Büyük hedefler, yüksek lezzetler

Ediz SÖZÜER

Bir hadiste, mü’minle günahkârın durumu şöyle anlatılır:

“Mü’minin misâli, görünüşte harabe bir ev gibidir. İçine girdiğin zaman onu düzenli ve süslü bulursun. Günahkârın durumu ise çekici, şa’şalı ve görenlerin hayretini çeken bir kabir gibidir. İçi kokuşmuş maddelerle doludur.” (Suyutî, Câmiü’l-Kebîr, 5:427)

Siz insansınız, yüksek bir canlısınız, güzel tatlardan hoşlanırsınız, nezih yiyecekler yersiniz, damak tadınız önemlidir. Bir kedinin böcek yemesi size iğrenç gelir, bir köpeğin kemik kemirmesi size ne kadar basit ve düşük gelir. Siz bir iskenderin ve bir dondurmanın lezzetini takdir edersiniz, hatta her yerin yemek yapış şeklini de beğenmez ve yemezsiniz. Çünkü siz bir insansınız. Hayvanın aşağı ve basit yemek kültürü sizi tatmin etmez, doyurmaz, hatta iğrendirir değil mi?

İşte aynen bunun gibi, tüm hayatının gayesi ve bütün bildiği lezzetler, sadece dünyevi, fiziksel, nefsanî ve gayr-ı meşru lezzetleri tatmaya çabalamaktan ibaret olan insanların yaşantı tarzı da bu misal gibidir. Ruhun, aklın ve kalbin yüksek lezzetlerinden ve vazifelerinden ve gıdalarından haberdar olunmayan bir yaşam tarzı; nefsini, yüksek duygularının emrinde hizmetkâr etmiş hakikî insanları cidden iğrendirir. Çünkü bu hakikaten “hayvan gibi, hatta daha da aşağı” bir yaşam tarzıdır. Dışarıdan ne kadar cazibeli de görünse, iyi paketlenmiş ve sunulmuş da olsa, içerik değişmez. Gerçek böyledir, ama ne yazık ki, insanların çoğunluğu, kendi yüksekliğine yakışmayacak bayağılıkta bir yaşam tarzını severek ve isteyerek tercih etmektedir.

Bir zaman aklıma şöyle bir soru geldi: “Tamam, insanın sadece fiziksel ve dünyevî zevklere odaklanması ve manevî gelişimine hiç önem vermemesi, ruhî ve kalbî lezzetlerden hiç haberi olmaması doğru değil. Fakat maneviyat ile beraber diğer tüm fiziksel zevkler neden bir arada yaşanamasın ve din buna bu dünyada neden tam müsaade etmiyor? Hâlbuki cennette, bu dünyadaki fiziksel zevk ve hazların en ileri derecelerinin mevcut olduğu ifade ediliyor. Cennet hayatında yaşanması güzel ve doğru olduğu halde, neden dünyada bazı nefsanî zevklerin önüne set çekilmiş ve yasaklanarak sınırlandırılmış ve bu lezzetler gayr-ı meşru sayılarak kötü ve yanlış görülmüş?”

Daha sonraları, bu sorunun çıkış noktasının bu dünyayı gerçek şekliyle idrak etmemekten ve gafletle bakmaktan kaynaklandığını gördüm. Eğer insan sadece kendi nefsanî arzu ve istekleri ile fanî dünya hayatı açısından bakarsa, elbette dinin emir ve yasaklarını ve birçok meselesini sağlıklı bir gözle göremeyecek ve doğru şekilde anlayamayacaktır. Şu koca kâinatın varoluş sebebi ve neticesi olan insanın yüksek yaratılış maksatları ile ebedî ve gerçek hayat diyarı âhiret açısından aynı meselelere baktığında ise çok daha farklı bir farkındalık kazanacaktır. Şöyle ki: İnsanın nefsi, bu dünya hayatını hep devam edecekmiş ve sürekli burada kalmaya devam edecekmiş gibi düşünüyor ve öyle görüyor. Âhiret hayatını da sanki hiç gelmeyecekmiş gibi yok sayıyor. Ve böyle farz ederek yukarıdaki soruyu soruyor.

Hâlbuki bu dünyada ebedî hayatı kazanmak için kısa bir süreyle geçici olarak bulunduğumuz noktasından şu hayata bakıldığında, her şey yerli yerine oturuyor ve netlik kazanıyor.

Evet, cennette çok daha ileri dereceleri vaad edilen nefsanî ve fiziksel zevkler, temelde kötü ve yanlış değiller. Hatta buradaki dünyevî lezzetler ve nimetler, cennet nimetlerinin numuneleridir, yani denemek için küçük ve kısıtlı örnekleridir, cennet nimetlerine iştah açmak için ikram edilmişlerdir. Cennet nimetleri ise, dünyevî nimetlerin mükemmel ve yüksek asıllarıdır.

Fakat şöyle bir manzarayı aklınızda canlandırın. Önemli bir sınav esnasında, yanınıza ihtiyaç oldukça içmek için su alırsınız. Belki, zihin açıklığı ve enerji için, bir kaç şeker de bulundurursunuz yanınızda.  Buna sınav gözetmenleri de izin verirler. Fakat, hiç akıl kabul eder mi ve hiç müsaade edilecek bir şey midir ki, sınav esnasında bir lokantadan mükellef bir yemek siparişi yapsanız...Ya da sınavda içmek için alkollü içecekler getirseniz..Veyahut, yanınızda portatif playstation cihazınızı getirip, oyun oynamaya kalksanız..Şimdi böyle bir şey, nasıl sınav esnasında izin verilmesi mümkün olmayan yanlış ve kötü bir davranışsa, sınav ortamı ve şartlarına ne derece uygun düşmüyorsa ve sınavı kaybetmeye sebep olacak zararlı bir davranışsa; aynen bu misal gibi, bu dünyada bulunma sebebimizi ve hayattaki vazifemizi unutturacak ve sadece kendisiyle meşgul edecek dünyevî ve nefsanî zevkler, sınav adabı gereği dince yasaklanmış, yanlış ve kötü görülmüştür.

Zaten, bu dünyada sadece, yiyip içecek, yatıp kalkacak, zevk edip gezecek ve farklı ve anlamlı bir şey yapmayacaksak neden cennetten çıktık ve bu dünyaya gelip o kadar zahmeti, meşakkati, hastalıkları, ayrılıkları, hayatın ağır yükünü ve acılarını yüklendik ki? Mülk suresinin ikinci ayeti, bu soruya bakın nasıl müthiş bir cevap veriyor:”Hanginizin daha kıymetli ve güzel işler yapacağını görmek için, bir imtihan olarak hayatı ve ölümü yaratmıştır.”

Bedenini ve nefsini aklın, kalbin ve ruhun yüksek hedeflerinin hizmetine vermesi gereken insan, tam tersini yapıp, aklını, ruhunu, kalbini ve bütün duygularını, bedeninin ve nefsinin emrine verse ve nefsinin hayvani isteklerini yerine getirmek ve dünyevi lezzetler adına ne varsa tatmak ve bütün inceliklerine vararak yaşamak için kullansa, böyle bir yaşam tercihini yapanların tarifi, Kur’ân’daki gibi olacaktır: “onlar hayvan gibi, hatta daha da aşağıdırlar.” 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.