Sarıklı genç

Gece soğuk ve uzun geçmiştir. Yağışlarla çok ıslanmıştır.

Sabah geç geldiğinden, anlamına uygun olarak, gökkuşağından kozmik bir lacivert seçilmiştir.

Büyük bir kubbenin altında, başına sardığı gün gibi aydınlık sarığı parlamaktadır.

Bediüzzaman’ın rüyalarındaki Sarıklı genci uyanmıştır...

Yüzünde, ‘haya ve hamiyetten neş’et eden’ utangaç bir kızarıklık...

‘Hürmet ve merhametten’ gözlerinde, sonra yanaklarında, oradan tüm yüzünde beliren ‘masumane tebessüm’ü...

‘Fesahat ve melâhatten’ doğan gün ışığı gibi ruhani bir şirinlikle...

‘Aşk-ı şebabîden, şevk-i baharîden’ fışkıran semavi bir neşesiyle...

Işık oyunları ile birlikte mekanı saran güzellikle uyumlu olarak...

Birlikte;
‘Hüzn-i gurûbîden, ferah-i seherîden’ vücuda gelen incecik, yumuşacık, iki parmak arasından akıp gidecek gibi bir hazla, ‘melekûti lezzet’iyle beliren...

‘Hüsn-i mücerretten, cemal-i mücelladan’ ışıklı bir cümbüş, renkli bir ayna gibi yüzüne yansıyan ‘mukaddes ziynet’inin... birleşerek yansıdığı şekliyle,

Sarıklı genç, ‘Medresetüz Zehra’sının merdivenlerini adımlamaktadır.

Kürdistan dağlarından miras özgür ruhunu, vadilerinin ot kokusunu, derelerinin serin yüreğini beraberinde Medeniyet çarşısına taşımıştır.

Kürtçe düşünür, Arapça okur, Türkçe yazar.

Vicdanında ‘ulum-u diniye’nin ziyası, aklında ‘fünun-u medeniyenin’ ışığı belirmiştir.

İşte, bu ikisiyle, etrafı saran lacivert, Doğu ve Batının iki ucunu bir gökkuşağı gibi birleştiren bu büyük kubbesinin yüzündeki resminden başka bir şey değildir.

Alem-i İslam’ın yeni bir ‘Medine’si kurulacaktır. Bir ayağı Van’dadır, diğeri Bitlis, bir diğeri Diyarbakır üzerindedir.

Yakasında bahar çiçekleri, Isparta’dan... Barla’nın Çamdağı’ndan gelmiştir.

O bahar hediyelerinden birkaç tanesini ‘geçmiş medresenin mezar taşına, yani Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına’ dikecektir.

Kubbenin taşları Ayasofya’dan, maviliği SultanAhmet’ten indirilmiştir.

Yedi rengi atalarının dimağından süzülmüş, yankısı Süleymaniye’den yayılmıştır.

Kubbenin direkleri; İstanbul’dan, Burdur’dan, Eskişehir’den... Kastamonu, Afyon’dan... Mısır’dan, Tunus’tan, Yemen’den... Hindistan’tan... Norveç, İsveç, İngiltere’den... Amerika’dan, Rusya’dan... gelmiştir.
 
Sonra, bir Tacir, bir Kimyager parçaları birleştirmiştir.

Bir şifa verici ilaç, ışık veren bir elektrik doğmuştur.

Medeniyet ve fazilet çarşısında Sarıklı gencin elinde taşınmaktadır.

‘Cephesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstünde kalp yazılan siyah ve pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır’.

İçindekiler: ‘İman, muhabbet, sadâkat, hamiyet’ tir.

Bu gencin adı Said’tir... 

Hamza, Ömer, Osman, Tahir, Yusuf ya da Ahmet de olabilir...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum