Teknoloji ve iletişim sarmalı, freni patlamış bir kamyonun yokuştan aşağı inercesine hızlı bir şekilde geliştiği ve yayıldığı bir dönemde tüm dünyayı etkisi altına alan bir salgın hastalık başladı. İlk zamanlar bilim insanları dahil herkes şaşkın ve tedirgindi. Hastalığın tedavisi ve aşısı ile ilgili birçok çalışma yapılmaktaydı ama diğer yanda da insanlar hayatlarını kaybetmeye devam ediyordu. Özellikle şehir hayatında yaşayanlar çok şaşkın ve çaresizdiler.
Çalışma, eğitim ve yaşam şekilleri zorunlu olarak değişmişti. Şehirlerde hayatlarını belli bir standarda getiren insanlar bu pandemi döneminde o standartları ve konfor alanlarını bir bir kaybettiler. Pandemiden önce hızlı yaşayan, tüketen, öğrenen ve ne olursa olsun mutlu bir yaşam biçimine sahipti insanlar. Pandemi denen bu salgın hızlı yaşaman yavaşlaması gerektiğini en acı bir tecrübeyle bizlere öğretti.
Şehirler sessizleşti, caddeler ıssızlaştı ve sokaklar hayvanlara kaldı. Dışarı çıkmak artık lüks haline gelip, izne ve belirli saatlere bağlanmıştı. İhtiyacımız olan gıdalar kuryeler; ilaçlarımız ise sağlık çalışanları vasıtasıyla evlerimize gelir oldu. Alışverişleri çevirim içi platformlardan el değmeden ve temassız bir halde yapar olduk. İlkokul, lise ve üniversitelerin eğitimleri de çevirimiçi kurulan platformlar ve uygulamalar üzerinden verilmeye başlandı. Belli yaş aralığındaki birçok çocuk eğitim hayatının bir dönemini ekran başında geçirdi.
Bulunan çeşitli aşılar ve tedaviler sayesinde 3 yıllık bir süre sonunda hastalık etkisini kaybetmeye başladı. Nihayet pandemi bitmişti ama pandeminin hayatımıza zorunlu olarak sokmuş olduğu birçok davranış biçimleri ve alışkanlıklar hayatımızdan hiç gitmedi. Bu davranış ve alışkanlıklar yeni yaşam biçimimizi belirledi. Artık eğitim, çalışma ve alışveriş modellerimiz pandemidekine benzerlik gösteren bir şekle girdi. Hibrit çalışma ve eğitim modellerinin gelişmesi ile birçok sektör ve kurum mevcut yapılarında değişikliğe gitmek durumunda kaldılar.
Evden çıkamadığımız o pandemi sürecinde bütün iletişim ve etkileşimimizi televizyon, tablet, bilgisayar ve telefonlar ile yapmaktaydık. Durum böyle olunca da bizleri ekran başına mahkûm eden ve yalnızlaştıran pandemi, daha sonrasında bu mahkûmiyet ve yalnızlığı devam ettirdi.
Aradan geçen bunca zamana rağmen şimdi de durum pek değişti denilemez. Çünkü bizler yine aynı şekilde bütün ihtiyaçlarımızı ekran başında ve ekran karşısında gideriyor ve ömrümüzü tüketiyoruz.
Kıyafetlerimizi ekrandan alıyoruz, yiyeceklerimizi ekrandan seçiyoruz, banka ve finans işlerimizi ekrandan yapıyoruz, dostlarımız ve arkadaşlarımızla ekranda buluşuyoruz, sevinçlerimizi ve hüzünlerimizi ekrandan paylaşıyoruz, kültürel ve sanatsal aktiviteleri ekrandan takip ediyoruz, eğitimimizi ve kişisel gelişimimizi çevirim içi eğitim modeli ile ekrandan yapıyoruz.
Sizce bütün hayatımızı sığdırmış olduğumuz bu içi boş ekran gerçekten bizi mi yansıtıyor yoksa biz onun yansıttıklarını mı çevremize yansıtıyoruz?