Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım

Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım

Sağlam olmayan bir güce (!) dayandığımız zaman başlıyor hayal kırıklıklarımız. Ve küsüp, insanlara güvenmenin yanlış olduğu kanaati yerleşiyor dünyamıza… Bu henüz küçük yaşlarda iken kendini gösteriyor ve yıllarca ufala ufala dağılıp, bitiyor ümitlerimiz. Sonra daha büyük kırılmalar yaşanıyor hem şahsi hem toplumsal hayatımızda… Ve ardından bir sürü kalbi-bedeni marazlar baş gösteriyor…

Hayallerimizin kırıldığı doğrudur, güvendiğimiz insanların bize yardım etmemesi, isteklerimize cevap vermemeleri de… Ama tekrar tekrar unutuyoruz ki, onlar da muhtaçlar, onların da elleri hiçbir şeye ulaşamaz, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kudrette değiller ki, bizimkilere cevap versinler. Bu yüzden ihanet, vefasızlık, ayrılık, muhabbet gibi acılar birikir yüreğimizde. Ve suçlayacak, yüz çevirecek, hayata küsecek onlarca sebep buluruz.

Ya, bütün ihtiyaçlarımızın ne olduğunu da, ne zaman, nerde, nasıl cevap vereceğini de bilen “…şu saray-ı acibin Ustasına, yani şu garip âlemin Sahibine her şey musahhardır. Her şey Onun hesabına çalışır. Her şey Ona bir emirber nefer hükmündedir.

Her şey Onun kuvvetiyle döner. Her şey onun emriyle hareket eder. Her şey onun hikmetiyle tanzim olunur. Her şey Onun keremiyle muavenet eder. Her şey Onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur…”[1]   hakikatini hayatımıza tamamıyla yerleştirebilsek… Kudreti ve rahmeti her şeyi kuşatanı hakkıyla tanıyıp, itaat edebilsek… İnsanın kendisine ve topluma zarar veren birçok sorun, sıkıntı çözülecek muhakkak. Üstelik başımıza gelenler bizim yanlış da olsa ısrarla talep ettiklerimizin neticesiyken hala suçlayacak bir kader, bir günah keçisi aramak da ne oluyor.

O, o kadar merhametli ki her şeye rağmen toparlıyor bizi, her şeye rağmen kendine geri çağırıyor… Bizim bütün gafletimize rağmen bizi duyduğunu, gördüğünü hissettiriyor… Hem ne istediğimizi, nasıl isteyeceğimizi de bildiriyor Kitabında. Hem de en sevgili kullarının yaşadıklarıyla…

Tüm sebepler sukut ettiğinde Yunus (as)’a, tüm insanlar - gençlik - sağlık kendisini terk ettiğinde Eyub (as)’a, zulmün kıyısında İbrahim (as)’e, en yakınları ihanet ettiğinde Yusuf (as)’a, ümitlerin solduğu bir vakitte Zekeriya (as)’ya cevap veren, elbette Kendisine tüm masumluğu, içtenliğiyle yönelen kalplerin de sual ve dualarına cevap verecektir… Yeter ki Yunus (as) gibi kuvveti, her şeye gücü yetenden beklemeyi… Eyub (as) gibi merhameti,  en merhametliden dilemeyi… İbrahim (as) gibi tevekkül etmeyi… Yusuf (as) gibi sabr ve affetmeyi… Ve bana göre kulluğun en zirve örneklerini duasında hissettiğim Zekeriya (as) [2]gibi aczi, fakrı, şükrü, tövbeyi ve tevekkülü Tek Bir olana sunmakta ki samimiyeti hissetmeyi ve yaşamayı bilelim… Ve neticesi ne olursa olsun şöyle dönüp bir kritiğini yapalım, ettiğimiz duaların hangisinden mahrum kaldığımızın?

[1] Yirmi İkinci Söz/ Birinci Makam
[2] “Bu âyetler, kulu Zekeriya’ya Rabbinin rahmetini zikretmek içindir. Hani o Rabbine gizlice niyaz ederek demişti ki: Ey Rabbim, artık benim kemiklerim yıprandı, başım ihtiyarlıkla tutuşup saçlarım aklandı. Sana ettiğim duâlarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım.” (Meryem Suresi:1-4)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum