İbrahim KAYGUSUZ

İbrahim KAYGUSUZ

Siyasal İslam (2)

Geçen hafta İslam’a dönük iki farklı bakış açısından bahsetmiştik. Bu farkların analizi için saadet asrından bugüne uzanan mukayeseli, tarihsel ve itikadi bir metodolojiye ihtiyacımız var.

Böyle bir tarihsel anlam zemini inşa edilirse dünü bugüne bağlayan itikadi geçiş koridoru netleşir ve paralel idraklerin kodları çözülür. Bugün kaynağını, haftaya bugününü anlamaya çalışacağımız “siyasa”nın nefsimize ait uzantıları da elbette önemlidir. Son makaleyi de buna ayıralım inşallah.

Çünkü hepimiz bu “münteşire” hastalığın bulaştırıcı alanında dolaşıyoruz. Şu sorunun cevabı çok önemli: “Nurculuk şuurumuz” bizi bu hastalıktan ne derece beri kılmaktadır? 

“Siyasa”nın ontolojisi “insan benliğinin kendine varlık alanı açma ” esası üzerine kurulmuştur. Bu benlik, kendine varlık alanı açarken “ceza ve şiddet”e başvurursa yaptığı şey “siyaset”  olur.

Şüphesiz siyaset, insanları idare etme ve ülke yönetme sanatıdır. Fakat etimolojisine bakın vurgu daha çok ceza ve şiddet üzerinedir. İnsan fıtratına “had” konulmadığından muamelatta “şeytani” yön “Rahmani” yöne ağır basmaktadır.

Machiavelli ve Hobbes popülerliklerini neye borçlular acaba?
Şemseddin Sami’ye göre siyaset, “cezaya uygun görülenlerin cezasını vermede şiddet göstermek” tir. Bu ürkütücü anlam, Bediüzzaman’ın “siyaset ve merhametsiz mukteziyat” arasında kurduğu bağa ne kadar benziyor!

Metinlerde genelde “çıkarların kurnazca kollanması” na vurgu yapılır. Menfaat-siyaset ilişkisi özelinde Bediüzzaman’ın “siyaset-canavar” benzetmesi yapması çok anlamlıdır.

Ahirzamanda siyasetin Yahudilerin elinde “münafıkca” iş görmesi, Deccalin ve Süfyanın elinde hem münafıkca hem de zalimce iş görmesi siyasetin bu negatif içeriği ile ilgilidir. Bediüzzaman Süfyanın “binlerle maddi ve manevi hukuk-u ibadı (Kastamonu Lahikası’ndaki bu ifadeler Dersim olaylarının cereyan ettiği dönemde yazılmıştır) mahvederek iş gördüğünü” buna karşılık ehl-i imanın “fevkalade safderun” olduğunu söyleyerek “siyasa” minderinde zalimlerin “rakip (topuz) içerikli satranç oyunlarına girmediğini söyler. Çünkü şefkatle donanımlı “Nurani”  ilişki sistemi bundan çok uzaktır.

Böyle bir oyunun oyuncusu veya taraftarı olmak fıtratın tarlası olan “ruh” u sersem, imanın mahalli olan “kalbi” i ifsad, hikmetin ve tefekkürün adresi olan “aklı” geveze eder.

İslam tarihinde Hz. Osman’ın katli ile başlayan ve katillerin bulunmasına yönelik Hz. Ali ile muhalifleri arasında çıkan içtihat farkının özü “siyasa”nın bu ürkütücü yansımalarına aittir. Bu iki farklı içtihat aynı zamanda bugüne ait yaklaşımların prototiplerini de içermektedir. O günden bugüne argümanlar çok değişmemiştir.
Muhaliflerin “katilin hemen cezalandırılması” yönündeki talepleri “siyasa’nın ceza ve şiddet içeren ürkütücü izlerini taşımaktadır. Bediüzzaman’ın bu yaklaşıma ait tanımlayıcı kavramı “Adalet-i izafiye” dir.

Hz. Ali’nin “Bir masumu katil zannıyla kısas edebilirim” titizliği, “İslam” ın kendine varlık alanı açması ile “siyasa” nın kendine varlık alanı açması arasındaki farkı açıkça göstermektedir. Bediüzzaman Hz. Ali’nin bu tutumunu “Adalet-i mutlaka” ile izah eder. 
Hz. Ali’nin bu tutumu Kur’an ve Hazret-i Peygamberin (asv)  öğretileri ile şekillenmiştir. Muhalif tutum ise İslamın “şefkat, vicdan ve hakikat” ölçülerinden sapmaya kapı aralamaktadır.  

Sıffin Savaşı ile başlayan hilafet/saltanat ayırımı, günümüze dek binlerce spesifik örnekle varlığını devam ettirmiştir.

Hz Ali çizgisi, Hz. Hasan’ın dünya saltanatını terk etmesi ile birlikte “neşr-i hakaik-ı imaniye” mecrasına kayarken, iktidarı önceleyen muhalif grup önü alınamaz saltanat ve siyaset sarhoşluğunun çarkları arasında yol almak zorunda kaldı. Şii, Harici ve
Mutezili ekoller hep bu geleneksel özden beslendi.
Emevi ve Abbasi dönemlerine ait ırkçı ve şiddet içerikli siyasetler ile Fatımiye, Muvahhidin ve Safevi dönemlerine ait itikadi sapmalar yine bu çizginin izlerini taşımaktadır. Siyaseti önceleyen Şia geleneğinin hâkim bölgelerdeki belirgin tavrı ile aklı önceleyen Mutezili geleneğin birçok yerde egemen devlet fikri haline gelmesi, Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın “ruh-u nebeviyeye” daha yakın olan tutumlarını gölgelemiştir.

Mesela sürekli “muhalif” duruş sergileyen ve “muhali talep eder” düzeyde ütopik hülyalar içine girerek şiddete meyleden Haricik ile günümüzdeki Hizbullah grubunun zihinsel kodları birbirine çok yakındır. 11 Eylül olaylarının müsebbibi olan Usame bin Ladin’in muhalif karakterinde böyle bir tarihsel geri plan aramak zorundayız.

Esasında Selçuklu ve Osmanlı çizgileri bile özünde siyasidir. Çünkü onların kollektif siyasi tutumları, ferdi önceleyen “mutlak adalet” kalıbına oturmamaktadır.

Ondandır ki, “Osmanlı Saltanat Hilafeti’nin ortadan kaldırılması” ile “Risale-i Nur’un Barla’da saha-i vücuda çıkması” nın peşpeşe tarihlerde vuku bulması kaderi planda çok anlamlıdır.

Said Nursi’nin, “Risale-i Nur”un neşri hakaik-i imaniyesi” ile Hz. Hasan’ın “yarım kalan hilafeti” arasında zaman ve mekân üstü bir bağ kurması ve ona “beşinci halife” ünvanını vermesi, bu kaderi plana ait açıklayıcı bir cümledir.

Sonuçta şunu ifade etmek gerekir ki, Nurculuk ile siyasal İslamcı duruşların temel referansları “kur’an ve sünnet” olmakla beraber bunların içeriklerine ait itikatlar, içtihatlar ve tercihler özünde birbirinden farklıdır. Davranış tarzlarındaki farklılıklar bu temel içtihat farkından kaynaklanmaktadır.

Said Nursi’nin siyasete karşı mesafeli duruşu da aslında böyle bir itikadi ve tarihi geri plana sahiptir ve aslında hiçbir zaman konjonktürel olmamıştır. 

Yorumların odaklandığı nokta şurasıdır; Osmanlı’dan Türkiye’ye ve Hilafet’ten tek partiye evrilen siyasal atmosfer, Müslümanca bir harekete meydan vermemiştir. Bu durum Said Nursi’yi operasyonel bir tercihe yönlendirmiştir. Sonuçta o siyasetle bütün bağlarını keserek en büyük siyaseti yapmıştır.

Bu yorum zahir sebep-sonuç ilişkileri bağlamında doğrudur. Fakat bu keskin tercihin arkasında daha hermenötik bir bağlam aramak mantıklı olmaz mı?
Bana göre Hz. Hasan’ın tercihi ile Said Nursi’nin tercihi arasındaki ortak nokta bu sorunun doğru cevabıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum