Sen de mi şâkirdsin yoksa?

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur eserleri yoluyla Kur’an ve imana hizmet eden talebelerinden bahsederken “şâkird” terimini de sıkça kullanır.

TDK sözlüğünde şâkird kelimesinin “öğrenci, çırak” anlamına geldiği belirtilir. Şemseddin Sâmi’nin Kâmus-ı Türkî’sinde ise şâkird kavramı, “ilim öğrenen, müderris ve muallimin dersine veya bir mektep ve medreseye devam eden, tahsilde bulunan, tâlib” gibi anlamlarla açıklanır.

Hiç şüphesiz Risale-i Nur’da kullanılan “şâkird” kavramı, bu anlamlardan bağımsız olmayan ancak Risale-i Nur hizmetine özel bir anlamı ihtiva etmektedir.

Yani “şâkird” olduğunu iddia eden birisi açıktır ki, “Risale-i Nur’a talebe” olduğunu iddia etmiş olmaktadır.

Elbette Bediüzzaman “şâkird” kavramını dar bir alan için değil, daha üstün, daha geniş bir alanı işaret etmek için de kullanmaktadır:

“Amma Kur'ân'ın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir (kuldur)” (17. Lema)

O halde Risale-i Nur terminolojisinde talebe ve şâkird kavramları, mâna-yı harfiyle daha üst bir alana, yani Risale-i Nurların ilham kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerine hizmetkâr olmaya işaret ederler:

O ehl-i fazl ve kemal ve kuvvetli enâniyet-i ilmiyeyi taşıyan zatlar bilsinler ki, bana değil, Kur'ân-ı Hakîme talebe ve şakird oluyorlar; ben de onların bir ders arkadaşıyım.” (29. Mektup)

Bediüzzaman gerçekte bütün insanları öğrenci (şâkird) olarak kabul eder. Bu insanların bir kısmı felsefenin, bir kısmı Şeytan’ın, bazıları da Kur’an’ın şâkirdleridir:

“Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dâvâ açar. Kur'ân'ın şakirdi ise, semâvat ve arzdaki umum salih ibâdı kendine kardeş telâkki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder. Ve saadetleriyle mesut oluyor.  (17. Lema)

“Ey Şeytan ve ey Şeytanın şâkirdleri!....” (On beşinci söz)

Görüldüğü gibi şâkird kavramının içi hangi fiillerle doldurulursa, o fiillere göre bir anlam kazanmaktadır.

Teessüfle ifade etmek gerekir ki, pek çok kudsi kavram gibi aslında Kur’ân’a talebe olmayı ifade eden “şâkird” kavramı da çoğu zaman hakkıyla temsil edilememektedir.

Elbette kendisini “şâkird” kabul edip, bu sıfatın pek çok özelliğini üzerinde göstermeye çabalayan, ihlaslı ve samimi kardeşlerimiz bahsimizden hariçtir.

“Şâkirdim” deyip insanlara hakaret eden, “şâkirdim” deyip yalan söyleyen, “şâkirdim” deyip günahlara giren, “şâkirdim” deyip Allah’ın farzlarını ve sünnetlerini yaşamayan kişileridir asıl sözüm.

Risale-i Nur kıstasları içinde şâkirdliğin hususiyetleri o kadar açıktır ki, bu özelliklerin tamamen zıddını sergilediğimiz halde kendimize “şakird” ünvanını uygun görmemiz bu kavrama karşı açık bir saygısızlık olmaktadır.

Bu hususta en birinci eleştiriyi ben kendi şahsıma yapıyorum elbette. Bu sebeple de kendi kusurlu ve günahkâr şahsiyetimi “şâkird” sıfatıyla tesmiyeye lâyık görmeyen bir kardeşiniz olarak bu satırları yazdığımı da ifade etmek istiyorum.

Risale-i Nur şâkirdi olduğunu iddia eden bir kimse açıktır ki,  Risale-i Nur mesleğine talebe olmayı da kabul etmiş demektir.

"Bu durûs-u Kur’âniyenin (Kur’an derslerinin) dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye (iman ilimleri) cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin (Risale-i Nurların) şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.” (Yirmi Dokuzuncu Mektup)

Görüldüğü gibi bu daire içinde olduğumuzu iddia ediyorsak hangi ilmi seviyesine sahip olurlarsak olalım, bu daireden ayrılamaz, bu dairenin dışında yeni bir yol açamayız. Allame de, Müctehid de olsak, Risale-i Nur’un talebelik şartlarına uymak zorundayız:

"Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden (ilmi egodan) aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer." (Yirmi Dokuzuncu Mektup)

“ ...biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.” Asa-yı Musa 1. kısım)

Elbette, eğer Kur’an ve sünnet çerçevesinde kalır, rıza-yı ilahiyi temel gaye edinirsek, bizim hizmetlerimiz de bir çeşit iman hizmetidir ama bu hizmet Risâle-i Nur hizmeti olarak adlandırılamaz artık.  

Çünkü Risale-i Nur hizmetinin değişmeyecek prensipleri vardır ve bu prensipler Bediüzzaman’ın kıyamete kadar uyulmasını istediği kurallardır.

Bu kaideleri yok sayıp, Bediüzzaman’ı bir menkıbe kahramanına, Risale-i Nurları da anlaşılmayan süs kitaplarına çevirirsek eğer, hem Risale-i Nur hizmetinin dışında olup, hem de Risale-i Nur hizmeti yapıyormuş görünümünde oluruz ki, yanlış olan da budur.  

Bu hakikat anlaşıldıktan sonra, bir Risale-i Nur şâkirdinde olması gereken özellikleri; bir A hocasından ya da bir B kitabından değil de yine Bediüzzaman’ın sadık talebelerinden ve Risale-i Nur’dan sormak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.

Öncelikle kendi nefsime hitaben, gerçek “şâkird”lerin özellikleri nelerdir sorusuna Risâle-i Nur’dan bazı cevaplar bulmaya çalıştım. Siz değerli kardeşlerimle de bu özellikleri paylaşmak istiyorum izin verirseniz:

ŞÂKİRDLER KARDEŞLERİYLE REKABET ETMEZLER

“Ey kardeşlerim! Kur'ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mâbeynimizde bu nevi hubb-u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i mânevîyi şahsî, hodfuruşâne, rekabetkârâne, cüz'î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.” (Yirmi birinci Lema)

ŞÂKİRDLER EMNİYETİ İHLAL EDİP HÜKÜMETE İSYAN ETMEZLER, FESAD ÇIKARMAZLAR.

“Evet, komünist perdesi altında anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmaya dehşetli çalışmasına karşı, Risale-i Nur ve şakirtleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müthiş ifsadı durduruyor ve kırıyor, emniyeti ve âsâyişi temine çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur talebelerinden, bu yirmi senede alâkadar üç dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: "Nur talebeleri mânevî bir zabıtadır. Âsâyişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar." (Yirmi Altıncı Lema)

Yirmi sene zarfında, Risale-i Nur'un yirmi bin nüshaları ve parçalarını yirmi bin adamlar okuyup kabul ettikleri halde, Risale-i Nur'un şakirtleri tarafından emniyetin ihlâline dair hiçbir vukuat olmamış ve hükümet kaydetmemiş ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamış. (12. Şua)

ŞÂKİRDLER DÜNYA SİYASETİNE VE DÜNYA MÜCADELELERİNE KARIŞMAZLAR

“Ve bu sırr-ı azîm içindir ki, Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der:

"Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi def ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap!" der. O zâlim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, "Keşke kurtulsaydı" diyerek ıslahına çalışır.” (On Birinci Şua)

“Risale-i Nur ve ondan tam ders alan biz şakirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nur'u âlet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz. Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.” (Kastamonu Lahikası)

ŞÂKİRDLER HÜKÜMETİN İCRAATINA KARIŞMAZLAR

Risale-i Nur şakirtlerinin, mümkün olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükümetin icraatına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünkü hâlisâne hizmet-i Kur'âniye, onlara herşeye bedel, kâfi geliyor. (On Dördüncü Şua)

ŞÂKİRDLER EMNİYETİ İHLAL İÇİN HALKI AYAKLANDIRMAZ

Yirmi senede yüz binler Risale-i Nur şakirtlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatları kaydedilmediği halde, "Dini âlet ederek emniyeti ihlâle halkı teşvik ediyor" diye makam-ı iddia onları itham etmesi, değil nev-i beşeri, belki zemini de hiddete getirip o ithamı reddeder (On Dördüncü Şua)

ŞÂKİRDLER ASAYİŞ ORTAMINI SÜREKLİ MUHAZAFA EDERLER

Yirmi seneden beri bir dâvâmız ki, âsâyişe mümkün olduğu kadar Nur şakirtleri dokunmuyorlar. Ve bize hücum edenlere, en başta emniyeti ve âsâyişi bozmak dâvâlarına bir emâre ve dâvâmızı cerh etmeye bahane olması kuvvetle muhtemel bulunan bu hapis hâdisesi, inâyet-i İlâhiye ile, harika bir tarzda, sizin sadakat ve ihlâsınızın bir kerameti olarak yüzde bire indi, kubbe habbe edildi. Yoksa, hakkımızda habbeyi kubbe yapanlar bundan istifade edip aleyhimizdeki iftiralarını çoklara inandıracaklardı. (On Dördüncü Şua)

ŞÂKİRDLER RİSALE-İ NUR’U YAZARLAR VE OKURLAR

“Gördüm ki, içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli İmân dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsi hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şakirtlerin ibadet niyetiyle risaleleri, ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim, hak verdim.” (Kastamonu Lahikası) 

ŞÂKİRDLER RİSALE-İ NUR’UN SADELEŞTİRİLMESİNE KARŞI ÇIKARLAR

“Malûm olsun ki, bana deniliyor; insanlar diyorlarmış ki; "Onun eserlerinin çok yerlerini
anlayamıyoruz. Böyle kalırsa bu eserlerin zayi' olmasından korkulur."

Ben de derim:
"Cenab-ı Hakk'ın izniyle inşâallah zayi' olmayacaklardır. Ve bir zaman
gelecek, ekser dindar mütefekkirler, onları anlayacaklardır.

اِنْ شۤاءَ مَنْ بِيَدِهِ اْلاُمُورْ Çünki bu risaledeki ekser mes'eleleri; nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı Hakîm'in bana i'ta etmiş olduğu ilâçlardır. Fakat mümkündür ki, sair insanlar, benim bitamamihâ anladığım gibi anlamasınlar.”(Mesnevi-yi Nûriye)

“Başkasının tashihine de katiyen razı olamıyorum zira külahıma püskül takmak gibi başkasının sözü, sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor.”
Asarı Bediyye ( 403 )

ŞÂKİRDLER KUR’AN HARFLERİNİ MUHAFAZA EDERLER

“Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı (Kur’an harfleri ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.” (Kastamonu Lahikası)

Bu özellikler gibi, başta “iman hakikatlerini neşr etmek” gibi, şâkirdlerin uyması gereken yüzlerce özellik var elbette.

Haydi bendeniz bütün kusurlarım ve liyakatsizliğimle birlikte o ünvana bir ömür boyu sahip olamayacağım belki ama, kendisini “şâkird” olarak adlandıran kardeşlerimiz, şâkirdliğin özelliklerini, bir ömür boyu sadakat ve sebatla üzerlerinde göstermek zorundadır.

Rabbim kusurlarımızı görmeyi ve bu kusurlardan dönerek Kur’an şâkirdi olma yolunda ilerlemeyi cümlemize nasib etsin.

Eğer sadakatiniz ve sebatınızla, bir gün o ulvi makama erişirseniz, bu pür kusur kardeşinize de dua etmeyi unutmayı lütfen.

Belki sizin ihlas ve sadakatiniz hürmetine biz de bir gün “Şâkird” olmayı başarırız, kim bilir? (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum