılmışlardı. Nasıl dayanacaklardı?

İşte tahkikî iman imdadlarına yetişti. Zahmetlerdeki rahmeti, çirkinliklerdeki güzellikleri göstermeye başladı. Bu bakış açısı büyük bir teselli kaynağı oldu onlar için. Bediüzzaman, talebelerini şöyle teselli ediyordu: “Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risâle-i Nur Şakirtlerinden, kalben ve ruhen ve fikren daha az sıkıntı çeken yoktur. Çünkü kalp ve ruh ve akılları iman-ı tahkikî nurlarıyla sıkıntı çekmezler. Maddî zahmetler ise, Risâle-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevaplı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i imaniyenin başka bir mecrâda inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar. ‘İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir’ diye halleriyle ispat ediyorlar. Evet, ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ deyip, metinâne bu fâni zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar.”3

Başka bir mektubunda da Bediüzzaman, bu sıkıntılar sebebiyle kazanılan mânevî mükâfatlara dikkat çekiyor, tahkikî iman, hüsn-ü hatime ve manevî ortaklıkla yüzer adam kadar salih amel kazandırdığına, bunların o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğine, bu sonuçların fiyatının, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlık olduğuna, pişman olmak ve vazgeçmenin büyük bir hasâret olacağına parmak basıyor, bazı hikmetlerini de şöyle anlatıyordu: “Şakirtlerin dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarf edilen paraları muzaaf [kat kat] sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden, şekvâ yerine şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zayıf kısmı ise, zaten hapsin haricinde onlara faydasız sevaplar, mes’uliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mes’uliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır.”4

Tahkikî imandan mahrum insanların böylesi musîbetler karşısında ayakta kalabilmeleri mümkün mü?

Demek iman her şeyi güzel ve sevimli gösteren manevî bir gözlük.

Dipnotlar:

1- Şuâlar, s. 64.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 52.
3- Şuâlar, s. 263.
4- A.g.e., s. 280.
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.