Şucu bucu denmesinden rahatsız olanlar

Türkçe’de bir işi yapan insanın mesleğini tanımlamak için “cı” ve “cu” ekleri kullanılır. Örneğin demirci, sıvacı, badanacı vs. Bu tanımlama şekli aynı zamanda çeşitli görüş ve düşünce sahiplerini ifade etmede de kullanılmaktadır. Örneğin; Nurcu, Süleymancı, devrimci, tarikatçı gibi.

Bu eklerden son derece rahatsız olan insanlar da bulunmaktadır. Bunlardan biri de vaazında kendisini bu tamlamalar ile tanımlayanlardan çok rahatsız olduğunu söylemişti. Elbette kişilerin kendisini istemediği bir sıfatla çağrılmasından rahatsızlık duymasına saygı duymak gerekir. Lakin bundan hoşlanan ve kendisini bu sıfatla çağıran ve bu özelliği ile tanımlayan insanlar da bulunabilir. Örneğin ben Bediüzzaman Said Nursi’nin kitaplarını okumaktan ve bunların neşrine çalışmaktan büyük zevk duyan birisiyim. Halk içinde bu zatın eserlerini yani Risale-i Nur Külliyatını okuyup neşredenleri “Nurcu” diye tanımlayıp öyle çağırırlar. Bana da “Nurcu” denilmesi çok hoşuma gider. Bundan rahatsızlık duymak ne kelime hatta bu şekilde çağrılmak beni mutlu eder.

Bundan 5 yıl önce televizyonda bir tartışma programına çıkmıştım. Sunucu bana ve arkadaşlarıma “her hangi bir cemaate mensup olup olmadığımı” sormuştu. İşin ilginç tarafı bu soru kasıtlı olarak sorulmuş benden ve arkadaşlarımdan “değilim” cevabını vermemiz istenmişti. Zira ordudan atılan subayların durumu tartışılıyordu ve “dini bir cemaate üye olmanın suç veya ayıp olduğu” savı gündeme getirilmekteydi. Nitekim diğer arkadaşım “ben bir cemaate mensup değilim” dedi. Bense gençliğimden beri Risale-i Nur eserlerini okuduğumu ve bu eserler sayesinde Allah’a olan imanımı güçlendirdiğimi söyleyip devamında “bu kitapları okuyanlara “Nurcu” denir, bana da Nurcu diyebilirsiniz” demiştim. Sunucu beklemediği bir cevapla karşılaşmıştı şaşırdı ve tekrar sordu, neden?

Konu benim gibi ordudan atılan askerlerin mağduriyetinden çıkıp bu cı, cu eklerinin kullanıldığı tanımlamaya karşı çıkılıp çıkılmayacağına gelmişti. Dilim döndüğünce bunun normal karşılanması gerektiği zira insanları özelliklerine göre tanımlanmasının doğal bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım. Asker birisinin de dini konularda zirve yapmış kişilerin eserlerini okuması, onun düşüncelerini paylaşmasının bir vicdani özgürlük olduğunu kimsenin bunu kınamaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Eğer inanç ve düşüncesini işine yansıtarak yönetici olduğu kamu kurumlarında adaletsiz bir şekilde kullanıyor ise bunun haksızlık olacağını her düşünceye saygı göstermek gerektiğini ifade etmeye çalıştım. Her ne ise…

 Şimdilerde bazı zatlar yine bu cı cu eklerinin kullanılmasına karşı çıkıyor. Bu insanlara kendilerini tarif etme ve o şekilde çağrılma konusunda saygı duymakla birlikte benim gibi bu tanımlama ve sıfatların kullanılmasından rahatsızlık duymayan bilakis gurur duyanları da düşünmek gerekir. Çünkü bunu bizzat Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman da kullanmıştır.  Aşağıda bu hususun örnekleri verilmiştir:

·“Ey Nurcular! Şimdi maddî imkân hâsıl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nurun fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakıyet hâsıl oluyor. Hâzâ min fadli Rabbî ( Tarihçe-i Hayat )
·Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar.( Tarihçe-i Hayat )
·…Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlâsı taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar. (Tarihçe-i Hayat)
·Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye fâidelerinden çekiniyorlar.(Tarihçe-i Hayat)
·İkincisi: Âsâyişi bozmak, emniyeti ihlâl etmek ihtimali bahanesiyle otuz sene cezayı bana çektirdiler. Buna cevaben deriz ki:
Mahkemenin tahkikatıyla hem beş yüz bin fedakâr Nur talebeleri bulunduğu halde, hem yirmi sekiz sene zarfında bu kadar zâlimâne ihanetlere mâruz olduğumuz halde, Nurcularla alâkadar olan altı vilâyet, altı mahkeme hiçbir vukuatını kaydedememeleri, gösterememeleri ispat ediyor ki, Nurcular âsâyişin muhafızlarıdırlar. İman dersiyle herkesin kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar. Âsâyişimuhafaza ediyorlar. Ve üç vilâyetin insaflı zabıtaları bunu tasdik etmişler.(Emirdağ Lâhikası)
·Ben de cevaben dedim ki: Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar. Fakat, bu vatanın eski kahramanları kemâl-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, bu harika alâkayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu âciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler: “Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun!” diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurcularda hakikî, hâlis, sırf rıza-yı İlâhî için ve müspet ve uhrevî fedailer var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükûmeti, adliyeyi aldatarak lâstikli kanunlarla onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nurun ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler. Said Nursî( On Dördüncü Şuâ )
·Kahraman Burhan’ın Serbest Fırkasının reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşaallah, bir sebep çıkar o istibdadı kıracak, mâsum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur. Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.(Emirdağ Lâhikası)
·Otuz kırk gündür hakikî ehl-i imana bir nevi hücum içinde üç dindar vekilin İslâmiyet şeâirini bir derece tamir etmeye meydan vermemek için bir sarsıntı verildi. Hizmet-i imaniye içinde en büyük kuvveti Nurcularda buldular. Bahanelerle onlara fütur vermek, şevklerini kırmak için çok desiseler yapıldı. Tarsus, İstanbul gibi, Emirdağ’ında da acip desiselerle beni hiddete getirip bir gaile çıkarmak istediler. Hâlbuki Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle bana fevkalâde bir sabır ve tahammül verildi. Onların da plânı zîr ü zeber oldu. Hattâ Afyon’da ve burada üç büyük memurun belki azl olmak ihtimali var. Ve üç vekil de lehimde bulunmuşlar. Demek, inayet-i İlâhiye daima bizi himaye ediyor, elhamdü lillâh. Bu gibi şeyleri merak etmeyiniz. Yalnız ihtiyat her vakit iyidir. (Emirdağ Lâhikası)
·Gariptir ki, en ziyade lehime çalışması lâzım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi. Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü, mânevî fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer, tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifna etsin. ( Tarihçe-i Hayat )
·İkinci fark: Nurcular, Üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini Üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket bir dershane hükmünde, Risale-i Nur kitapları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Her bir risale, bir Said hükmüne geçer.
(Emirdağ Lâhikası)
·Nur şakirtleri gibi pek az zahmetle pek çok kıymettar hizmet ve pek çok mânevî kazanç elde edenler tarihlerde görülmüyor. Ağır şerait altında bazan bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçtiği misilli, inşaallah Nurcuların hizmet-i imaniye ve Kur’âniyedeki saatleri yüzer saat hükmünde hayırlar kazandırır.(Emirdağ Lâhikası)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum