Hiç ’İslamiyet ve İlme Sadakat’; ‘Risale-i Nur'a İhanet’ olur mu?

Ediz SÖZÜER

İslâm medeniyeti, Kur’ân’ın öğrenmeye, düşünmeye, aklî delillere ve ilme verdiği kıymet sebebiyle muazzam bir ilmî faaliyete sahne olmuştur. Bu kültür medeniyetinde edebiyata, sanata, dinî ve fennî ilimlere dair sayısız eser telif edilmiştir. Avrupa’ya üstatlık yapmış İslâm medeniyetinin en parlak devrinde ilmî ve fikrî sahadaki hareketlilik o derecede yaygınlaşmıştı ki; ilmî eserler ve itibar gören kitaplar, akla gelebilecek her yönden tam bir ilmî hürriyet içinde inceleniyor, değişik müellifler tarafından onlarca kez şerh ediliyor, ilim camiasına ve toplumun her tabakasına mal edilmeye çalışılıyordu. Bir eserdeki mevcut hakikatleri daha iyi anlamak, geliştirmek, çözümlemek ve detaylandırmak maksadıyla başlı başına bir ilim faaliyeti olarak yapılan bu izahlar ve şerhler, yani eser geliştirme ve işleme işi, özellikle son dönem İslâm medeniyetinde iyice yerleşmişti ve köklü bir ilmî, kültürel gelenek haline gelmişti.

Çünkü yüksek kıymeti haiz bir ilmî eserin gerçek manada anlaşılması ve insanlığa mal edilmesi, eser üzerinde yapılan çok yönlü çalışmalarla gerçekleşir.

Bu nedenle İslam medeniyetine çağımızda büyük katkılar sağlayan Risale-i Nur Külliyatının daha iyi anlaşılabilmesi, hayata geçirilebilmesi ve layık olduğu zeminlerde yeterince istifade edilebilmesi için izah ve şerh çalışmalarının yapılması gerekmektedir.

Risale-i Nur izah çalışmalarının bazılarınca tasvip edilmemesinin, Risale-i Nur'a perde olduğunun iddia edilmesinin ve Risale-i Nur'un da Kur'an hakikatlerinin bir izahı olduğunu unutmuş görünerek, sadık bir Risale-i Nur talebesinin kitap yazmayacağının ifade edilmesinin; çok ciddî ve kabul edilemez bir anlama geldiğinin farkına varılması üzerinde durmak istiyoruz.

Yukarıdaki düşüncenin, Kur'an'dan başka bir kitap kabul etmeyen ve her şeyin Kur'an'dan öğrenileceğini ve onunla sınırlı olduğunu iddia edecek kadar Kur'an'ın ruhundan ve İslamî ilim ve kültürden uzak ve yabanî olan "Kur'an müslümanları"ndan temel olarak ne farkı olduğunu sormak istiyoruz?

Bu noktada "perde" ile "ayna"nın farkını bir daha hatırlamak ve birbirine karıştırmamak gerekiyor.

Bu yukardaki garip düşünceyi mutlak ve kayıtsız ve istisnasız bir şekilde doğru kabul ederek, 1400 senelik İslamî ilim kültür birikimini hiçe sayarak dondurmaya ve durdurmaya nasıl cüret edebiliriz? Tecdid (yenilik) adına her türlü tecdide nasıl karşı çıkabiliriz?

Üstadımızın telif edileceğini temenni ettiği hatta müjdelediği risaleler yazılsa, onlara da bu taassup damarıyla karşı mı çıkarız bu durumda acaba?

Acaba böyle mutaaasıp ve İslamî bir geçerliliği olmayan düşünceye sahipsek şayet, acaba esas biz mi çekilsek, asıl biz mi gölge etmesek ve perde olmasak… Daha mı uygun olur? Bunları kendimize sormamız gerekiyor.

Nasıl ki "Kur'an yeter!" diyenler kendi yetersizliklerini ortaya koyuyorlarsa, "Risale-i Nur yeter!" dersek ve bunu mutlak, kayıtsız ve istisnasız manada söylersek aynı kefeye girmiş olmaz mıyız?

Risale-i Nur'un herşeye yetmediğini görmek de bir yeterlilik ve ufuk gerektirmiyor mu? Ki bunu görmek ve kabul etmek, Risale-i Nur’u ve Üstad’ın kıymetini düşürmüyor. Nasıl ki Kur’ân’ın her şeye yetmemesi, onun üstünlüğüne ters değildir ve Kur’ân’dan ilham alarak İslamî çalışmalar yapmak ve onu yorumlamak, Kur’ân’a sadakatsizlik değil, bilakis mana ve hakikatlerine olan içten bağlılığın en açık göstergesidir.

Sadakat içten bağlılık manasına gelen bir kelimedir. İhanet ise sadakatsizlik. Peki bu durumda Risale-i Nur’un mana ve hakikatlerine en açık ve içten bir bağlılığı ifade eden izah çalışmaları, nasıl sadakatsizlik ve ihanet olarak görülebilir?

Nasıl ki Üstad Bediüzzaman (R.A.) eserlerinin Kur'an'ın malı ve meali, manası olduğunu samimiyetle itiraf eder ve ehl-i imana bu yönüyle sahip çıkmaya davet eder. Bizim de inancımız böyle çalışmaların Risale-i Nur'un malı ve manası olduğudur. Çünkü Risale-i Nur’daki hakikatleri tasdik eden, ispatlayan, ona kuvvet ve revaç verecek bir mahiyette olacaklardır. Şahısların ve şahsî kabiliyetlerin çok ötesinde bir anlam ve kıymet taşıdığına ve o kıymetin sahiplenmeye ve destek vermeye değer olduğuna inanıyoruz.

Biz buradan baktığımızda daha yapılması ve geliştirilmesi gereken çok ve büyük işler görüyoruz. Risale-i Nur bu manada bir temel ve kaynak/rehber kitap olabilir. Gelişen dünya, bilim ve teknoloji karşısında insanlığa hitap edecek ve tatmin edecek yeni ve geliştirilmiş izah ve takdim tarzları, bilim kürsülerinde alkış alacak yeterlilikte ve sağlamlıkta mantık kurgularına sahip yeni metinler gerekiyor.

Böyle bir ihtiyaç ve gerekliliğin farkında bile olmamayı, hissetmemeyi veya inkar etmeyi; en hafif tabiriyle "gerçekçi olmamak ve uzaktan bakmak" olarak nitelendirmek zorunda değil miyiz?

Yazılı veya sözlü izahın yapılabileceğini/yapılması gerekliliğini izah etme/ispat etme durumunda kalmamız bile (koskoca İslam ilim kültür birikimi ortada dururken) çok üzücü ve vahim bir durum değil midir?

Acaba bazılarımızın derdi sadece eserlerin asliyetini korumak gerekçesiyle sadeleştirmeye karşı çıkmak değil miymiş? (Çünkü sadeleştirme sorunu ortadan kalkınca bu sefer bazılarının her türlü sözlü ve yazılı izaha da karşı çıkmaya başladığını üzüntüyle görmedik mi?) Yoksa, direk düşünceye ve fikir ve ilim üretimine düşmanlık mı söz konusuymuş? Bu vahim yanlışların kasten ve bilerek yapıldığını tasavvur etmek istemiyoruz. Fakat bilirsiniz ki, davranışların neticesinde niyetin tesiri ya azdır veya yoktur. Yazık ki ne yazık dersek haksızlık mı etmiş oluruz?

İslamiyete ve ilme ihanet pahasına, Üstad’ımıza ve eserlerine sadık olma iddiamız nasıl doğru ve hak bir dava ve iddia olabilir? Mehdi-yi azam'ın bile hakkı var mıdır ki ilim kapısını kapatsın, kitlesin ve anahtarını da denize atsın. Bu çarpık, yanlış ve gayr-ı islami fikirleri kendi fikrimiz ve taassubumuz ve özel tercihimiz olarak ifade etmeye cesaretimiz yok da, Üstadı ve eserlerini kalkan yaparak ve onların arkasına sığınarak mı yoksa bu yakışıksız fikirleri bazen hataen bazen bilmeden dile getiriyoruz? Ne dediğimizin farkında mıyız?

Risale-i Nur’a odaklanmak ve onda ihtisas ve ona öncelik vermek başka konudur ve özel bir tercihtir, "herkes bizim üstadımızı dinlesin ve okusun, başka kimse hiçbir şey söylemesin ve yazmasın, başka kimseyi de dinlemesin ve okumasın" diye bir söz ise bu ümmetin karşısına çıkılıp söylenir mi hiç? Eğer söylersek veya bu manaya gelen beyanlarda bulunursak, bu asla kabul edilemez bir hezeyan olmaz mı? Acaba böyle bir tavır, her şeyden evvel gerçekçi olmayan ve eser sahibine ve eserlerine fayda zannıyla zarar verdiren bir tavır değil midir?

Ve yine tüm bunlar kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız Hakk’ın hatırı kırılmasın hassasiyetiyle nezaketle ve fakat bütün netliğiyle ifade edilmesi gereken meseleler değil midir? Çünkü İslam’ın ve ilmin temel kaidelerine uygun olmadığını düşündüğümüz bu vahim derecede hatalı düşünceler, çok doğru ve uygunlarmış gibi büyük bir serbestlikle ve rahatlıkla her ortamda ve herkese karşı ilan ve iddia ediliyor. Bu durum, hizmetimize ve Üstad’ımızın ilmî kimliğine büyük bir zarardır.

Şunu da açıklıkla ortaya koymak gerekiyor: Mesela birisi önceden bir fikri benimsiyor, sonra da o baştan belli olan fikrine delil arıyor. Tabi böyle olunca kabul olunan fikri desteklemeyen deliller ya hiç bahsedilmiyor veya önü arkası kesilerek çarpıtılarak servis ediliyor. (Mesela bir eser üzerinde çalışılacak 15 adet çalışmadan bahsedilen mektubun başı ve sonu kesilerek, Risale-i Nur’un izahının yalnız kendisiyle yapılması yöntemiyle sınırlı gösterilmesi gibi.) Ayrıca benimsenen fikir haricinde aklî gerekçeler, hayatın ihtiyaçları ve temel İslamî kabuller ve kaideler tamamen konu dışı bırakılıyor. İşte temel sorun budur. Önce özel bir tercih veya kişiye özel bir taassupla her türlü izah kötü ve yanlış görülüyor. Daha sonra bu şahsî fikrini destekleyen veya destekliyor görünen yerler Risale-i Nur'dan delil getirmek tarzında kullanıyor. Halbuki bu tavrın hakperestlikle de hakikatle de hiç bir alakası yoktur.

Bir eserdeki mevcut hakikatleri daha iyi anlamak, geliştirmek, çözümlemek ve detaylandırmak maksadıyla başlı başına bir “ilim üretim faaliyeti” olarak izahlar ve şerhler, yani “eser geliştirme ve işleme işi”, İslâm medeniyetinde yerleşmiş ve köklü bir ilmî, kültürel gelenektir. Böyle bir ilim kapısını kapatmaya teşebbüs etmek kimsenin haddi değildir.

Genel bir yasak olamaz, olursa bizzat Üstad kendi yazdıklarıyla çelişkiye düşürülmüş olur. İşte misaller:

“Vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek.”

Şu mektuba bir bakın: “Sabri mektubunda, “iki üç senedir Risale-i Nur, telif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor” diye hikmetini soruyor. Bunun cevabı uzundur. Hem telif ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirtlerinin teliften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbap ve arızalar mani oldu.” (Kastamonu Lahikası). Telif kelimesinin, eline kalemi alıp bir şeyler yazmaktan başka manası yoktur.

Bir de buna bakın: “İnşaallah bir zaman, Risale-i Nur’un şakirtlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini telif edecek ve Mukaddeme-i Haşriyenin başındaki âyât-ı âzamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur’da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp, Dokuzuncu Şua’yı Onuncu Söz’den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.” (Kastamonu Lâhikası, 131. Mektup)

Peki bu mektuptan ne anlıyorsunuz? “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.” (Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektup, Altıncı Kısım)

Demek, izah ve şerh dâhilinde bir şeyler yazılabilir! Eksik bırakılan risalelerin telif edilmesi denenebilir! Hem en önemlisi, anlaşılıyor ki Risale-i Nur şakirtlerinin de teliften hisseleri vardır! Artık tüm bu mektupların içerikleri birlikte değerlendirildiğinde, o hissenin ağırlıklı olarak şerh ve izah olduğunda ve bunun da sadece Risale-i Nur’dan alıntı yapmakla sınırlı olmadığında kimsenin hiç bir şüphesi kalmaması gerekir, bizim kanaatimiz budur.

Bir ara birinin ağzından şu acaip sözleri duymuştum. Sözleri izah hakkındaydı. Diyordu ki "bazıları ondan fayda görebilir, fakat Risale-i Nur zarar görür"

İster istemez bu garip sözü işitince insan sormadan edemiyor: "Pardon ama Risale-i Nur ne için var? Araç ve vesile mi? Yoksa bizzat maksat ve gaye mi?"

Acaba hiç düşünülmez ve akla gelmez mi ki, böyle bir tavrın İslam ilim tarihinde emsali yoktur. Biraz empati yapsak, kalkıp bir başka grubun da kendi alimlerinin eserleri için aynı ilmî istibdata (istibdat:baskı) ve aynı inhisarcı, tekelci zihniyete sahip olduğunu ve bu nedenle Risale-i Nur'un ve diğer kitapların okunmasını men ettiğini düşünsek bunu nasıl karşılarız acaba? Bu noktadan bakılınca böyle garip fikirlerin ne derece dehşetli ve vahim hatalar olduğu net görünüyor diye kanaatimiz var.

"Ama bu kısıtlamalar nur talebeleri için geçerli" demesin kimse. Çünkü İslamiyetin cadde-i kübrası olma iddiasındaki bir meslekte böyle sınırlamalar olur şey midir? Yasak ayrı, kanaat ayrı, odaklanmak ise apayrı manalardır. Yasak zaten olamaz. (akla, mantığa, hayatın ve fıtratın gerçek ve gereklerine ve genel İslamî kaidelere ve ilmî hürriyete aykırıdır çünkü.) Kanaat durum ve kişiye göre değişir. Mutlak olarak uygulanmaz. İstisnaları çoktur. Odaklanmak manası ise zaten gereklidir.

Risale-i Nur gibi islamî ilimde bir çığır açan ve tecdid (yenileme) vazifesi üstlenen bereketli bir kaynak eseri dondurmanın, ötesine geçmeyi yasaklamanın, geliştirmeyi men etmenin, düşünceyi dondurmanın ve sözlü veya yazılı ifadesini yasaklamanın mesuliyetini kim üstlenebilir ki? Bu nasıl dehşetli bir cinayet olur acaba? Biz tasavvur edemiyoruz.

Başlamadan bitirilen potansiyellerin, doğmadan öldürülen kabiliyetlerin, filizlenmeye fırsat bulmadan kopartılan Kur'an medeniyeti fidelerinin, eğer imkan verilseydi ve destek olunsaydı ve teşvik edilseydi, şimdiye kadar ihtişamlı bir ağaç olabileceği düşüncesinin insanı ürpertmesi gerekmez mi?

Konunun tüm detaylarıyla incelenip delilleriyle çözümlendiği ve Risale Haber’de de yayınlanmış inceleme yazılarımızın toplandığı küçük kitabımız “Risale-i Nur’u İnsanlığa Mal Etme Çabası: İzah Çalışmaları”na Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın adresinden ulaşabilirsiniz: www.risaleinuregitimprogrami.com

Son olarak sizlere bazı sarsıcı sorular soracağız. Bu soruların cevaplarının bizleri doğru yerlere taşıyacağını ümid ediyoruz.

Medresetüzzehra'yı Nasıl Tasavvur Ediyorsunuz?

Üstad Bediüzzaman’ın, “bütün hayatımda takip ettiğim ve Risale-i Nur’la beraber gerçekleşmesine çalıştığım bir hayalim” diye tarif ettiği, Mısır’daki Cami’ül-Ezher tarzında büyük bir İslam üniversitesini doğuda inşa ettirerek, din ilimleriyle fen ilimlerinin barıştırıldığı, kaynaştırıldığı ve birarada okutulduğu bir ortamda ders alan talebeler yetiştirmek hayalini nasıl tasavvur ediyorsunuz?

Risale-i Nur’un bir kalıp olarak ve dokunulmaz mukaddes bir metin gibi aynen okunup okutulduğu,
Sözlü ve yazılı bir izahının ve şerhinin yapılmadığı,
Bu eserler üzerinde ilmî ve fikrî üretimin yapılmadığı ve
Bu tür akademik faaliyetlerin teşvik edilmediği, hatta yasak olduğu,
İslam medeniyet tasavvurunun Üstad’ın bıraktığı yerden bir adım öteye taşınmasına gayret edilmeyen,

Risale-i Nur’un bir temel/kaynak/rehber kitap olarak her türden ilmî çalışmalara kapı ve ufuk açan değil, ilim kapısını ve üretimini sonuna kadar kapatan, kitleyen ve anahtarını da denize atan bir fonksiyon yüklenerek dondurulduğu,

Bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilim yaklaşımının insanlığa nasıl takdim edileceği yönünde bir arayışın olmadığı,
Ve bu maksatla alternatif bilimsel modellerin üretilmediği ve
Kur’an medeniyetine has bir bilim felsefesinin oluşturulmasına çalışılmadığı bir şekilde mi hayal ediyorsunuz?

Yoksa böyle bir düşünce, tasavvur ve dahi bu yönde bir istediğiniz ve derdiniz ve hayaliniz bile hiç olmadı mı?

Bizim bu yöndeki hayal ve tasavvurlarımızla ortaya Medresetüzzehra’nın uygulamalı bir örneği çıktı ve Risale Akademi merkezinde gerçekleştirilen “Risale-i Nur’un Eğitime Entegrasyonu ve Medresetüzzehra’nın Uygulamalı Bir Örneği” isimli seminerde durum tespitleriyle, yöntem tahlilleriyle takdim edildi. Risale-i Nur’un ve bu milletin istikbalini belirleyecek bir yol haritası ve bir “acil durum müdahale reçetesi” mahiyetindeki bu çok önemli seminerde; kalpten kopan ve sunum metni haricinde çok önemli hakikatler dile getirilmiş olduğundan, dikkatle ve önem verilerek seyredilmesini özellikle arzu ve tavsiye ediyoruz. Video Adresi: https://youtu.be/Jb8LYeEbzVo

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.