Sosyal medyanın kirli mecrasında bir iftira gösterisi

Bir eserin aslını koruyarak onu daha faydalı kılacak düzenlemeler yapmak yayın ve telif sahasında hep saygıyla karşılanır. İslam telif tarihindeki gerçek de budur.

Geçmişten bugüne İslami eserlerde gördüğümüz haşiye, tetimme ve tahkik gibi çalışmalar bu açıdan hep takdir görmüştür.

Eser yazımında gerçek bu olmasına rağmen Bediüzzaman’ın telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı üzerindeki çalışmalar, bazen külliyatı himaye ve sadakat adına hak etmediği tartışmalara konu yapılıyor. Halbuki, orijinal nüshalara sadık kalmak kaydıyla risaleler üzerinde yapılacak  “şerh, izah ve tanzimleri” müellif bizzat müsaade etmiştir. (Mektubat, 26.Mektup, 6.Risale, 6. Kısım)

Müellif izin verdiği halde, metne sadakat namına bu çalışmaları yapma yolu kapatılamaz. Fakat bu çalışmaların hakkı verilerek yapılması gerekir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı risaleler, “tahkik” usulüyle hakkı verilerek yayınlanmıştır. Yapılan iş, tahrif olmadığı gibi hem müellifin arzusuna hem de İslam telif geleneğine uygundur.

Bu yazıyı, Risale-i Nur’a adanmış doksan yıllık bir ömrün sonunda ahirete giden merhum Mehmet Fırıncı’yı bile gıybetle dile dolayarak sosyal medyanın kirli mecrasında dolaşan, bilgi yoksunu ve iftiradan başka hakikati olmayan bir paylaşım sebebiyle yazma ihtiyacını duydum.

Risale-i Nurların orijinal metinlerinde geçen kavram, kişi, yer ve olaylar hakkında kitabın sonuna bilgi notları koyarak yayınlamak bazı yayınevlerinin tercihidir. Maksat, okuyucunun daha fazla istifadesini sağlamaktır. Bununla risale metninde izah ihtiyacı duyulan görüşleri açıklamak ve bazı olayların arka plan bilgilerini dikkate vermek arzu edilir. Bazı kitaplarda, bir görüşü “izah” sadedinde “kim söylemiş, kime söylemiş, ne söylemiş” bağlamında bazı ansiklopedik bilgilere yer verilmiştir. Bu formatta yayınlanan Külliyattan birisi de Nesil Yayınları tarafından yayınlanan 2004 tarihli baskıdır. Emirdağ Lahikası isimli risalede Mustafa Kemal'in adı geçtiğinden ve özellikle Bediüzzaman Said Nursi ile ilişkileri açısından eserin sonunda bilgi için dipnotu verilmiştir.

Dipnottaki bilgilerin kaynağı, Bediüzzaman ile ilgili hatıraları araştırmaya hayatını vermiş  değerli araştırmacı Necmettin Şahiner'in "Son Şahitler Bediüzzaman'ı Anlatıyor" isimli beş ciltlik seri çalışmanın 4. cildidir. Bu hatıra kitabından alınarak Kemalistlik isnadına indirgenen çarpıtma hezeyanında gerçek şudur: Dipnotta paylaşılan ifadeler, Necmettin Şahiner’in, 1. Meclisin Erzincan mebuslarından Hüseyin Aksu ile 1980’li yıllarda yaptığı mülakatta dile getirdiği sözlerdir. Bu hatıralar 1980 ve 1990’lı yıllarda yayınlanırken Bediüzzaman’ın yakın talebelerinin bir çoğu henüz hayatta idi. Bu çalışmaları son derece tebrik, takdir ve teşvik ettiler. Necmettin Şahiner’in eserinin 4. cildinden alınıp Emirdağ Lahikasında aynen yayınlanan ve hiç itiraz görmemiş ifadeleri 30-40 yıl sonra çarpıtarak dile dolamak ancak iftira yüklü bir istismardır. Aynı zamanda tahkiksiz bir bilgisizlik gösterisidir.

Bilindiği gibi İstiklal savaşı (1918-1922) devam ederken Bediüzzman’ın İngiliz işgalcilerine karşı İstanbul’da verdiği mücadele başta Mustafa Kemal olmak üzere Ankara’da yakından takip edildi. Bediüzzaman’ın İngiliz işgaline karşı basın yoluyla uyandırdığı toplumsal tepki ile Kuva-yı Milliye’ye sağladığı maddi-manevi destekten Ankara Hükümeti çok yararlandı. Bunun üzerine M. Kemal, onu iki defa şifreli telgrafla İstanbul'dan Ankara'ya davet etti.

Bediüzzaman, Ankara’daki dostlarının da ısrarı üzerine 1922 Kasım sonunda Ankara’ya geldi. Hatta Bediüzzaman, trenle Ankara garına geldiğinde devlet erkanı ile birlikte M. Kemal, Garın üst katındaki meşrutada ikamet ettiğinden tren geldiği sırada aşağıya inerek, davet ettiği misafirini karşılayanlar arasında idi.

Bediüüzzman’ın,1922'nin Kasım sonunda Ankara'ya geldiği düşünüldüğünde, M. Kemal ile Meclis’teki görüşmelerinde ülkenin terakkisi için devlet binasının adalet üzerine kurulmasını dua ve temennisini ifade etmesinden daha doğal ne olabilir? Birbirleriyle henüz yeni tanışıp görüşen iki kişidirler. Bu ilk görüşmeler sırasında Bediüzzaman’ın muhatabında bir deha sezdiği, bunu İslam yararına kullanmak için kazanmaya çalıştığı hatırlarında ifade ediliyor.

Ankara’ya gelen Bediüzzaman’ın ilk tesbiti, herkesin zafer neşesi ile dolu ve rahatlamış olarak namazı-niyazı bıraktığını, dini hayata karşı bir kayıtsızlık görmesidir. Buna karşı dini vecibelerin yerine getirilmesi konusunda ısrarlı telkinleriyle kısa sürede milletvekilleri başta olmak üzere bürokrasinin önemli bir kesimi tekrar namaza başlamıştır.

Bu gelişme üzerine Bediüzzaman’ı kendi çizgisine çekemeyeceğini gören M. Kemal’in tavrı tepkiye dönüşmeye başlamıştır. Nitekim, Meclis başkanlık odasında 40-50 mebusun bulunduğu sırada; “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz" diyerek ithamda bulunur. Bunun üzerine Bedizzaman, "Paşa, Paşa kainatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır” (Şualar, 100) diyerek yüksek sesle şiddetli tepki gösterir. Gerilen ortamı Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak yumuşatmaya çalışır. İkili arasındaki ilk kopuş bu noktada başlar. Hatta tartışmanın ertesi günü M. Kemal'ın, Bediüzzaman’ı Meclisteki odasına bizzat davet ettiği, iki saate yakın baş başa görüştükleri, M. Kemal'in, dine ve inanca ilişkin şüphe içeren sorular sorduğu, cevapları ilgiyle dinlediği hatıralarda var.

Hatta baş başa yaptıkları görüşme devam ederken bir ara Maarif Vekili Mustafa Necati, M. Kemal’e maruzatta bulunmak için kapıyı çalıp girmek ister. M. Kemal şiddetli bir şekilde "çık, girme!" manasında el hareketiyle içeri girmesine müsaade etmez. Bu anektodu Bediüzzaman, talebesi Mustafa Sungur’a sonraki yıllarda bizzat naklediyor. Devamla, "dini konulardaki sorularına cevaplarımdan etkilendi. Fakat ben ihlaslı olmadığım için netice çıkmadı" diye kusuru kendinde arayan bir tevazu ile olayı izah ediyor.

Bu olaydan sonra Üstad, "Meb'usana Hitap" başlıklı on maddelik ve yeni devlete yol haritası olabilecek ve bugün bile faydalanılması gereken metni yayınlıyor. Bu Metni, öncelikle "Gazipaşa Hazretlerine" diyerek M. Kemal'in şahsına gönderiyor. Bu belge geçtiğimiz yıllarda Devlet Arşivlerinden çıktı ve yayınlandı. Diğer bir nüshayı da, “Mebusana Hitap” başlığıyla Meclise gönderiyor. Sonra basında da yayınlanıyor. İnançla sorunlu bu ortamda kalmak istemiyor ve bir müddet sonra Van’a dönüyor.

Gerçek bu kadar açık iken, sosyal medyanın kirli mecralarında iftira pazarlamak, bir düşünceye hizmet ve sadakat değil, ancak fitneyle malul bir maraz gösterisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum