Sorumlu olduğumuz iki şeriat

Lemaat ekseninde duyguçağrışımları(41)

İnsanın ayrıcalığına sebep olan faktörlerin arasında düşünebilir, konuşabilir ve duygulanabilir olmasınınötesinde geniş bir sorumluluk alanının da bulunması daha dikkat çekicidir.Yani ödüllü gelişim sorumlulukla doğru orantılıdır.

O sadece peygamberler aracılığıyla iyi bir konuma yükselmek için gönderilen mesajlar ve kurallar bütününe muhatap değil, aynı zamanda varlık âlemine karşı da muhatap olmaklasorumludur. Bir bülbülün namesine, bir şelalenin şarıldayışına, bir yakamozun sessizliğine ve bir ufkun sonsuzluğuna karşı duyarsız kalamaz. Çok yönlü bir varlıktır insan ve bir o kadar da karmaşadır.

Kur’an, bundan asırlar önce insanın bakış açısına kalıcı bir ivme kazandırmış ve dünya- ahiret dengesinde mutluluğu kazandıracak komprime gibi kurallar ortaya koymuştur. İnsan bu kurallar ışığında dünyada bile bir cennet hayatını yaşayabilir. Aklını, kalbini ve duygularını bu kurallarla kıvama erdirir. Kur’an’ın bütünü, insanı inşa eden ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan bir sistemi bahşeder. Kur’an’la akıl, kalp ve duygular daha bir başka çalışır, kâinatta olan birçok sırların kapısını daha bir başka aralar. Kur’an, “sıfat-ı kelam” dan gelen bir kurallar bütünüdür ve insanın davranışlarını düzene sokar. Kur’an olmasa insan başıboş durumdan kurtulamaz. Ne yapacağını bilmeyen bir konumda kalır; şaşkın, sonra şirazeden çıkan ve daha sonra azmış olarak ne oldum delisi olan.  

Ama insanın bir başka sorumluluğu da var. Aklı, kalbi ve bin bir türlü duygu zenginlikleri varsa, muhteşem bir sanat galerisi olarak gözüken kâinatın varlıkları/şaheserleri karşısında da duyarsız kalamaz ve kalmamalı. Onlara da bakıp kulak vermeli. Öyle ya etrafını acayip güzellikler, cemal ve celali yansıtan muhteşem manzaralar sarmış. Bunların hiç mi ifade ettikleri bir anlam yok?

Yok, dış dünyada olanların her birinin bir anlamı var. Onlarla diyaloga geçenler,insan açılımına ilişkin çok ipuçları bulabilirler.Onlara karşı da sorumlulukları büyüktür insanın. Ve insanın ödülü de sorumluluklarıyla doğru orantılıdır.

İşte Bediüzzaman, tam da bu sorumlulukları gösterme bağlamında, insanın iki şeriatla, yani iki kurallar bütünüyle karşı karşıya olduğunu söyler. Bu iki şeriatın en can alıcı noktaları, insanı en iyi konuma yükselmesini amaçlamış olmaları. Lemaat’takine benzer bir ifade ile Mesnevi’de şöyledir bu iki şeriat: “Şeriat-ı ilâhiye ikidir. Biri, sıfat-ı kelamdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyariyesini tanzim eder. İkincisi, sıfat-ı iradeden gelen ve evamir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fitriyedir ki bütün kâinatta cari olan kavanin-i âdetullahın muhassalasından ibarettir.

Bilinen şeriat, yani Kur’an’ın sınırlarını tespit edip ortaya koyduğu kurallar tomarı, öncelikle insanın aklına hitap ederek, davranışlarını düzene sokmaya yöneliktir. Kur’an’ın sunduğu yol onun aklına tamamen uygundur ve bütün manevi dünyasıyla örtüşür. Ona uyanların bütün duyguları aşırılıklardan kurtulmuştur. Kur’an, insana her şeyin doğru tarafını gösteren bir gözlük de takmıştır. Böylelikle yanlış bir adım atması asgariye inmiştir. Bu da Allah’ın şefkatinin bir eseri olarak insanı gözetip korumasıdır.

Ama “sıfat-ı irade” den gelen “evamir-i tekviniye”, yani “şeriat-ı fitriye”, yani “kavanin-i adetullah”, bir başka deyişle “sünnetullah” ya da daha sathi bir yaklaşımla “tabiat”, bir bütün olarak insanoğlunun yolunun üzerinde “biz de varız, bize de bak ve kulak ver” der gibi bir işlevle hazır beklemektedir. Kâinat bütün ayrıntılarıyla yolumuzun üzerinde işaret taşları gibidir sanki. Onları okuyabilenler için ciddi yol göstericidirler. Boşuna değil, okunmak için vardırlar ve onlarla temas kurmak için bütün albenileriyle karşımıza çıkmaktadırlar.

“Sıfat-ı kelam” dan gelen bizim bildiğimiz Kur’an şeriatını dikkate alanlarımız çoktur ama “”sıfat-ı irade” den gelen “sünnetullah” ya da “tabiat” denen kanunlar bütünü karşısında bilinçli olarak kendini sorumlu sayanlar çok az. Belki derin bir gaflettir bizi bundan alıkoyan. Oysa her saniye belki de her an bize fısıldayan bu tür oluşumlarla karşı karşıyayız. Gündüz olur, sonra gece ve daha sonra yeniden bir günışığıyla uyanırız. Bu bile çok şeyler çağrıştırır; en azından başlangıcın bir sonunun ya da ölümden sonra bir dirilişin olduğunu.

İki tür tefekkür vardır: Biri “afaki tefekkür” ve diğeriyse “enfüsi tefekkür”. Afaki tefekkür dış dünyamızdaki nesne ve oluşumlar üzerinde yapılır. Özellikle kozmik oluşumlar “şeriat-ı fıtriye” denilen yasaların cevelan ettiği alanlardır. Her biri bir yasa ile çalışır. Gelişigüzel hareket eden hiçbir varlık yok; bir zerre bile bu kanunların dışında değildir. Dış dünyada bütün çeşitleriyle esmanın yansımasını görmek pekâlâ mümkün. Gece mehtapta Kuddüs, Münevvir, Münazzım, Musavvir ve daha birçok isimlerin tecellilerini görerek Allah’ın varlığını tefekkür edebiliriz. Bu ve bunun gibi afaki tefekkürle varlığımızın şükrünü ve her an olabilmesi gereken pratik ibadeti yerine getirebiliriz. Bütün mesele bizlerin bunu bilinçli yapabilmemiz. Hiç olmazsa bazı geceler gökyüzünün o pürüzsüz yüzüne bakarak bize fısıldananlara kulak verebiliriz. Muhteşem manzaralar,bizi bir saati bir sene nafile ibadete bedel olan tefekküre davet etmiyor mu?

Kâinat, varlıkların fayda ve zararlarını dikkatlere sunan “inayet” delilleriyle doludur. Nereye bakarsak bakalım her şey, “Ben buyum ben şuyum” diyerek her birinden nasıl bir ders alacağımızı bazen renk cümbüşüyle, bazen ses ahengiyle ve bazen derin bir sessizlikle işaret edip durmaktadır. Bediüzzaman “İşaratü’l-İ’caz” tefsirinde, “Kâinat sayfalarında “delilül-inaye” ile anılan nizama ait ayetleri okuyamadı isen, “sıfat-ı kelam” dan gelen Kur’an’ın ayetlerine bak” diyerek, insanların nesneler dünyasında tefekkür etme zorunluluğunda olduğuna ve bunu beceremeyenlerin yetersizliklerine işaret etmektedir. Kâinatın yüce düzeninde varlıkların faydalarını görmemek elbette bir zaaf belirtisidir. Misal olarak da “O Rabbimiz ki yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir kubbe yaptı. Gökten de size bir su indirip, onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı (Bakara: 22).” ayetini verir, gerek yeryüzünde ve gerekse gökyüzündeki oluşumlara bu bakış açısıyla bakılmasına dikkat çeker.

Gerçi tekvinî yasayla Kur’an birbirini tamamlar ve birbirini destekler. Burada önemli olan “sünnetullah”ın sürekli işbaşında olduğu kâinatı ve içindekileri bu bilinçle okumaya çalışmak ve onların dilini anlamak için gayret harcamak.

İnsan bu iki şeriat karşısında sorumludur. İnsan bu iki şeriatın emrine aykırı hareket ettiği takdirde de bedelini öder. Bediüzzaman da “Hakikat Çekirdekleri”nde “Evamir-i şer’iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır.” demek suretiyle insanın bu iki şeriatın hükümlerine karşı duyarsız kalamayacağını dile getirir. Birincisinin ceza ya da ödülü ahirette görülür; ama ikincisinin yani tekvini şeriatın ceza ve ödülü dünyada yani peşin olarak karşımıza çıkar.

Böyle olunca, dünyadaki işlerin olumluluk içinde yürümesi tekvini emirlerin yerine getirilmesiyle doğru orantılıdır. Bu konuda inananla inanmayan arasında ayırım yok. Mesela bir işin olmasında süreç ve sürecin öngördüğünü yerine getirmek tekvini bir gerekliliktir. Bir öğrenci, başarmak için öğretmeninin tavsiyeleri doğrultusunda çalışmak zorundadır. “Sünnetullah” denen yasaların gereği olan sürece uymayıp da yalnızca sonucu düşünerek sınav gününü bekleyen bir öğrencinin karşılaşacağı sonuç bellidir. Ama sınavda ipi göğüsleyense sürece yoğunlaşan, “sünnetullah” yasasına uyandır. Dünyalıkta başarı da sözlü duadan çok tekvini gereklilikleri yerine getirmekten geçer. Sabırsa sabır ve çalışmaksa çalışmak… “Neden Müslümanlar değil de hep yabancılar daha başarılı?” gibi soruların cevabı bu iki şeriatın dengesini korumada aranmalı.

Peygamberimizin “Düşmanınızın silahıyla silahlanın!” diye bize bir hedef göstermiş olması, düşman karşısında zaferin ancak çalışmakla ve düşman teknolojisine erişmekle; dolayısıyla tekvinî emirlerin gereğine uymakla mümkün olabileceği gerçeği ile yakından ilişkilidir.

İşimizde istenilene ulaşamamışsak, bunun sebebini o iş için gerekli olan sürecin yerine getirilip getirilmemesinde aramalıyız.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.