Batı hayırseverliğinin İslami kökenleri

Mustafa AKYOL

Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in dünyanın en zengin adamı olduğunu duymuş olabilirsiniz. Aynı adamın bizde daha az bilinen bir özelliği ise, dünyanın en büyük hayırseverlerinden biri olması. Kurduğu vakıf, başta Afrikalı çocuklara aşı kampanyaları olmak üzere, her yıl yüz milyonlarca dolar harcıyor hayır işlerine. Gates, muazzam servetinin sadece çok küçük bir kısmını çocuklarına, kalan kısmını ise vakfına bırakmış durumda.

 

Gates böyle yapmakla, dindar bir adam olmasa da, içinden çıktığı Hıristiyan kültürünün değerlerini yansıtmış oluyor. Özellikle de Anglo-Sakson ülkelerdeki Hıristiyanlık temelli “hayırseverliği” sürdürüyor.

 

Ancak, Alman iktisatçı Benedikt Koehler’e bakarsanız, Gates’in hayırseverliğinin kökenini çok daha uzaklarda bulmak mümkün: İslam peygamberi Hz. Muhammed’de.

Şeriatın güvencesi

 

Koehler, Economic Affairs dergisinde yayınlanan “Kurumsal Yenilenme Katalizörü Olarak Erken Dönem İslami Vakıflar” başlıklı akademik makalesinde yapıyor bu yorumu. Sözünü ettiği “erken dönem”in ilk örneği, kuşkusuz, peygamberliği öncesinde bir tüccar olan ve bu sebeple de iktisat ve ahlak arasındaki ilişkiyi mükemmel biçimde kuran Hz. Muhammed.

 

Koehler’e göre, İslam peygamberinin, mirasının azını çocuklarına, çoğunu ise hayır işlerine bırakmış olması epey anlamlı. Sonraki döneminde ise İslam hukuku “vakıf” sistemini geliştirerek hayırseverliği kurumsallaştırıyor. Bu sistemi en büyük özelliği, özel mülkiyeti şeriat güvencesi altına alması ve dolayısıyla devlet tasallutundan koruması. (Bu çok önemli, çünkü insanların mallarının keyfi olarak müsadere edildiği ülkelerde ekonomi gelişmez. Devlet gelip malınızı gasp edecekse, mesela tanıdık bir devletin yaptığı gibi “Varlık Vergisi” çıkarıp sizi soyacaksa, ne diye çalışıp uğraşacaksınız ki?)

 

İslam’ın ilk asırlarında, bugün “sosyal devlet”ten beklediğimiz pek çok hizmet şeriat koruması altındaki vakıflarca üstleniyor. Askerlerin emekliliğinden tutun da çocuklara taze meyve tedarik edilmesi veya lale bahçelerinin bakımına kadar farklı işlere adanmış bir çok vakıf gelişiyor.

 

Tabii devletlerin yetkilerini aşıp vakıflara el koyduğu da oluyor. Ama bu bir istisna. Koehler, örnek olarak, Fatih Sultan Mehmet’in bazı vakıfları müsadere etmesini, ama oğlu “sofu” II. Bayezid’in bundan pişman olup vakıf sahiplerine tazminat ödemesini göstermiş.

 

Doğu’dan Batı’ya

 

Bu İslami geleneğin Batı’yla ilgisi ise şu: 12. Yüzyıla dek Ortaçağ Avrupası’nda vakıf diye bir kavram yok. Ama Filistin’i işgal eden Haçlılar, yaptıkları katliam ve yağmaların ötesinde, bir “öğrenme” sürecine giriyorlar. Ortadoğu’da gördükleri bir çok “ileri” fikri, adeti ve kurumu da, o zamanlar çok “geri” olan ülkelerine taşıyorlar.

 

Tapınak Şövalyeleri ve Fransisken rahiplerinin İslam dünyasında görüp de hayran oldukları vakıf hastane ve hayratları da bunlardan biri. Koehler, bunların taklitlerinin Haçlı Seferleri sonrası İngiltere’de nasıl ortaya çıktığını örnekleriyle anlatıyor. Hayırseverliğin Hıristiyanlık’ta da baştan beri olduğunu, ama kurumsallaşmasının Avrupa’ya sonradan gelen bir “Müslüman icadı” olduğunu söylüyor.

 

Bu kadar yoğun gündem arasında bu konu da nerden aklınıza geldi Mustafa bey” derseniz, diyeceğim şu:

Bir dizi konferans vermek için Amerika’ya gelirken uçakta arada Economic Affairs okudum. Sonra New York sokaklarında dolaşırken, buradaki nice bina, park, hayır kurumu ve kütüphanenin vakıflarca yapıldığı gözüme çarptı. Yaşadığımız dünyanın hem “Batıcılar” hem de “Doğucular” tarafından sanılandan çok daha girift olduğu da, bir kez daha kafama dank etti.

 

Star

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.