Serdar BİLGİN
Kuyuya Düşen Tırtıl
Hayat, çoğu zaman düz ve güvenli bir yol gibi görünür. Sabah uyandığımızda günün bize ne getireceğini bilemeyiz; yürüdüğümüz yol sakin, ufkumuz açıktır. Ancak bazen bir anda, beklenmedik bir şekilde karşımıza çıkan engeller, bizleri derin bir kuyuya düşmüş gibi hissettirebilir. Bu kuyu, mecazi anlamda yalnızca sıkıntı ve acıyı temsil etmez; aynı zamanda sabrımızın, direncimizin ve şükür duygumuzun sınandığı bir mekândır.
Kuyuya düşmek, insanın kontrolünü kaybettiği anların metaforudur. Musibet, hastalık, kayıp, hayal kırıklığı veya maddi sıkıntılar… Her biri, hayatın düz giden yolunda aniden karşımıza dikilen bir engel gibidir. İnsan ilk anda şaşırır, belki de karamsarlığa kapılır. Ancak bu karanlık anlar, bize bir iç yolculuk fırsatı da sunar. Çünkü kuyunun dibinde kendimizle baş başa kalırız. Sabır, bu anlarda devreye girer; sabretmek, sadece beklemek değil, aynı zamanda yaşananı kabul edip doğru adımlar için zihni ve ruhu hazırlamaktır.
Şükür ise, kuyunun dibinde farkına vardığımız başka bir hazinedir. İnsan sıkıntı içinde olmasına rağmen hâlâ küçük bir nefesin, bir dostun, bir öğüt verenin varlığını takdir edebilir. Şükretmek, karanlıkta bile ışık bulabilmektir. Bu bilinç, yalnızca kuyuya düşen insanın dayanma gücünü artırmaz, aynı zamanda yaşadığı deneyimden öğrenmesini ve olgunlaşmasını sağlar.
Ey Okur!
O nedenle aslında hayatın düz görünmesi yanıltıcıdır; her yol, bir gün bir kuyuya açılabilir. Önemli olan, bu kuyuya düştüğümüzde nasıl davrandığımızdır. Panik ve yılgınlık yerine sabrı ve şükrü rehber edinmek, kuyuya düşmeyi bir trajedi olmaktan çıkarır; onu bir eğitim ve tefekkür fırsatına dönüştürür. İnsan, kuyuya düşse de, sabrın ve şükrün ışığıyla oradan yükselmeyi öğrenir. İşte hayatın en değerli derslerinden biri budur: karanlık anlar, ruhu güçlendiren, sabrı ve şükrü derinleştiren birer öğretmendir.
Ey Arkadaş!
Seni anlıyorum. Hayatında sabırla beklediğin emeller, umutla kurduğun hayaller var. Bu hayallerin ortasında birden kendini bir kuyunun dibinde bulduğunu düşün. Bütün ışıklar kapanmış, gökyüzü gizlenmiş, umutların karanlığa gömülmüş.
İşte o anda şeytan ve nefis sana şöyle fısıldar:
“Bütün emeklerin boşa gitti. Sen artık çıkamazsın. Buradan kurtuluş yok.”
“Her şey bitti. Bu karanlık senin sonun.”
Her şeyin bittiğini düşünen ey arkadaşım!
İşte tam da her şeyin bittiğini sandığın o an, senin hayatındaki en kıymetli andır. Bunu sakın unutma! Hatta bunu yaz istersen!
Çünkü o anlar acziyetimizi en çok hissettiğimiz anlardır dua ederiz, yalvarırız ve Allah’a daha çok yaklaşırız. Zira sıhhat ve afiyet zamanında gaflet perde olur; insan kendini güçlü zanneder, kibrin ve hodgâmlığın aldatmasına kapılır. Hâlbuki hastalık ya da musibet, o perdeyi yırtar. Sana, “Sen zayıfsın, sen âcizsin, sen fanisin” diye ders verir. İşte o ders o vakit seni, kalben Rabbine yönlendirir. Bu yöneliş, sıhhatten daha kıymetli bir nimettir. Bu nimete, sabırla ve şükürle baktığında kanatlarını açmana uçmana vesile olur.
Ey hasta kardeşim!
Ey hayal kırıklığı yaşamış kardeşim!
Ey musibetzede kardeşim!
Ey kendini kuyuya düşmüş hisseden kardeşim!
Hayat bazen bir tırtılın yolculuğuna benzer. Sabırla ördüğümüz bir koza vardır; umutla bekleriz ki bir gün kanatlar açılacak, gökyüzüne yükseleceğiz. Fakat birden sert bir rüzgâr eser, dal kırılır ve kendimizi karanlık bir kuyunun dibinde buluruz.
İster misin? Şimdi birlikte bir tırtılın hikâyesine kulak verelim.
“Sonbahar gelmişti. Yeşil yapraklar; sarı renge terfi eylemiş idi ve dallardan ayrılacak olmanın hüznünü taşıyordu. O dalların birinde küçük bir tırtıl, sabırla ördüğü kozayı bitirmişti. Kozanın içindeki derin sessizlik, bir mucizeyi saklıyordu. Zamanı geldiğinde kabuk çatlayacak, o daracık ve karanlık yuvadan genişliğe ve ışığa çıkacaktı. Tırtıl, bu hayalin verdiği huzurla bekledi. Gönlünde gizli bir sevinç vardı: “Yakında kanatlarım olacak ve uçacağım,” diye fısıldıyordu içinden. Çünkü kâinatın hilkati böyleydi: Sürünmekten uçmaya terfi edecekti. Ama öyle olmadı. Kaderin cilvesi başka türlü tecelli etti. Sert bir hazan rüzgârı esti, dal kırıldı. Tırtıl, kozasıyla birlikte daldan sarı yapraklarla dolu karanlık bir kuyunun içine düştü.
Uyandığında artık ne gökyüzü vardı ne de dalların uğultusu. Etrafında taş duvarlar, üstünde kapalı bir gökyüzü vardı. Kalbine bir vesvese sokuldu:
“Sen özgürlük bekliyordun, kanat umuyordun. Oysa şimdi karanlık bir kuyudasın. Buradan çıkış yok.”
İçinde büyüttüğü umut, birdenbire karanlığa gömülmüştü. “Kanatlarım olacak” diye fısıldadı kendi kendine.
“Ama kanatlarımı nereye açacağım?”
Kuyu, dardı ve çıkışı imkânsız görünüyordu. Fakat tırtıl sabırla beklemeye devam etti. İçinde hâlâ gökyüzüne dair bir hatıra bir umut vardı.
Tırtıl düşündü:
“Demek ki bu kuyu, zahiren benim felâketim gibi görünüyor. Ama belki de kanatlarımı hakiki manasıyla tanımam için bir imtihan. Eğer sabredersem, karanlıktan aydınlığa çıkmak da bana nasip olacak.”
Günler geçti. Kozanın kabuğu çatladı. Tırtıl kanatlandı. Kuyu duvarlarına çarpan ilk çırpınışları acı vericiydi. O an, Yusuf kıssası hatırlatıldı tırtılın gönlüne:
“Kardeşleri Yusuf’u kuyuya atmıştı; ama o kuyu, bir rahmet kapısına dönüştü. Çünkü Allah, en darlıktan en genişliğe çıkarır.”
Kuyu dar ve taşlıydı; her çırpınışında duvarlara çarpıp incindi. Ama pes etmedi, sabırla devam etti.
Kanatları her çırptığında kuyunun yukarısına biraz daha yaklaştı. Nihayet kuyunun ağzından gökyüzüne ulaştı. İlk defa ışığı gördüğünde gözleri kamaştı. O an anladı ki:
“Bu kuyu, aslında onun için bir hapis değil; Rabbini tanıtan bir mektepmiş.”
…Ve kanatlarını gökyüzüne açarken şöyle fısıldadı:
“Eğer düşmeseydim, uçmanın hakikatini bilemeyecektim. Karanlık, bana ışığın kıymetini öğretti. Musibet, sabır ve şükürle rahmete döndü. Demek ki her kuyu, sabreden için bir sema kapısıdır.”
O anda anladı:
Kuyu, kanatlarının değerini göstermek için yazılmıştı kaderine. Eğer düşmeseydi, belki gökyüzünü bu kadar özlemeyecekti.
…Ve o gün, kuyudan çıkan kelebek, artık sadece uçmayı değil; karanlıktan çıkmanın da ne demek olduğunu biliyordu.
Ey kendini kuyuya düşmüş hisseden arkadaş!
Birdenbire bütün ümitlerin kesilmiş gibi oldu. Farkındayım! Kuvvetten düştün, bedenen yoruldun, neşen söndü, belki kederlendin, kendini çaresizmiş gibi hissettin! Tırtıl nasıl o darlıkta olgunlaşıp kelebeğe dönüşüyorsa, sen de o dar kuyuya sabırla ve rızayla kanatlanacak, kelebeğe tebdil eyleyeceksin. Bunun lütfen farkına var! Düştüğün kuyu, kanatlarımıza engel değil; kanatlarımızın değerini anlayacağımız bir imtihan mekânıdır. Karanlık, ışığın kıymetini sana öğretecek bir ayna, bir fırsat olacak. O düşüş anın yükselişinin hazırlığı olacak. Buna inan ve sabret lütfen! Sabredersen, bu karanlık bir rahmet kapısına dönüşecek. Şükredersen, düştüğün kuyu gökyüzüne açılan bir pencere olacak, birer nimet-i İlahiye olacak; seni dünyaya bağlayan zincirlerini kıracak, sana bir talim ve terbiye mekânı, bir medrese-i Yusufiye olacak.
Sadece zamana ihtiyacın var!
O yüzden lütfen sadece sabret, şükret ve bekle…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.