Çağrı

Mustafa ORAL

Orta Anadolu’dayım, bozkırlardayım.
Çiçekleri kırıp geçirecek kadar soğuk bir kış gecesi gurbette yapayalnızım.
Bir yıldız gökyüzünde direksiz durup bana bakıyor. Göklerin kelimesi o yıldız aşkımı kainata benim adıma haykırmak istiyor.
Bense ‘Hayır,’ diyorum, ‘kalbimin tecessüm etmiş bir cümlesi olamazsın.’
Bozkırlar üzre seni bekliyorum, gelmiyorsun.

Ruhum serzenişler içinde. Vücudum karlar gibi dökülüyor geceye. Pencereme alnımı dayayarak arı duru güzelliğini düşünüyorum.

Güzelliğin, ayrılık ateşine Yunus gibi en düz, en zarif, en yanıcı odunlar taşıyor.
Ayrılığın ateşiyle yandığım zamanlarda kendimi denizlerin kucağına bırakırdım.
Şimdi Emirgan’da olmak vardı. Şimdi Emirdağ’dan seni alıp, İstanbul’a, Emirgan’a gitmek vardı.
Şimdi de hasretinden yanıyorum. Deniz yok ki buralarda. Gidip de kendimi şöyle atıvereyim.
Şimdi ateşin harını soğutmak için ‘Karlar ruhuma yağsın’ diyorum, diyorum.
Istırabın duruluğu işgal ediyor göğsümü. Ateşin harı arttıkça artıyor. O ateşten kocaman bir ayrılık ağrısı devşiriyorum.

Sonra da ayrılığı bir ekmek gibi ikiye bölüyorum. İkisini de kendime ayırıyorum.
Ayrılığın ateşinde pişiyorum bir zaman. “Hamdım, piştim elhamdülillah” demek istiyorum.

Ayrılığın iksiriyle kendimi kah ikiye bölüyorum ay gibi, kah kendimi bütünlüyorum güneş gibi. Ayrılılık beni bölüp parçalıyor, yapıp yıkıyor, azaltıp çoğaltıyor, büyütüp bütünlüyor.
Ayrılık aşkı, aşk beni tamamlıyor. Aşk annem oluyor, ne kadar zaman, onu emiyor, içimi ısıtıyorum.

Yalnızlık buralarda göçebedir. Bu mevsim bende kışlayacak. Zaten uzun süredir benim obamda yaşıyor ya. Benim obamda benden başka kimse yaşamıyor.

Yalnızlık bazen dipsiz bir karanlıktır, bazen sonu gelmez bir ışık kervanı. Sensizlik dipsiz bir karanlık. Seninle yalnız kalmak katar katar ışık kervanı.
Şimdi her yer yalnızlık, her yer kapkaranlık. Üstelik kar yağmasına rağmen bu böyle.
Bir mum daha yakıyorum. Işık ışıktır.

Oysa ışık benim istediğim kadar dünyayı aydınlatmadığı gibi, beni o karanlığa mahkum eden sensizlik ateşini daha da artırıyor.
Işık ateşin ferini azaltmıyor, aksine terini çoğaltıyor.
Ateşin de teri varmış, şimdi daha iyi anlıyorum.
Yedi yıldır seni yaşıyorum bozkırlarda. Alnımı cama dayayıp, yüzümü karlara dönüp sevdanın menzillerinde yol alıyorum.

Bir gece böceği gibiyim. Gece böceği geceleyin karanlıkta nasıl kandile sarılırsa, ben de cama öyle sarılıyorum.
Kar sanki bir ışık. Pencereler sanki o ışığı sarıp sarmalayan bir kandil camı. Ben camlara sarılıyorum. Cam da bir can arıyorum.
Bozkırlarla bulutların kucaklaştığı yerde bir gölge görüyorum sanki. Bana doğru yaklaştıkça büyüyor.
Yalnızlığıma mektup gibi yapışan hayalinin dilinden beni Emirdağ’a çağıran sesini duyuyorum.

Geçmiş yıllardan hatırladığım tek şey şu göğüste nabız gibi sayıklayıp duran varlığın.
Tenim benim vatanım, gönlüm senin bahçen oluyor.
Çiğler düşüyor nazlı bahçelere. Sana ne kadar uzak olduğumu düşünüyorum. Kandilim ve çıram sükutunu bozsun da, sana yükseleyim istiyorum.
Yükseliyorum; gelmiyorsun.  “Monna roza”, diyorum; hayır olmaz.
O zaman “Işık ve gül bahçesisin.”

Şimşekler derinliklerimden bahçene çakar haykırarak, bahçeni ışıtır ve ısıtır.
Şimşekler tel tel gelir, sen gelmezsin.
Penceremin camlarına alın yazımı yazıyorum. Tekrar ikiye ayırıyorum ayrılığı. Gene ıssız yalnızlıklar ve daraltan bekleyişler...
Bekliyorum gelmiyorsun ey Barla!

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.