Şirin adımı Bediüzzaman koydu

Şirin adımı Bediüzzaman koydu

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Emirdağlı Hamza Emek’in kızı Şirin Emek’le yaptığımız röportaj

Nurettin Huyut/Nurdan Huyut-Risale Haber

Bediüzzaman Said Nursi’ye ve Risale-i Nur mesleğine, uzun seneler hizmet etme şerefine nail olmuş nadide insanlardan biridir Emirdağlı Hamza Emek. Bediüzzaman’ın çok ehemmiyet verdiği talebelerden biri olan, bu fedakâr insanı, kızı Şirin Emek’le konuştuk.

Sizi tanıyabilir miyiz?

1957’de Emirdağ da doğdum. Lise’yi bitirene kadar orada kaldım. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Kimya Bölümü’nü kazanarak, Ankara’ya yerleştim.

Babanız nasıl bir insandı?

Babam, Üstada çok bağlı bir insandı. Çok özverili, fedakâr, çalışkan ve Risale-i Nur hizmetine baş koymuş bir insandı. Çok mükemmel bir baba olduğu kadar da, çok yardımsever bir insandı. Biz babamın sağlığında ne kadar yardımsever olduğunu bilmiyorduk. Fakat o vefat ettikten sonra o kadar çok şey duyduk, öğrendik ki, meğer babamız herkesin babasıymış. Yani iman hizmetinin yanında, diğer konularda da insanlara çok faydalı olmuş.

“SANDIĞIN İÇİNDE MEHDİ VAR!”

Babanız Risale-i Nurları nasıl tanımış?


Babam İstanbul’da Vefa Lisesi’nde okurken, yaşlı bir beyle tanışmış. Babamın Emirdağ’lı olduğunu öğrenince yaşlı adam, babama: “Emirdağ’ına çok mübarek bir Zat henüz yeni gitti. Sen de geri döndüğünde git Onu bul ve tanış” demiş. Burada oldukça ilginç bir olayı da size nakletmek istiyorum. Benim babamın Hasan adında bir amcası var. Üstad Emirdağ’a gelmeden on iki sene evvel, Hasan amca bir rüya görmüş: Rüyasında Hz. Ali (r.a), Hasan amcaya bir sandık vermiş ve: ”Bunun içinde mehdi var. Bunu Emirdağ’a götüreceksin. Sahibi gelip senden alacak” demiş. Bu rüyanın üstünden on iki sene geçmiş ve babam Emirdağ’a gelip Üstad’la görüşmüş. Kendisini tanıtmak amacıyla, “Hasan Efendinin yeğeniyim” deyince, Üstad da ona şu ilginç cevabı vermiş: “ Kardaşım, O’na verilen emanetin sahibi benim.” Zaten ilk görüşmelerinde de Üstad, babamı hizmete kabul etmiş.

EVİMİZ HİÇ BOŞ KALMAZDI

Emirdağ’daki evinize nur talebeleri gelir miydi?


Çok gelirlerdi. Bizim evimiz hiç boş kalmazdı. Gece yarısı kornalar çalar, bir bakarsın arabalar sıralanmış… Gecenin ikisi, üçü… Hemen fırlardık bir anne, beş evlat… Annemiz aslında hasta bir insandı. Fakat buna rağmen hiçbir gün o hizmetler annemize ağır gelmemiştir. Hemen kalkardı. “Haydi çocuklar” deyip bizi de kaldırırdı. Bir bakmışsın çorbalar kaynamaya başlamış, çaylar demlenmiş, yataklar serilmiş bile. Çok güzel günlerdi gerçekten.

Size gelen ağabeylerden hangilerini hatırlıyorsunuz?

En başta Bekir Berk amcayı, Mehmet Birinci ağabeyi, Fırıncı ağabeyi, Ziver (Zübeyir) ağabeyi… Benim en çok tanıdıklarım bunlardı. Said Özdemir ağabeyi de tanıyorum. Birinci ağabey, Fırıncı ağabey, Bekir Berk amca, Bayram Yüksel ağabey, bizim evimizden hiç eksik olmayan insanlardı. Hiç gelmeseler, ayda en az iki kere gelirlerdi. Özellikle Bekir Berk amca davaları takip etmek için uzun süre kalırdı.

Ağabeyler sizdeyken daha çok neyle meşgul oluyorlardı?

Tabi biz onların yanında çok oturmazdık. Küçük olmamıza rağmen annemiz bizi böyle yetiştiriyordu. Fakat yemeklerini tepsilerle taşıdığımızı hatırlıyorum. Dediğim gibi annemiz hasta olduğu için, ona yatakları sermede yardımcı olurduk. Küçükken daha yakından tanıyorduk, fakat büyüyünce hatıraların birçoğu uçup gitti… Ama Bekir Berk amcanın dava dilekçelerini, dava savunmalarını bizim evde yazdığı çok olmuştur. Bir de ağabeylerin birbirlerine olan bağlılıklarını çok iyi hatırlıyorum. Yani öz kardeş olsa, bu kadar birbirlerine yakın olmazlardı. Nasıl sarılırlardı, nasıl muhabbetlilerdi… O muhabbet, O samimiyet, hafızamdan hiç silinmez.

BEKİR BERK: “YENGE ÇORBA, YENGE ÇORBA”

Bu ziyaretlerin asıl sebebi Üstad hazretlerinin Emirdağ’da olması mıydı?


Üstad’ın sağlığında Onu ziyarete gelirlermiş. Fakat Üstad vefat ettikten sonra, babamızı ziyaret etmek için gelenler olurdu. Bir de sanıyorum bir yerden, başka bir yere giderken dinlenmek amacıyla da uğruyorlardı. Çünkü hafızamda hep o gece yarısı çalan korna sesleriyle uyandığım anlar kalıyor. Biz bilirdik ki geldiler yine. Hatta Bekir Berk amca’nın merdivenlerden çıkarken: “Yenge çorba, yenge çorba” deyişini hiç unutamıyorum. Çünkü annem yemekleri çok güzel yapardı. Özellikle tarhanası çok meşhurdu.

Gece yarısı gelmelerinde başka sebepler de olabilir mi acaba?

Tabii bu olaylar yaşandığı zaman, çok zor dönemlerdi. Bu zor dönemlerde hem Üstad’a hizmet ettiler, hem de davalarına hizmet ettiler. Çok büyük baskıların olduğu dönemlerdi. Bu sebeple gece yarısını tercih etmiş olabilirler.

BEDİÜZZAMAN: ÇOCUKLARINLA İLGİLEN HAFTA SONLARI GEL

Babanız Bediüzzaman’la ilgili bir şeyler anlatır mıydı size veya sizin hatırladığınız anılar var mı?


Üstad, babamıza: “Senin çoluk çocuğun var. Sen hafta arası gelme. Çocuklarınla ilgilen. Hafta sonları gel bize” dermiş. Zaten annemin anlattığına göre, babam hafta sonları hiç evde olmazmış. Sürekli Üstad’ın yanına gidermiş. Hatta: “Hafta içi gelme” demesine rağmen, babamın yine de Üstad’a hizmet için gidermiş. Üstad Emirdağ’da olduğu sürece babam hep yanındaymış.

Üstad sizin evinize geldi mi?

Evimizin önünden arabayla geçerken, biz, annem ve kardeşlerimle beraber kapının önüne çıkmıştık. Oda arabanın içinden bize el sallamıştı. Ama evimize geldiğini hiç hatırlamıyorum. Bir de anneme çok dua ettiğini söylermiş Üstad babama. Üstad yoğurt çorbasını çok sevdiği için, annem sürekli yoğurt çorbası yapar gönderirmiş. Zaten herkesin yemeğini yemezmiş. Bir de bazen çamaşırlarını da yıkarmış annem. Çok özen gösterirmiş. Melek gibi bir insandı annemiz. İsmi Sabiha’ydı. Çok erken kaybettik Onu.

GECE SAAT İKİDE UYANIR, CEVŞEN, RİSALE OKUR, NAMAZ KILARDI

Hamza ağabeyin bir günü nasıl geçerdi?


Bizim manifatura dükkânımız vardı. Babam gün boyu orada çalışırdı. Akşam olduğunda eve gelirdi. Her akşam, yemekten sonra bizi başına toplar, sırayla risale okuturdu. Biz okurduk o açıklardı. Fakat çocukluktan olacak kıymetini pek bilmeden, başka kitapları daha çok okurduk. Babam hep Risale-i Nurları okumamızı tembih edince ben hemen atılırdım:” Anlamıyorum baba” diye. “Sen oku, ruhun gıdasını alır. Okudukça anlayacaksın” derdi bana. O zamanlar çok kıymetini bilemesek de, şimdi daha fazla özen gösteriyoruz okumaya. Hatta okuduğum risalelerin çoğu yerinde: “Burayı babamızla birlikte okumuştuk, o bize şöyle açıklamıştı” diyebiliyorum. Sonra yatsı namazını kılar ve erkenden yatardı. Çünkü babam gece saat ikide uyanırdı. Ya cevşen, ya risale okur, ya da namaz kılar, sabaha kadar mutlaka bir şeylerle meşgul olurdu.

Beş kardeştik dediniz değil mi?

Evet. Biz beş kız kardeşiz. Hiç erkek kardeşimiz yok. Bu sebeple hepimiz yaşımıza göre mutlaka babamıza dükkânda yardım etmişizdir. Çok şükür kardeşlerimin hepsi hayattadır. Hala bir ablam Emirdağ’da ikamet etmekte...

ŞİRİN İSMİNİN HİKAYESİ

Şirin ismi nerden geliyor?


Benim ismimi Üstad koymuş. Tabi o zaman erkek evlat bekleniyormuş. Kız olunca babam hızla fırlayıp Üstad’ın kapısına gitmiş. Fakat o daha: “Efendim bir kızımız oldu” demeden Üstad: “Biliyorum kardaşım” demiş. “Kızımız geldi, Şirin’imiz geldi, adını Şirin koyalım ki, gözümüze şirin gelsin” diyerek babama müjdeyi ondan önce vermiş.

Bir de cübbesinin altına alma meselesi var. Onu anlatır mısınız?

Ayşe ablamın başından geçen bir hadise o. Dört beş yaşlarındayken, babamla camiye gitmiş. Bir anda babamızın yanından fırlayıp Üstadın cübbesinin altına girivermiş. Üstad da onu cübbesiyle sarmalamış. Daha sonra da :”Hamza çok acip bir kızın var” diye latife yapmış.

Peki, babanız hiç karakola çağırıldı mı?

Birkaç kez gitti. Suçu evde kitap bulundurmasıydı. Bu yüzden, askeriyeye götürdüler babamı. Hatta oradaki Albay: “Hamza Bey, sizde mi bunların içindesiniz?” demiş. Çok hayret etmiş. Babam da ona çok güzel bir şekilde izah etmiş, ama ne kadar nasibini aldı bilmiyoruz tabii. Çok hareketli günlermiş. Baskı oldukça büyükmüş. Hiç vazgeçen olmamış ama.

YEMEK MASASININ ALTINDA GİZLİ KİTAP BÖLMELERİ

Kitapları nerede saklamıştınız?


Babam kitaplar için özel yerler hazırlamıştı evin muhtelif alanlarında. Özellikle yemek masasının altında gizli bölmeler yapmış, oralara yerleştirmişti kitapları. Bazen de babaannemin bağ evine götürülürdü kitaplar. Fakat babam ve diğer ağabeyler risaleleri elle yazdıkları için, birçok kitap evimizde olurdu. Bu sebeple birçok defa evimize baskın yaptılar. Paldır küldür jandarmalar eve girerdi. Geldikleri zaman aranmadık yer bırakmıyorlardı. Her yeri dağıtmaları, o eşyaların havaya fırlatılışı, postal sesleri falan hiç gözümün önünden gitmiyor. Yaşımız da küçük olduğundan, çok korkuyorduk. O yaşta gözümüz önünde babamızın götürülüşü acı veren şeylerdi.

Babanız o risaleleri nerede yazmıştı?

Babamın anlattığına göre; Emirdağ’da Adaçalı denen tepede yazmışlar. Üstad bildiğiniz üzere hep yüksek yerlerde oturmayı, tefekkür etmeyi tercih edermiş. Üstad, babam ve birkaç talebesiyle beraber bu yüksek tepeye gidip, bir ağacın altında otururlarmış. Üstad gözlerini uzaklarda bir noktaya diker, saatlerce söyler, talebeleri yazarmış. Kolları uyuşana, ağrıyana dek yazarlarmış. Onlar yazmaktan yorulurmuş, fakat Üstad söylemekten yorulmazmış.

“DÜŞÜNDÜĞÜ ŞEYİ YAPSIN”

Babanızın hapse girme olayı nasıl oldu?


Burayı özellikle vurgulamak istiyorum. Babama Emirdağ’da ilk olarak Demokrat partinin ilçe başkanlığı teklif edilince babam kabul etmeden önce Üstad’a sormak istemiş. Daha yolda giderken, Üstad bir talebesini yollamış ve “Düşündüğü şeyi yapsın” diyerek teklifi kabul etmesini belirtmiş. Babam bu sebeple, 1960 ihtilâlinde, Demokrat Parti İlçe Başkanı olduğu için, sırf demokrat olduğu için yanındaki üyelerle birlikte hapse girdi. Yanlış hatırlamıyorsam iki üç ay hapis yattı.

“BU İLK GECEYİ NASIL GEÇİRECEK HAMZA?”

Son olarak Hamza Emek ağabey’in vefatıyla ilgili paylaşmak istediğiniz bir şeyler var mı?

Ben de teşekkür ederim. Risale Haber ekibi olarak böyle güzel hizmetlere vesile oluyor, bu hizmete emeği geçmiş insanları yeniden hatırlatarak en azından vefa borcunu ödemiş oluyorsunuz. Son olarak şunu belirteyim; Babam Üstad’dan sonra hizmetlerine devam etti ve sürekli olarak farklı memleketlere gidip hizmetleri takip etti.

Hayatını iman ve Kuran hizmetine adamış, ülkesi ve yardıma muhtaç insanlar için her türlü maddi ve manevi fedakarlığı yapmış olan canım babam 16 Haziran 1990’da geçirdiği ilk kalp krizinde hayata gülümseyerek veda etmiştir. Babam için ağabeyler de Hamza ağabey ölüme gülümseyerek gitti demişlerdir. Binlerce insan cenazesine koşmuş, hayır dualar etmişlerdir.

Sonradan öğrendiğimize göre babam vefat ettiğinde ağabeyler defin işlerinde uğraşırken Birinci Ağabey bir kenarda oturuyormuş. Bir ağabey de gelip ona babamın o gece kabirde ne yapacağını sormuş. Birinci ağabey de, kardeşim ne yapacak Üstadımız alır onu götürür demiş. Soruyu soran ağabey de kendi kendine acaba o kadar kolay mı  demiş ve o gece rüyasında babamı görmüş. Babama: “Ağabey bu gece ne yaptın?”diye sormuş. Babam da: “Kardeşim ne yapacağım? Üstadım gelip götürdü” demiş.
Allah hepsine olduğu gibi babacığıma da rahmet eylesin…

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.