İslam dünyasının bahtının miftahı

Mustafa AKYOL

Büyük İslam mütefekkiri  Bediüzzaman Said Nursi, bundan tam bir asır önceki Şam hutbesinde şöyle demişti: “Asya’nın bahtının miftahı, meşveret ve şuradır.”

Bu, bugünkü dille, “Doğu’nun kaderinin anahtarı demokrasidir” demekti. Genç Said, bu vizyonu daha 1910’larda geliştirebilmişti, çünkü o her şeyden önce bir “meşrutiyet aydını” idi. Namık Kemal gibi Genç Osmanlılar’ın inşa ettiği “hürriyetçiliği” ve “istibdad” karşıtlığını benimsemiş, Batı’nın ilerlemesindeki en büyük sırrın yine “hürriyet” olduğunu da fark etmişti.

Fakat ne yazık ki Bediüzzaman’ın demokrasi vizyonu o devirde yeşeremedi; bir “fecr-i kazip” olarak kaldı. Çünkü İslam dünyası iki ayrı krizin içine düştü. Öncelikle Batılı emperyalistler Osmanlı’yı yıkıp ve Arap dünyasının nerdeyse her yanını sömürgeleştirdiler. Bu, anlaşılır bir biçimde, kategorik bir Batı karşıtlığı ve “Batı’da gelişmiş her şeyi reddetme” duygusu geliştirdi. Demokrasi ve hürriyet de arada güme gitti.

İkinci kriz, ilki Kemalizm olan ama daha beter örnekleri de gelişen “laik dikta rejimleri” idi. Bu, İslami zihinlerdeki “kuşatılmışlık” duygusunu artırırken, reaksiyoner bir taassup üretti. Her yeni fikre kuşkuyla bakan, her “tecdid” gayretinin ardında bir “tahrip” niyeti gören katı ve haşin bir “İslamcı” profili doğdu.

Arap Baharı ve Türkler

Fakat şu mübarek bayram gününde hem umudum hem de kanaatim odur ki, hiç kimsenin beklemediği bir anda başlayan ve dalga dalga yayılan “Arap Baharı”, bu yüz yıllık makus talihe bir son verebilecek hayırlı bir evredir. Arap diktatörlükleri bir bir sarsılıp yıkılmakta, yerlerine gelenler demokrasiden ve hatta “Türkiye örneği”nden söz etmektedir.

Ancak üzüntüm de odur ki, Türkiye’nin kendisinde Arap Baharı’nı yanlış değerlendiren, çünkü sözünü ettiğim aşırı reaksiyoner tavra hapsolan zihinler de var. Batı’nın bu süreci aslında başta istemediğini, sonra kerhen desteklediğini, zaten tek bir Batı olmadığını, ve hatta Batı’dan “emperyalizm”in yanında “demokrasi kriterleri”nin de gelebileceğini görmüyorlar. Bu yüzden de, Arap diktatörlerinin tek sığınağı olan “anti-emperyalizm edebiyatı”ndan kolayca etkileniyorlar. 

Oysa, aynı filmi Türkiye’de de görmedik mi? Kafayı “Altıncı Filo”yla bozanların istikameti 9 Mart darbeciliği, “ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye” diyenlerinki Ergenekonculuk değil miydi? Ve “Milli Görüş gömleği”ne sıkışanların bazıları, AB sürecine ve küreselleşmeye karşı çıkarak, bilmeden de olsa bu çarka destek vermedi mi?

İslam işbirliği

İslam dünyasının aşması gereken bir sorun bu içine kapanmacı reaksiyoner tutum ise, bir diğeri de Müslümanlar-arası haşin üslup.

Bu ikinci meseleyi yeniden aklıma getiren de, dost ve saygıdeğer bir gazetede önceki gün yayınlanan ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) yerden yere vurup “yan gelip yatmakla” suçlayan “haber” görünümlü sert yorum.

Kuşkusuz İİT çok daha aktif olabilir ve de olmalı. Ama bu, öncelikle İslam ülkelerinin durumuyla, gücüyle ve “meşveret”iyle ilgili bir mesele. Buna mukabil, İİT’nin aslında 2005’ten bu yana Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başarılı yönetiminde pek çok önemli adım attığını, İslamofobi’den Somali’ye, Keşmir’den Arap Baharı’na dek pek çok meselede ön aldığını teslim etmek gerek.

Ve hatta, Ekmeleddin hocanın geçenlerde söylediği “demokrasiden yana durmamız bazı totaliter rejimleri rahatsız etti” sözünü dahi not etmek gerek ki, söz konusu totaliter rejimlerin dezinformasyonları konusunda dikkatli olalım.Ramazan bayramının hepimize mübarek ve tüm Müslüman dünyaya hayırlı olması dileğiyle.

Star

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.