Kader ve İradenin Hakikati (Kader Risalesi İzahı)

Ediz SÖZÜER

Eğitim Programı Ön Bilgilendirmesi: 6 Şubat 2015 18. 00 Ct. günü Yazarlar Birliği Sümer-1 Sok. No: 11/9 Kat:4 Kızılay/ANKARA’da sunulacak ve ayda bir kez yapılacak, izahlı ve görsel sunumlu Risale-i Nur Eğitim Programımızın yeni dersi: “Ölümün Çaresi..” (İkinci Bölüm) Hayat yolunda kendimizi nasıl kandırdığımızı ve bundan çıkış yollarının neler olduğunu ve %99 kesin bir ihtimalle ebedî bir hayatı kazandıracak olan hakikî bir imanın, nasıl bir özelliğe sahip olduğunu bambaşka bir farkındalıkla öğrenmek ister misiniz? Programımıza buyrun! Ruhu dinlendiren ve başka bir âleme götüren müziğiyle 1 dk. 34 sn. lik tanıtım videosunu tam ekran ve HD izleyin: https://youtu.be/qsBWYxZerq8 Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programımızın güncel ders konularının detaylarını ve tarih/yer bilgilerini https://www.kesifyolculuklari.com ve www.risaleinuregitimprogrami.com adreslerinden takip edebilirsiniz. Hem bizi (haddimizin fevkinde olarak üstlendiğimiz) bu önemli iman hizmetinde yalnız bırakmamak ve manen destek vermek için; hem de imanî ilimlerin tahsilinde ciddî bir altyapı kazanmak, Risale-i Nur’u farklı mana açılımlarıyla anlamak ve taze bir heyecanla, alışkanlık ve sıradanlık perdesini kaldırıp atmak için derslerimize katılmanızı arzu ediyoruz.

Yazımızda, Risale-i Nur’un “26. Söz”ü üzerinde geliştirilmiş bir izah çalışması olan bir kitapla tanıştıracağız sizi: “Kader ve İradenin Hakikati”…. (Kadere İman Esasının İspatı)

Eserde, “Kader ve iradenin birbirinden nasıl ayrılacağı” meselesi ve “her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğu”nun delilleri ele alınıyor. Ayrıca kadere imanın insana bir ağırlık ve sıkıntı vermediği, tam tersine mükemmel bir hafiflik ve rahatı temin ettiği ve “dünyada gördüğümüz musibetlerin çirkinliği” ile “kaderin her şeyinin güzel olmasının” nasıl uzlaştırılacağı gibi konularda, şimdiye kadar İslam tarihinde görülmemiş ustalıkta cevaplar veriliyor. Sa’d-ı Taftazanî gibi büyük bir âlimin kırk elli sayfada, Mukaddemât-ı İsnâ Aşer ismiyle meşhur kitabında ancak hallettiği ve fakat halk tabakasının anlayabileceği bir seviyeye indiremediği aynı meseleler, bu risalenin İkinci Mebhas’ında sadece iki sayfada ve herkesin anlayabileceği bir tarzda tam manasıyla anlatılmıştır.

Bu kitapta kader ve iradenin mahiyeti, birbirleriyle nasıl uzlaşabilecekleri, kadere iman etmenin insan hayatına ne anlam ifade ettiği ve kaderin varlığının delilleri konularında daha önce hiçbir yerde görmediğiniz anlaşılırlıkta izahlarla karşılaşacaksınız.

Ayrıca ikna edici, billur gibi açık ve akıcı bir üslubun, aklı ve kalbi tatmin eden mantıkî çıkarımlarla ahenkli arkadaşlığına şahit olacaksınız.

Bu küçük hacimli fakat ifade ettiği mana derinliğiyle büyük bir önem taşıyan kitap çalışması yani Kader Risalesi’nin izah metinleri hakkında şunu samimıyetle ifade ve itiraf etmemiz gerekiyor:

İzah metinleri ortaya çıkmadan önce, (istisnasız her seferinde) ne yazacağımız hakkında bir fikir sahibi olmadığımız halde, daha sonradan ortaya çıkan metinler karşısında hayrete düşüyor ve o meseleleri daha önce hiç bu netlikte idrak etmemiş olduğumuzu görüyorduk. İzah metinlerinin kontrolünü yaparken muazzam bir keyif ve zevk alıyorduk ve sanki bir başkasının yazdığı kitabı okuyorduk. Yazılanlar, en büyük sıkıntılarımızı ummadığımız şekilde dağıtıyor, müthiş kuvvetli ve sağlam bir iman hali veriyordu. Çünkü yazdıklarımız, ebedî iman ve Kur’ân hakikatlerinden bahsediyorlardı ve bir insanın kendi başına, şahsî mahareti ve kabiliyeti ile ortaya koyduğu bir eserden çok daha farklı bir mahiyet arz ediyorlardı. Bu nedenle o hakikatlerin güzellik ve mükemmelliği ifadelerimize aksetmiş olmalıydı.

Kader Risalesi’nin bu derece anlaşılır ve billur gibi bir netlikte bir izahını nasip eden Rabbimize binlerce kere şükür ediyoruz. Herkesten önce bu hakikatlere bizzat talipli olan biri olarak bu tarzdaki bir Kader Risalesi izahına rastlamadığımı ve bunun ancak ilahî bir ikram olduğuna kesin bir inançla itikad ettiğimi ifade etmek, üstüme bir borçtur.

Elbette çok meşakkatli ve zahmetli bir çabanın içindeydik ve bir-iki sayfa izah metni, çoğu zaman 3-5 saat sürdüğü oluyordu, bir o kadar da dipnotlar ve kavramlar sözlüğü uğraştırıyordu ama sonucunda hissettiğimiz keyif, mutluluk ve manevî tatmin duygusu buna fazlasıyla değiyordu. Bu aşamalarda ilk defa Bediüzzaman’ın “Ben de Risale-i Nur’un bir talebesiyim. Kur’ân dersinde bir ders arkadaşınızım ve ben de Risale-i Nur’a muhtacım” demesinin altında yatan manayı gerçek anlamda hissettik ve tevazu yapmadığını gördük.

İnsan olmanın bir gereği olarak, aynı arayışta olan ve aynı ihtiyaçları hissedenlerle bulduklarımızı ve hissettiklerimizi paylaşmak istedik. Hep birlikte istifade etmek maksadıyla ve en az herkes kadar aç ve muhtaç olduğu için kendine ikram edilmiş bir sofraya samimiyetle davet eden birine benziyoruz. Ya da, büyük ve tükenmez bir hazineyi ve anahtarını keşfeden, o hazineyi heyecanla duyurmak ve başkalarıyla da paylaşmak isteyen meraklı bir çocuk gibiyiz.

Büyük bir heyecanla paylaştığımız bu çalışmaya muazzam bir efor harcadık. Fakat itiraf ediyoruz ve çok şükrediyoruz ki, bu çalışma gerçekten de şahsî kabiliyet ve gücümüzün çok üstünde olarak Allah'ın özel bir ikramı olarak ortaya çıktı. Risale-i Nur’a gönül vermiş herkesin ve her müminin, hatta doğrusu ya insan olan herkesin çok büyük bir şevkle, heyecanla ve susuz kalmış bir insanın suyu kana kana içtığinden daha fazla bir açlıkla ve ihtiyaç hissederek bu kitabı okuyacağına tüm kalbimizle inanıyoruz.

Bu çalışma, bütün inananlara ve özellikle Risale-i Nur talebelerine kutsî bir hediye olsun inşallah..

“Risale-i Nur İzah Metinleri Küçük Kitaplar Serisi”nin bir devamı olan kitabımızı, gerek Risale-i Nur’a gönül vermiş düzenli okuyucularına, gerek Risale-i Nur’u okumaya yeni başlayacaklara tavsiye ve takdim ediyoruz. Kitap içeriğinde eser metni, izah metni ve kavram açıklamaları bir arada sunulmuştur. Bu çalışma, “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli kitap çalışmamızın bir parçasıdır ve kitabın “İman Hazinesinin Varlığını Delillerle İspatlamak” isimli ikinci bölümündeki altı adet “hakikatin”, Altıncı Hakikatidir.

Ücretsiz E-Kitap olarak okumak ve Pdf ve Word formatında indirmek için gerekli bilgiler ise şöyle:

Google Books: https://books.google.com.tr/books/about?id=kLyfCgAAQBAJ&hl=tr

(Tamamı önizlenebilir ve pdf olarak indirilebilir)

Google Play: https://play.google.com/store/books/details?id=kLyfCgAAQBAJ

Kitabımız ücretsizdir, “Ücretsiz Örnek” bölümünden tamamı okunabilir. Google Play'de "0 (sıfır)" liraya satın almak için kredi kartı bilgilerinizi kaydettirmeniz, tamamen teknik bir gerekliliktir. Ayrıca kitabımızı Pdf veya Word formatında indirerek E-Kitap olarak okumak veya çıktısını alarak ciltlettirerek okumak isteyenler için adres: https://yadi.sk/d/cs2sRKj_czB2J (buradaki “Metin Kitaplar” bölümünden kitabımızı indirebilirsiniz. )

Yazımıza aldığımız kısım ise 26. Söz’ün “1. Mebhas”ı için kaleme aldığımız izah metni olan bölüm. Kitabın tamamını yukarıda verdiğimiz adreslerden okuyabilirsiniz.

Kader Risalesi - 26. Söz 1. Mebhas İzah Metni:

Öncelikle kader ve irade ile ilgili imanî meselelere sağlıklı bir yaklaşım kazanmadan, bu meselelerden bahsetmenin bir anlamı olmadığını ortaya koymak gerekiyor. Diğer iman esaslarında olduğu gibi kadere iman da, Allah’a iman esasından ışığını alır ve o temel esas üzerinde şekillenir. Kader ve irade, Allah’a iman esasının bütün detaylarıyla kabul edilmesinin bir neticesi olarak ortaya çıkan ve vicdanen kabul edilip, hissedilen gerçekliklerdir.

Şöyle ki: Tevhid hakikatinin en ileri mertebelerini aklen ve kalben tamamen kabul edip iman eden bir mü’min, elbette şüphesiz inanır ki, kâinat üzerinde ne hadise cereyan ediyorsa hepsi, her an ve bizzat Allah’ın ilahî kudret ve iradesi ile yaratılmaktadır. “Elbette böyle büyük ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan bir hakikatten kendim dahi istisna kalamam” diye hükmeden mü’min, kendi yaptığı fiiller ve meydana getirdiği işlerin de ancak ilahî kudretle vücuda geldiğini kabul edecektir. Kendine ait olmayan ve kendisi işletmediği bir vücutla yaptığı işlere hakikî manada sahip olamayacağına dair farkındalığı ise, bunlar ile gururlanamayacağı gerçeğini de beraberinde getirir. Eşyanın tamamının ancak ve yalnızca ilahî kader programıyla ve tasarım şablonlarıyla, hassas planlarla yokluktan varlık sahasına çıkabileceğine olan derin ve kesin inancın son noktasında, her şey gibi kendisinin de bundan ayrı kalamayacağını farketmekle gururdan kurtulmak mümkün hale gelir.

Çünkü o mü’min öyle inanır ki, kendisindeki benlik ve iktidar, yalnızca Allah’ın icadının ve ikramının bir perdesidir. Hakikatte her şeyi yaratan ilahî kudrettir. İşte tam da bu en ileri ve en son noktada -sorumluluktan kurtulmamak hikmetiyle- insanın iradesi devreye girer. Burada kader ve iradenin varoluş hikmetlerine ve kullanım maksatlarına bakmak gerekiyor. Yani irade ne için var? Kader hangi manaya hizmet ediyor?

İrade, insanın sorumluluktan kurtulmaması için ve işlediği kötülüklerin kendisinden bilinmesi hikmetiyle ve kader ise, başa gelen musibetlere teselli olmak ve işlenen iyiliklerle gururlanmamak maksadıyla inanç esaslarının içine dâhil olmuş. Bunları söz konusu maksatların tam aksi yönde kullanmak, aklın ve vicdanın kabul edeceği bir şey değildir ve yalnızca nefis ve şeytanın bir hilesidir. Zaten meselenin aklî boyutunda da bir eşyanın meydana gelmesi için birçok şartların mevcudiyetinin gerekmesi, fakat o şeyin ortadan kaldırılması içinse sadece bir şartın mevcut olmamasının yeterli gelmesi veya o eşyanın tahrip edilmesinin çok kolay, zahmetsiz ve zaman almayan bir iş olması, insanın işlediği kötülüklerde tam sorumluluk sahibi olacağını ve iyiliklerinde ise çok az bir hissesinin kendisine ait olacağını gösterir.

Burada tüm zamanları ve mekânları aynı anda görebilen, bilebilen ve neticelerini kaderî planıyla işleyebilen ve takdir edebilen bir ilahî ilim, kudret ve iradenin söz konusu olduğunu göz önüne alıp, değerlendirmelerimizi de ona göre yapmalıyız. Yani bir insan iradesi ile bir kötülüğü işlemeyi tercih eder ve isterse, mesuliyet tamamen kendisine ait olur. Fakat kader, görünüşte kötü olarak meydana gelen o fiilin, neticesi itibariyle ve genel yaratılış çerçevesi içindeki güzel konumunu bilir ve ona göre planlar, takdir eder ve o hikmetle yaratır. Yani insan yaptığı işin sadece kendine bakan yüzünü düşünür ve bilir. Fakat Allah o işin her şeye bakan hakikî yüzünü ve genele bakan neticelerini de bilir, görür ve ona göre takdir edip, yaratır. Bu, hem neticelerde, hem de sebeplerde geçerli bir hüküm olur. Yani hem yaratılan bir fiilin neticesi itibariyle güzel olacağı noktasından o şeyin yaratılması güzel olmuş olur. Hem de eser metnindeki misal gibi, gizli bir cinayeti olan birinin işlemediği hırsızlık suçundan dolayı cezaya çarptırılmasına kaderin müsaade etmesine ilahî taraftan bakıldığında, böyle bir işe izin vermek ve o cezaya çarptırılma fiilinin yaratılmasındaki gerçek sebep noktasında da tam bir adalet, hikmet ve güzellik bulunduğu görünür.

Eser metninde çok önemli bir temel kaide ortaya koyularak “Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir” denilmiştir. Yani kötülüğü işlemek kötüdür, kötülüğü yaratmak kötü değildir. Çünkü yaratmak bütün neticelere ve perde arkasında kalıp, ön planda görünmeyen gizli maksatlara dahi bakar. Bu yüzden “Yaratılan her şey ya bizzat güzeldir veya neticesi itibariyle güzeldir “diye ikinci bir temel kaidemiz daha vardır. Peki neden böyledir?

Bunun nedeni de eser metninde tamamen mantık zemininde şöyle ispat edilmiş: Bir şeyin yaratılmasında bir yönüyle küçük bir kötülük ve çirkinlik bulunsa da, genele bakan yüzünde büyük bir güzellik, iyilik, hayır ve menfaat bulunur. Dolayısıyla o şeyin yaratılması hayır, güzel ve iyi olur.

Eğer o küçük zararın, çirkinliğin, kötülüğün gelmemesi için o şey yaratılmasa, diğer tüm hayırlı neticelerinin de yaratılmamasıyla, belki yüzlerce hayırdan, iyi neticeden vazgeçmeyi sonuç verir. Bu da bir kötülüğün gelmemesi için, yüzlerce kötülüğün gelmesine razı olmak demek olur ki, hiç hikmete uygun düşmez. Bunu somutlaştırmak için yağmur ve ateş misalleri verilebilir. Bu büyük nimetlerin yüzlerce faydaları bulunduğu mâlumdur. Elbette bunun yanında istisnaî bir takım zararlar da yanında gelir. Ateşin veya yağmurun bir takım insanlara zararı da dokunur. Bazen sel basar, evler su içinde kalır; bazen yangınlar çıkar, ağaçlar veya meskenler yanar, kül olur. Şimdi sağlıklı bir akla sahip olmak şartıyla, kim diyebilir ki: “Bu küçük ve istisnaî zararlar gelmemesi için, keşke bu ateş veya yağmur hiç olmasaydı?” Çünkü o vakit onların diğer tüm faydalarından mahrum kalmakla, terk edilen o faydalar adedince zararlar meydana gelecekti. Yağmur olmasa belki hayat oluşamayacak, ateş olmasa belki bugünkü medeniyet, bu şekliyle meydana gelemeyecekti.

İşte Allah’a tam iman eden bir insan nazarında yaratılan her şeyin mutlaka genel planda ve neticesi itibariyle güzel ve hayır olduğuna dair bulunan aklî ve vicdanî kanaatin doğruluğunun, her zaman ve her şartta bilimsel olarak test edilecek, elle tutulup gözle bütün detayları görülecek somut bir hakikat olmadığı açıktır. Bu noktada tüm hadiselerin hikmetini görme, bilme gibi bir imkânımız elbette yoktur. Fakat meselenin makûliyeti noktasında iddiamızın doğruluğunu tasdik ettirecek kadar aklî delillerimiz fazlasıyla mevcuttur. Mâlumdur ki bir şeyin mahiyetini bilmek ayrıdır, varlığını bilmek ayrıdır. Tabiat Risalesi izah metinlerimiz içindeki “Allah'a Doğru Taraftan Bakmak” başlığı altındaki incelememizde, “Bu kadar zulümlere ve acılı ölümlere Allah nasıl müsaade ediyor? Zalim ceza almıyor, mazlum mükâfat görmüyor?” ve “Bazen parçada görünemeyen mutlak güzelliğin ve adaletin, bütünde var olduğunu nereden bilebiliriz?” sorularına tatmin edici cevaplar vermeye çalışmıştık. Bu konunun devamını oraya havale ediyoruz. (Bu bölümü kitabımızın arkasındaki ek bölümlere aldık, oradan okuyabilirsiniz.)

Netice olarak şunu diyebiliriz: Kendini, kâinatı ve her şeyi maddî sebeplerden bilen ve âdeta Allah’ın mülkünü hadsiz mülkiyet ortakları gibi onlara dağıtan birinin, ne kaderden ne de Allah’ın kendisine verdiği iradeden bahsetmeye hakkı yoktur. Mademki Allah’ın takdir ettiği bir kader ve yine Allah’ın sınırlarını tayin ettiği ve bir nimet olarak verdiği irade hakikatinden bahsedilecek, o halde en evvel bu meselelere Allah’a iman esasının açtığı pencerelerden ve Allah’ın varlığının gerektirdiği yönlerden bakılacaktır. Yoksa zaten âdeta Allah’ın sıfatlarını ve kâinat üzerindeki faaliyetlerini icra ediş şeklini doğru bir şekilde kabul etmez ve sınırsız hâkimiyetini gerçek anlamda tanımaz bir biçimde, kendi nefsini kendine sahip ve hâkim gören ve her işini ve eşyayı maddî sebeplerden bilen biri ile kader ve irade bahsi, baştan anlamsız bir iş olacaktır. 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.