Demokrasi Ruhu Şeriattandır; Hayatı da Ondandır

Ediz SÖZÜER

"Ruh-u meşrutiyet (şimdiki tabiriyle demokrasi) şeriattandır; hayatı da ondandır." (Münazarat, Said Nursi)

Bazı radikal düşünceye sahip insanların, hatta Risale-i Nur birikimine sahip olan bazı kesimlerin, demokrasiyi sanki çok kötü bir şey veya küfür rejimi gibi göstermeye çalışmaları ve bunu Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur üzerinden yapmaları nedeniyle bu çok önemli yazı içeriğini kaleme alma ihtiyacı hissettik. Deniliyor ki “meşrutiyet başka, demokrasi başkadır ve Bediüzzaman demokrasiyi savunmamıştır. Şeriata uygun olan yalnızca meşrutiyettir.”

Öncelikle bu çok asılsız ve komik bir iddiadır. Meşrutiyet ile demokrasi farklı şeyler elbette. Meşrutiyet: Kral ya da padişahın yanında halkın da devlet yönetimine katılmasıdır. Demokrasi ise: Halkın kendi kendini yönettiği devlet şeklidir. Yani meşrutiyette bir padişah gerekiyor. Padişahı çıkarınca demokrasi oluyor.

Artık herkes anlasın istiyoruz ki, demokrasi yalnızca bir yönetim şeklidir. Bir sistemdir, bir yönetim aracıdır, alettir. Şeriat ve İslam kaidelerinin hâkim kılındığı bir demokrasi de gayet rahatlıkla olabilir ve olur. Şu an itibariyle bu kaidelerin uygulanmaması demokrasiyi kötü yapmaz. Demokrasi kullanışlı bir alet gibidir. Nasıl kullanırsanız öyle anlam kazanır. Televizyon gibi. İyi-kötü programlar seyretmek sizin iradenizdedir. Veya bıçak gibi. Yemek yapmak için de öldürmek için de kullanabilirsiniz. Tercih tamamen size ait. İnsanlığın şu an itibariyle ulaştığı en ileri yönetim sistemine suçu atmak ve kötülükleri ve şeriata zıt işleri ondan bilmek ise acizlik ve muhakemesizliktir.

Hem burada çok önemli bir temel bilgiyi vermek istiyoruz: Şeriat, ilahî kanun demektir. Bu kavramın terim manası, din ile eş anlamdadır. İnsanların davranışlarını düzenleyen ibadet ve ahlak kuralları yanında inanç esaslarını da içerir. Ayrıca sosyal ve siyasî hayata temas eden ana prensipler de içinde dâhildir. “Şeriat, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir.” (siyasetle ilgilidir) (Risale-i Nur, Divan-ı Harb-i Örfî) Siyasetle ilgisi ancak yüzde bir oranında kalan ve daha çok evrensel manada insanî, hukukî, imanî, ahlakî ana prensipleri ortaya koymaktan ibaret olan şeriat, manası doğru bilinmeyen veya suistimal edilen bir kavram olmuştur.

Şimdi açalım bir bakalım Bediüzzaman’ın meşhur “Makalat” isimli eserini. "Yaşasın Kur'an-ı Kerim'in Kanun-u esasileri!" başlıklı makaleyi. Bir bakalım makalenin ikinci paragrafı nasıl başlıyor: "...Cumhuriyet ve demokrat manasındaki meşrutiyeti..." 1909 tarihli bu makale (ki bu sadece bir tane örnektir, böyle çok var) 1951 yılında Üstadımızın tashihinden geçerek neşredilmiştir. Yani Üstadımız meşrutiyet kavramı üzerinden geliştirdiği hürriyet ve şeriata uygun meşrutiyet kavramlarını, daha sonraki yıllarda aynen demokrasi ve cumhuriyet için kullanmış ve devlet yetkililerine bu konuda çok sayıda mektup yazmış. Hatta demokrat nur talebeleri imzalı mektupları Risale-i Nur’un içine almıştır. Ve elbette Üstadımız sistemdeki kötüyü kullanımı ve İslam kaidelerine zıt tatbikatı eleştirmiş, Kur’an’ın kaidelerine uygun tatbikat ve icraat için idarecileri yönlendirmiş, teşvik etmiş, ikaz etmiş, nasihatta bulunmuştur.

Ayrıca bir de şu var tabi. Üstad Bediüzzaman’ın tarif ettiği meşruta-yı meşrua (meşru, şeriat kaidelerine uygun meşrutiyet) ise, şimdiki klasik demokratik cumhuriyetten çok daha ileri bir mertebedir. Biz bunu istiyoruz ve buna taraftarız ve Üstadımız gibi diyoruz "Yaşasın meşruta-yı meşrua! Yaşasın şeriat-ı garra! Şeriat âleme gelmiş, ta istibdadı (baskıyı, zulmü) ve zâlimâne tahakkümü mahvetsin. Herhangi bir nutuk irad ettimse, her bir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, burhan-ı kat’î ile (kesin delille) ispata hazırım. Ve dedim ki: Asl-ı şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrutiyet-i meşrûadır. Demek meşrutiyeti, delâil-i şer’iye  ile (şeriatca kabule layık delille) kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklîdî ve hilâf-ı şeriat telâkki etmedim. (şeriata aykırı olarak algılamadım) Ve şeriatı rüşvet vermedim." (Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinden.)

Sual: Şimdiki meşrutiyet, istibdat (baskı) nerede? Onların harekâtı nerede? Hilâfet, saltanat nerede? Nasıl tatbik ediyorsun? Yekdiğerine musâfaha ve temas ettiriyorsun, aralarında karnlar ve asırlar var?

Cevap: Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas (elbise) giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor. Zannolunmasın, istibdat galebe ettiği vakit tamamen hükmünü icrâ etmiş, meşrutiyet mağlup olduğu vakit mahvolmuş. Kellâ! Kâinatta gâlib-i mutlak hayır olduğundan, pekçok envâ ve şuubât-ı heyet-i içtimâiyede (sosyal hayatın pek çok dairelerinde) meşrutiyet hükümfermâ olmuştur. Cidâl berdevam, harb ise sicaldir. (yani mücadele devam etmektedir, bazan galibiyet ve bazan mağlubiyet ile.)

Sual: Bazı adam, “Şeriata muhâliftir” (aykırıdır) diyor?

Cevap: Ruh-u meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle (zamanın, şartların gereklilikleri noktasında) teferruat olabilir, muvakkaten muhâlif düşsün. Hem de, her ne hâl ki, meşrutiyet zamanında vücuda gelir! Meşrutiyetten neş’et etmesi (kaynaklanması) lâzım gelmez. Hem de, hangi şey vardır ki, her cihetle şeriata muvâfık (uygun) olsun; hangi adam var ki, bütün ahvâli (halleri) şeriata mutâbık (tam uygun) olsun? Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükûmet dahi mâsum olamaz; ancak Eflâtûn-i İlâhînin medîne-i fâzıla-i hayaliyesinde mâsum olabilir. (ancak Eflatun’un ideal, hayalî medeniyetinde herşey kusursuz olabilir) Lâkin, meşrutiyet ile sû-i istimâlâtın ekser yolları münsed olur (kapanır); istibdatta ise açıktır. (Bediüzzaman Said Nursi, Münazarat)

"Ey hürriyet-i şer'î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun..." diyor Bediüzzaman. Hürriyet ile şeriatı nasıl bağdaştırabiliriz?

“Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.”

“Bazı sefih ve lâubaliler hür yaşamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altına girmek istiyorlar.”

Yani "Yaşasın şeriat ile edeplenmiş hürriyet!.." demek lazımdır.

"Sual: Şimdi çok hilâf-ı şeriat (şeriata uygun düşmeyen) şeyler yapılıyor.

Cevap: Bence, muhâlif-i hakikat-i şeriat olan şeyler meşrutiyete dahi muhâliftir, ya günahlarıdır veya ilcâ-i zarûrettir. (zamanın, şartların gereklilikleri noktasında olan şeylerdir.) Farzediniz, şu siyaset (şeriata) muhâlif (aykırı) olsun, yine telâşa mahâl yoktur. Zira, Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete taallûk eder. O kısmın ihmâliyle, şeriat ihmâl olunmaz.

Evet, imtisâl etmemek (uymamak, tatbik etmemek), inkâr etmek demek değildir. Hem de, Devlet-i Osmâniyeye tâbî olan İslâmların on beş misli İslâmlar, sırf siyaset-i ecânib altındadırlar. Onların dinlerine zarar gelmez; nerede kaldı ki, şu hükûmette—ki; kendisi İslâm, millet-i hâkimesi İslâm; üssü'l-esas-ı siyaseti de şu düsturdur: Bu devletin dini, din-i İslâmdır; şu esası vikaye etmek vazifemizdir. Çünkü, milletimizin maye-i hayatiyesidir." RNK-İlk Dönem Eserleri/461

Yani nasıl ki şeriata uygun, meşru bir meşrutiyet tasavvur edilmiş ise, meşrutiyetin padişahsız ileri versiyonu olan demokrasinin de şeriat kaidelerine uygun ve uyumlu şeklini ancak kabul ederiz ve doğru görürüz. Ve fakat bazı eksikliklerle ve uygulamalardaki yanlışlıklarla esas mana değişmez. Üstad Bediüzzaman’ın yepyeni bir yorum getirdiği halk idaresinde şeriatın temel kaideleri tamamen ana esastır. Burada çok incelik var. Dikkat lazım.

Uygulamadaki eksiklikler ve ihmaller ile istenen ideal şartlarda şeriat kaidelerine tam tamına uygunluğun olmaması, yönetim şeklini küfür rejimi haline getirmez. Devlet yine İslam devletidir. Dar-ül harp ise hiç değildir. Bu kavramlar, bu çıkarımlar Üstadımızın 90 senelik yorumu ve içtihadıdır. Evet, Üstadımız bir şeyi tamamen red veya kabul yoluna gitmez. Hakikat de bunu gerektirir. Doğru ve iyi yönleri kabul ve tasdik eder, yanlış ve kötü yönleri ise eleştirir ve tasvip etmez. Meşrutiyet, hürriyet, demokrasi ve cumhuriyet konularında da yaklaşımı hep bu yönde olmuştur ve böyle de olması aklın ve basiretin gereğidir.

"Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer'iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. (güzel karşılayınız, güzelce kabul ediniz) Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz." RNK-İlk Dönem Eserleri/386

"Meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım.” RNK-İlk Dönem Eserleri/388

"Meşrutiyeti, meşruiyet (şeriat kaidelerine uygunluk) unvanı ile telâkki (kabul) ve telkin ediniz. Ta yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. (kayıt altına alınız, sınırlayınız) Zira câhil efrad (ferdler) ve avam-ı nas (halk tabakası) kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih (gayr-ı meşru hayata müptela) ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Ta ki namaz sahih ola. Zira, hakaik-i meşrutiyetin (meşrutiyet hakikatlerinin) sarahaten ve zımnen (açıkça ve örtülü olarak) ve iznen dört mezhepten istihracı (çıkarılmasının) mümkün olduğunu dâvâ ettim." RNK-İlk Dönem Eserleri/388

Üstadımızın dediği gibi bizler de asla şeriatı rüşvet vermeyeceğiz ve delil ile halkın kendi kendisini idare etmesinin İslamiyet'e uygunluğunu ifade edeceğiz. Fakat elbette temel şeriat kaideleri tavizsiz bir esastır. Demokrasinin kazanması şeriat ideallerine hizmet eder ve en nihayetinde varacağı ideal nokta bu olacaktır. Biz böyle görüyoruz. Üstadımız da böyle bir ufuk çizgisi çizmiştir bize. "İnşaallah o Ahrarlar (demokratlar) istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar " sözünü ve müjdesini hatırlayalım.

Önce hürriyet gelecek ve daha sonraki aşamada şeriat dairesi'ndeki kâmil manadaki gerçek hürriyet gelecek. Uygulamalardaki yanlış ve eksiklikler sisteme mal edilmez. İçini siz dolduruyorsunuz. Demokrasi bir yönetim sistemidir. Meşrutiyet, demokrasiden daha fazla şeriata uygun değildir. Bilakis demokrasi İslamın ruhuna çok daha uygundur. Çünkü padişah yoktur. Herkes eşittir. Fakat tatbikat, mevzuat vesair icraatleri insanlar yapmaktadır. Nasıl yaparlarsa öyle olur.

Temel şeriat kaidelerine herkesin uyması şartıyla, halkın kendi kendini yönettiği "meşru" bir yönetim şekline, yani “meşru bir demokrasi”ye taraftarız. Bunu bekliyor ve istiyoruz. Bu aşamada asla zarar etmeyen tatbikattaki yanlış ve ihmalin ise insanlardan kaynaklandığını, bu yanlış ve eksikliklerin toplumca düzelmekle yine milletçe bizim düzelteceğimizi ve geliştireceğimizi unutmamak lazımdır.

Son sözümüz:

Yaşasın şeriat dairesindeki demokrasi!

Yaşasın şeriat ile edeplenmiş gerçek hürriyet!..

Ve çok yaşasın bu ideale ulaşmamızın yolunu açacak tüm demokratik kazanımlar!

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (18)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.