Pek muhterem Ekrem Kılıç ağabeyimin hatırasına

Ekrem KILIÇ

Habip Artan’ın yazısı

Harran Üniversitesinde birlikte kurucu Daire Başkanı ve mesai arkadaşı olmamız itibariyle kendisiyle 1993 Ekiminde tanışma fırsatı bulmuştum. İlk görmem ve tanımam ile onu sevmiş ve benimsemiştim. Böyle bir insana akraba olmayı içimden arzu ederken başta Allah’ın izni, İsmail Benek ağabeyin vasıtası ve yardımı ile bu isteğim gerçekleşmiş oldu.

Kendisiyle yaklaşık dört yıl beraber çalışmıştım, ilk önceleri tıfıl ve acemi bir personel olduğumdan bir çok yazılarımı ona kontrol ve paraf ettirdikten sonra gönderirdim. Ondan bir memurun ve amirin nasıl yazı yazacağını öğrendim. Mesai arkadaşlarını gördüğümde hala bir çokları ona selam ve hürmetlerini bildirmemi söyler, onu hayır ve saygı ile yâd ederlerdi.

Son çalıştığı yer olan Harran Üniversitesi’nden 28 Şubat sürecinin ayak seslerinin başlaması ile birlikte 1997’de Genel Sekreter Yardımcısı (Uzman) olarak zorunlu emekliye sevk edilmişti. 28 Şubat mağduru olmuştu. Bizlere, üniversitemize ve genç personele 14 yıl daha katkıda bulunabilirdi. Çalışırken de aramızdan erken ayrılmıştı.  

Çok nüktedan bir edebi kişiliği vardı; konuşma esnasında nükteli bir hazır cevap ile taşı gediğine koyuverirdi. Bir ağabeyin oğluna hitaben dediği, “Ula oğlum Sacit, Sacit! Sola citme sağa cit” hatırası hala kulağımızdadır. İlk torunu dünyaya geldiğinde kendisini ve arkadaşını birisine tanıştırdığı esnada “arkadaşım Necmi Dedeoğlu, bendeniz Ekrem Dedeoldu” diyerek latife yapmayı ihmal etmezdi. ilk torunun dünyaya gelmesi ile ilgili olarak; yüksek lisans tezimi mısır bitkisi üzerine yaptığımdan hasat zamanı ise  muhtemelen doğum zamanı olan kasım ayına denk geleceğinden, torununa “sen doğduğunda baban mısır seferine gitmişti” diyerek latife ederdi.

Ekrem ağabey diyorum hala, o bana kayınperderin ötesinde bir ağabey, bir arkadaş gibi muamele ederdi. “Evladım” diye hitab etmeye bile hicab ederek “Habib Hoca” diye seslenirdi. Bir peder değil bir kardeş gibi, can yoldaşımızdı. Allah (cc), hizmetin kerameti olsa gerek, kendisine uyumlu, onu üzmeyen evlatlar ve damatlar nasib etmişti. Bizleri çok sever, korur ve kollardı. Her konuda rahat konuşabileceğim şahıslardan birisiydi. Yaşıtımız gibi davranıyordu adeta, sinirlendiğine hiç şahit olmamışızdır. 
Yeri, bu zamanda doldurulamaz diyorum ama yine de Allah’tan ümid kesilmez, buna benzer şahsiyetlere toplumumuzun çok ama çok ihtiyacı var. Sağ iken ilminden çok faydalanmayı istememize rağmen şu dünyanın meşgaleleri ve hizmetimiz gereği almış olduğumuz sorumluluklar buna engel olmuş olabilir diye düşünüyorum.

Vücud ve ruhu narin bir insandı. İyi niyetli, sevecen, tevazu sahibi idi. Çok merhametli, naif, şefkatliydi. Nüktedan, hep güler yüzlü ve güldürürdü. Salih bir insandı, halim selim ve kadirşinastı, sevenleri çoktu. Temiz ve titiz olmakla beraber, mükemmelliyetçi bir şahsiyeti vardı. Haksızlığa tahammül etmezdi. Mutevazı bir hayat sürdürdü. Adeta ayaklı bir kütüphane gibi idi. Ailemizin doktoru ve eczacısı gibi idi, ne zaman hasta olsak kullanacağımız ilacı ilk önce ona sorardık.

İtikadi mezhepce Hanefi olmasına rağmen azimette Şafii mezhebi ile amel ederdi. Günde üç tane cüz, bir büyük cevşeni okuyup bitirirdi. Derin tarih bilgisi vardı. Ebced ve cifir hesabını da fevkalade kulanabiliyordu. Bir çok nur talebesi ve ağabeylere ölüm tarihi ile ilgili ebced hesabıyla ta’miyeli tarih düşen aruz vezni ile şiirler yazmıştır. Özellikle aile efradına ve torunlarına doğduğu yıla ait olmak üzere ta’miyeli tarih düşmeyi ve dörtlük yazmayı ihmal etmezdi.

Son yarım yüzyılın Akif’i gibi idi, yazarlık yönünün yanısıra teknik bir adamdı, teknolojik araçlara çabuk uyum sağlardı. Çok yönlü, fonksiyonel bir karekteri vardı. İsmi gibi kerem sahibi ve cömert idi. Sözünde durur, emin bir kişiliği vardı. Kimseyi kırmaz, doğu ve batının birleşimi bir geleneği vardı. Misafirperverdi, muktesid idi, israftan çok kaçınırdı. Borcuna düşkün, hayırsever, tasadduku fevkalede idi. Hayır kurumlarınına sürekli her ay aksatmadan tasaddukta bulunurdu.

Namazını mümkün mertebe vaktinde kılar, namaz tesbihatını hiç bir zaman ihmal etmezdi. Risale-i Nurları çok iyi biliyordu, mükemmel ders yapar, gereksiz açıklamalardan kaçınırdı. Risale-i Nur’un tarihçesine gayet hakim idi. Saff-ı evvel ağabeyleri, adeta onların zamanında yaşamış gibi tanıyordu. Ezberi kuvvetli ve zeki idi, Yasin-i Şerif başta olmak üzere Hizbul-Kur'an’ı  tamamen ezberlemişti. Geceleri teheccüd namazını ihmal etmeden yıllarca devam ettirdi. Kaza namazlarını sık sık kılar, varsa muhtemel eksiklerini tamamlardı. Senenin yarısını oruçlu geçirirdi.

Osmanlıcayı gayet derecede iyi biliyor, bu tür metinleri adeta Türkçe gibi hızlı okurdu. Bir din görevlisi gibi ihmihal bilgisi vardı. Bazen altından kalkamadığımız konuları ondan öğrenir ve sorar, bilgi sahibi olurduk. Risale-i Nur Külliyatından anlamadığımız meseleleri ona açar, onu dinler ve öğrenme imkanı bulurduk. En son ona okuduğumuz, bizden dinlediği, Risale dersleri ise; Hastalar Risalesi ve 30. Lem’adaki İsm-i Zat-ı Hayy-u Kayyum’un bir cilvesi olmuştur.

Çocuklarına ve torunlarına çok şefkatli idi. Onlara eşit muamele ederdi. Yakınlarının güzel ve önemli günlerini hep hatırlar ve hediyelerle karşılık verirdi. Torunlarını bayramlarda, karne, doğum günleri gibi önemli günlerinde hediyesiz bırakmazdı, hayat arkadaşına en son söylediği vasiyetinde “kızlara bak, gözünüz üzerinde olsun, onlara her zaman yardımcı ol” demişti. Tek başına evde kalmaktan hoşlanmazdı, Sünnet-i seniyyeye harfiyyen uymaya çalışırdı. Kredi kartı kullanmazdı. Üzerinde tapulu malı mülkü yoktu, olanını da uzun zamandan beri hizmetlerde kullanılması için vermişti.

Temiz, tertipli, düzenli, çevreye duyarlı idi. Hak hukuk gözetir, ayrım yapmaz, yanında birlikte çalışanlar ondan memnun idiler. Kimseyi incitmez, kem-kötü söz kesinlikle ağzından çıkmazdı, tevazu sahibi idi.

Son yarım asrımızın entellektüel düşünürü idi, iktidarların iyi icraatlarını destekler, yanlışlarını tenkid ederdi. Siyasetten uzak dururdu. Farklı kesimlerin hizmet anlayışlarına eşit mesafede yaklaşır, kendi fıtratına en uygun olanı ile iştigal etmeye çalışırdı. Devlet mevzuatı ve kanunları çok iyi bilir ve bürokraside bunu en iyi şekilde uygulardı. 

İyi bir edebiyatçı, yazar ve şair idi. Uzun yıllar bir çok basılı gazete ve dergilerde, internet medyasında yazı ve şiirleri yayınlanmaktaydı. Kendisi fazla istekli olmadığı için bugüne kadarki tüm nesir ve şiirlerini kitaplaştırmamıştı. Ancak elektronik ortama aktarmış, toparlamış ve yayına hazır hale getirmiş ama herhangi bir yayınevi tarafından kıymeti anlaşılamadığından basın ve yayımını görmesi nasib olmadı. İnşaallah bizler, onun eserlerinin herkes tarafından bilinmesi ve paylaşılması bakımından kitaplaştırmayı düşünüyoruz.

Senenin Haziran-Ekim arası yaz aylarını köyde, orman içi ortamda kiraladığı evde geçirirdi. Hemen hemen hayatında ciddi bir hastalık geçirmemişti. Hastalandığında dahi mütevekkilane durumunu devam ettirdi, son durumundan müşteki değildi, sürekli hamd ve şükür içerisinde idi.

Şanlıurfa’da yaşadığı 25 yıllık süre içerisinde bir çok hayır kurumlarının vakıf ve derneklerindeki resmi işlemelerini fi-sebilillah karşılıksız yapar ve takibini sağlardı. Bu nedenle yakın arkadaşları kendisinin köyden gelmesini dört gözle beklerlerdi.

2017’nin Ekim ayında kaldığı köyde, Kasım ayında ise Şanlıurfa’da olmak üzere iki defa gizli bir kalp krizi geçirdiğinin ne kendisi, ne doktorlar ne de biz yakınları farkında değildik. Aşırı kuru öksürükler üzerine yapılan ileri tetkikler neticesinde kalp krizi geçirmiş olduğu, kalp yetmezliği ve buna bağlı olarak akciğerlerde sürekli ödem birikmesi ile karşı karşıya kalmıştı. Anjiyo süreci ve ilaç tedavisinden sonra yedi gününü de serviste yatarak, son bir haftasını yoğun bakımda kalarak geçirmişti. 120 günlük hastalık sürecinde Cenab-ı Allah ona sanki müsaade etmiş gibi dost, kardeş ve yakınları ile vedalaşıyordu. Muzdarip olduğu hastalıktan yaşının ilerleyişi, kalpteki hasarın fazla olması sebebiyle ameliyat imkanı ile kurtulma çaresinin çok az ihtimal olduğunu kendisi de biz de biliyorduk. Bu yüzden ameliyat olmayı başta kabul etmemiş ne kimseyi yormayı ve ne de kendisine verilen emanetini fazlaca kurcalamak istemiyordu.

Fani dünyadan ayrılmanın zamanının geldiğini bilircesine hazırlıklarını yapıyor, vasiyetini tekrar kaleme alıyor, uzatmaları yaşadığının farkında olarak kendisine de ebced hesabı ile bir dörtlük yazarak bâki aleme gitmek için hazırlık yapıyordu. Hafızasını, şuurunu ve dikkatini kendisini gördüğüm son saate kadar muhafaza etmişti hatta kendisine su verirken şişenin ağzını açmayı unuttuğumu farkederek eli ile müdahele etmişti.

Son nefesini verdikten sonraki halini ilk gören birisi olarak kendi vasiyetinde “Azâril (a.s) bugün gelse hoş geldin safâ geldin diye, gülerek karşılayacağım” dediği gibi sözünde durmuş ve onu tebessümle karşılayarak bu fani dünyanın imtihan, talim ve talimatından terhis olmuştu. “Cümle ehl-i imana, varsa benim hakkım helal olsun, sizlerde hakkınızı helal edin” diyerek Rahman-ı Rahmanına kavuşmuştu. Bizlere emaneten bıraktığı vasiyetinde “Hak yolundan ayrılmayın, mal, dünya, fani işler için niza etmeyin, birbirinize kırılmayın, darılmayın, Risale-i Nurları okuyun, cemaati terketmeyin” demişti. Son duasını; “Cenab-ı Hakk’ın afv-ü rahmeti, Hz. Peygamber’in (sas) şefaati cümlemize imdâd etsin. Amin. Allah’a emanet olun“ diye bizlere son defa bu dünya gözü ile dua etmişti.

Geride kalanlardan nasihat isteyenler için ölümün yettiğine bir kez daha yakından iman ediyorsunuz, taziyesinin; adeta bir sila-i rahme ve ve ufak tefek dargınlıkların izalesine bir vesile olmasıyle birlikte aynı zamanda bir kez daha etraflıca nefsi terbiye etmenin ve hesaba çekmenin bir vesilesi olmuştu.

Cenazesine ve taziyesine; daha önceleri yaşamış ve hizmet etmiş olduğu beldelerden başta Batman ve Siirt olmak üzere bir çok yerden, özellikle Peygamberler şehri Urfa’daki dost ve arkadaşları iştirak etmişlerdi. Ona; vefatıyla birlikte belki yüzün üzerinde Hatm-i Şerif, Yaşin-i Şerif ve cevşenler okunarak ruhuna hediye edildiğine şahidimdir. Gökkubbede hoş bir seda bırakmak bu olsa gerek.

Ekrem Hocamın geçirmiş olduğu hastalıkdan dolayı, kardiyoloji servisinde ve koroner yoğun bakım ünitesinde tedavisi sırasında, geçmiş olsun dileklerini ileten, duaları ve şifa dilekleriyle hastamızı ve yakınlarının acılarını hafifleten, nihayet 14 Şubat 2018’de vefatı ile cenaze namazı ve defin sırasında bizleri yalnız bırakmayan dostlarımıza, Osman Ağan Camii’nde yapılan taziyelerimize uzak ve yakın yerlerden gelenlere, taziyede uzun süre oturan, bizleri teselli eden, Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz ve Mustafa Kılıç Hocamıza ve diğer dostlarımıza, 22. Dönem Siirt Milletvekili Öner Ergenç Beye, cenaze merasimine katılan tüm gönül dostlarına, Harran Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ramazan Taşaltın Hocamıza, telefon veya mesaj yolu ile taziye dileklerini ileten, taziye sırasında misafirlere yakın ilgi gösteren, maddi ve manevi katkıda bulunan, başta Haliliye Vakfı, Gapder Derneği, Bediüzzaman Vakfı, Hayrat Vakfı üyeleri ile Ekrem Hocamızı yakından tanıyan eş, dost ve kardeşlere, bir çok vakıf ve dernek tarafından okunan Kur’an-ı Kerim hatm-i şeriflerini okuyan muhterem Mustafa Kılıç Hocamız ve Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe Hocamıza, taziyeden sonra evimize kadar gelerek taziyelerini bildiren Şanlıurfa Milletvekilimiz Mehmet Ali Cevheri  ve diğer adını sayamadığımız tüm dostlara, ayrıca, Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi kardiyoloji polikliniği, servisi ve koroner yoğun bakım ünitesinde başta Prof. Dr. Recep Demirbağ  Hocamıza, hastane müdürü ve idarecileri olmak üzere tüm emeği geçen doktor, hemşire ve diğer sağlık personeline, bu süreç içerisinde bizleri yalnız bırakmayan, acılarımızı paylaşan yakın aile efradımız ile tüm akraba, dost, kardeş ve arkadaşlara teşekkür eder,  saygı ve selamlarımızı sunarız.

Onu bu bu kısa ve nakıs yazı ile onu yâd etmek, yetersiz kalacaktır ama yine de dilimin döndüğü, onu anlayabildiğim kadarıyla tarif etmiş oldum.

Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet  olsun.

Not: Kendi vefatına da tarih düşmüştü. İşte bize emanet ettiği o son dörtlük:
“Kılsa atâ râhmet edip, ba’dehû,
Etse nidâ Hakk: “Feğafernâ lehu!” (*)
Mevtime târîh düşürüp gitse “o”;
Fâtiha ihsân ediver; zor mu bu?“ (Hicrî 1439), Milâdi 2018

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.