Sanat, tahayyül ve Tanpınar

“Yaşam silgi kullanılmadan çizilen bir resim” der bilgenin biri. Hatıralar zamanla yabancı gelse de bize, tamamen silinmeleri, sıfırlanmaları mümkün değil. Bir bilgisayar gibi formatlanmıyor hayat. İnsan bilincinin tarihçesi bizatihi benlik gerçeğinin kendisidir. Diğer bir deyişle insan mazisi ile ayaktadır, onunla insandır. Hayvanın mazisi (yani masalı) yoktur. Onun için insan değildir hayvan.

Geri dönüşü olmayan sarp ve yalçın bir yokuştur yaşam. Kimi zaman kısalan, kimi zaman uzayan, kimi zaman hiç bitmeyecekmiş vehmi veren sarp ve yalçın bir yokuş. Susanna Tamaro “yaşam bir yolsa eğer yokuş daima yukarı çıkan bir yoldur” der, ama yanlış! Çoğu zaman tersi de doğru çünkü. Yaşamı sade ve gösterişsizce algılamak, mütevazice ve iddiasızca geçirmek, bir çelebi gibi ölmek… Poz almadan, kostüm takmadan. Kime nasip! “Yaptığım her duayı kabul etmediği için tanrıya şükrediyorum” der Melami-meşrep bir Allah dostu. Kabul olmadığı için tekrarlanır dualar ya da kabul olup olmadığı bilinmediği için.

İnsan hayal edebildiği ölçüde insandır. Hayalin yani ümidin bittiği yerde yaşam da ve yaşam içinde her biri en az o yaşam kadar değerli olan bütün yaşanmışlıklar da biter. Cennet bile tahayyül sahası içerisinde kaldığı için tektir, güzeldir, biriciktir. Burada hiçbir zaman ulaşılamadığı için daima ulaşılmak istenir ona. Özlenendir, ulaşılan değil. İnsan tahayyülün çocuğu. O biterse insan da biter. Onun hayalleri tükenmek üzere. Yeni hayaller bulabileceğine dair umuda da. İrlandalı sanatçı Oscar Wildetabiat sanatı taklit eder” derken ihtimal ki hayalin yaşamın bir adım ilerisinde olduğunu söylemeye çalışıyordu.

Şarkıların güzelliği ve kelimelerin kifayetsizliği” bu hayal ülkesine duyulan özlemin ve hasretin şairane bir ifadesi. Hamletyazarı “olmak ya da olmamak işte tüm mesele bu!” der. Olmak yarı güzel, olmamak tam güzel daha doğrusu güzelin ta kendisi. Mesele olmak değil, olmamak. Biri reel, diğeri irreel olanın ilgi sahası içerisinde. Reel olanın yapıcısı irreel yani hayal, merak, sanal. Hayyamher şafak bir hırsızdır, elinde fenerle gelir” diyor. Wilde’nin Dorian Giray’ı bir bakıma. “Bizler hayaller ile aynı maddeden yapılmışız” diyen Othello yazarı ne de haklı! Âdemden önce hayal vardı, tahayyül ve sonra tasavvur belki de.

Alalâde (sıradan) bir günlük (ve dahi defter) sanatkar mizaçlıların vasfı değildir çünkü sanatkarların günlüğü bile sanatkaranedir. Gerçi bu da bir tahayyül daha doğrusu bir temenni. Gerçek bunun tam aksi çünkü. Stefan Zwing’in günlükleri ruhsuz, savruk, özensiz, düzensiz, kusulacak gibi. Virginia Woolf’un günlükleri bir tutam ızdırap. Arada kalanların, kararsızların, müteredditlerin ızdırabı. Tanpınar’ın günlükleri sanatkar kişiliğinin çok gerisinde tıpkı Zwing gibi fakat bu bilinçli bir tercih olsa gerek. Günlüklerde sanat denen o lanet maske yoktur artık, karşımızda konuşan çırılçıplak insandır, sadece insan.

“Hiçbir şeyi bitiremiyorum. Dün akşam içki, cigara beni çok sarstı. Gece yarısı öksürükle uyandım ve ilk defa gelecek seneye çıkmamam korkusu aklıma geldi. Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım o kadar kelime varken… Fakat her şey kafamın içinde, ancak bir sis tabakasının arasından sezebiliyorum. Hatta seziş de değil. Sadece tahayyül. Arzularımın vehimleri, gölgeler. İsimler, iyi niyetler… Bir türlü cigaradan vazgeçemiyorum. Dün cumartesinin neticesi, büyük bir depresyon içindeydim. Akşama kadar evde budalaca dolaştım.” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa, Dergah y. s.278)

Bu cümleler yaklaşık beş yüz sayfayı bulan “Huzur” romanından daha samimi, daha sıcak değil mi? Bütün sanatçılar gibi her şeyini tahayyüle borçlu Tanpınar. Ama hiçbir tahayyülü tahakkuk etmediğinden bütün edebiyatseverlerin ilgi odağında. Tahakkuk en amansız düşmanıdır tahayyülün. Onun için “tahayyülümde kalsın vatan eski haliyle” diyor Aziz İstanbul yazarı.

“…Ben ancak sonuna kadar ümit etmekle, ümit ederek çalışmakla kurtulabilirim. Ve Proust gibi, Nerval gibi, hayatımın şekline bakılırsa ancak Nerval gibi belki bir gün ancak çalışma sayesinde eserime varabilirim.” (s.282) Ümitsizliğin yani hayalsizliğin yani tahakkukun ölüm demek olduğunu çok bilen Tanpınar, çaresiz ümidini korumakla teselli bulacaktır.

Günlükleri ile diğer eserleri arasında hiçbir fark olmayan tek sanatçı Cemil Meriç. Hatta günlüklerinin bazı yerlerinde yakaladığı lirizm, üslup ve kelime işçiliği diğer eserlerinden çok daha ileride. (Mesela Lamia Hanım’a Mektuplar bölümü)Andre Gide aynı deryanın içinde kulaç atan bir başka sima. Ama Tanpınar’a öğrenci bile olamayacak kadar avam ve edebi zevk yoksunu olan bu adam Batı da edebiyat cumhuriyetinin ağır toplarından biri olarak hüsnü kabul görür. Onun da günlükleri aynen Zwing gibi ruhsuz, savruk, özensiz, düzensiz, üslupsuz. Günlüğün yok, defterin yok, tahayyülün yok, tahakkukun hiç yok. Öyleyse bütün bunlardan sana ne!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum