
Salahattin ALTUNDAĞ
Bediüzzaman'ın siyâseti: Çelişki mi, stratejik dehâ mı?
TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-6
D. ÇELİŞKİ Mİ, STRATEJİK DEHÂ MI? BEDİÜZZAMAN’IN SİYÂSÎ MİRASI VE MODERN ELEŞTİRİLERE CEVAP
Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri (1878–1960), hem Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan geniş tarihsel sürecin tanığı olmuş hem de bu çalkantılı dönemlerin içinde din ile siyâset ilişkisine dair kendine özgü bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşım, yüzeysel bakış açılarıyla açıklanamayacak kadar çok katmanlı ve stratejik bir mahiyet arz eder. Onun siyâsetle kurduğu ilişki ne sadece dönemsel bir tavır ne de ideolojik bir hizalanma olarak değerlendirilebilir. Bilakis bu ilişki, temel gayesi olan “hizmet-i imaniye ve Kur’âniye” çerçevesinde şekillenmiş; siyâset, bu ana misyonun bir “aracı” veya gerektiğinde dışında tutulması gereken bir alan olarak ele alınmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin fikirleri; II. Meşrutiyet’in ilânı, istibdat rejiminin sona ermesi, Cumhuriyet’in kuruluşu, tek parti dönemi ve çok partili hayata geçiş gibi tarihî dönüm noktalarında şekillenmiş; her bir safhada yeniden konumlanarak kendi içinde tutarlı fakat dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek esneklikte evrilmiştir. II. Meşrutiyet döneminde meşrutiyet (anayasal monarşi) ve hürriyet kavramlarını İslâmî değerlerle temellendiren Bediüzzaman Hazretleri, Cumhuriyet döneminde ise aktif siyâsetten bilinçli olarak çekilmiş ve “Yeni Said” döneminde[1] siyâsetle arasına mesafe koyarak “iman hizmeti”ni merkeze almıştır. Bu tercihini “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni ve’s-siyâse”[2] (Şeytandan ve siyâsetten Allah’a sığınırım) sözüyle çerçevelemiştir. Bu düstur, onun siyâset karşıtı değil; siyâset karşısında ilke ve iman öncelikli bir duruş sergilediğinin açık göstergesidir.
Ancak son dönemde özellikle Tarık Çelenk gibi bazı çağdaş yorumcular, bu çok katmanlı yaklaşımı indirgemeci (redüksiyonist)[3] biçimde ele almakta; Bediüzzaman Hazretleri’nin hem siyâsî düşüncesini hem de Risale-i Nûr’daki bazı ezoterik ifadeleri yanlış yorumlamaktadır. Çelenk, Nûr Talebelerinin “ehven-i şer” (şerrin daha hafifi) ve “otoriteye itaat” gibi kavramlar üzerinden “politik sağın güvenli alanına sığındığını” ve böylece “dogmatik bir tavır geliştirdiğini” öne sürmektedir. Dahası, Sikke-i Tasdik-i Gaybî gibi eserleri, “siyâsî güç aracılığıyla gerçekleştirilmesi gereken bir milenyum misyonu” olarak yorumlamakta ve bu yorumun “Gülen yapılanmasının ideolojik temelini oluşturduğunu” iddia etmektedir.
Bu tür yorumlar, Bediüzzaman Hazretleri’nin düşünce sistematiğini ve tarihsel bağlamını yeterince kavrayamayan, metinler arası bütünlüğü göz ardı eden ve siyâset-tasavvur ilişkisini[4] yüzeysel algılayan yaklaşımlardır. Oysa Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle kurduğu ilişki, dönemsel pragmatizmlerle açıklanamayacak kadar köklü bir stratejiye dayanır.[5] Onun siyâsî metodolojisi, değişen tarihsel koşullara karşı duyarlı olmakla birlikte, sabit kalan bir stratejik hedefe yönelmiştir: maddecilik (materyalizm), ahlâkî çöküş ve inançsızlıkla mücadele eden bir iman hareketini hayata geçirmek. Bu bağlamda “siyâset” ne bir “amaçtır” ne de “kutsal bir araç”; aksine, imanın önceliğini korumak şartıyla “sınırlı işlevselliği” kabul edilebilecek bir “araçtır”.
Özellikle Demokrat Parti ile kurduğu temkinli ilişki, Bediüzzaman Hazretleri’nin aktif siyâset içinde yer alma arzusundan değil; dinî hayatın korunması ve Risale-i Nûr hizmetlerinin serbestçe yürütülebilmesi gibi stratejik hedeflere yönelik taktiksel bir destekten ibarettir. Bu ilişki, siyâset karşısında körü körüne bir tarafgirlik değil; “maslahat”, “meşruiyet” ve “hizmet ölçüleriyle” yürütülen bilinçli bir denge politikasıdır.
Bütün bu veriler ışığında denilebilir ki: Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle olan ilişkisi, sadece tarihî bir önderin döneme tepkisi değil; akide merkezli bir stratejinin parçası, iman eksenli bir dünya görüşünün dışa yansımasıdır. Bu stratejik bakış, modern siyâsetin araçsallaştırıcı doğasına[6] karşı bir “itiraz” ve “ahlâkî bir direniş” formu[7] olarak da okunabilir. Dolayısıyla Risale-i Nûr’daki ifadelerin güncel siyâsî hesaplaşmalara malzeme edilmesi hem metne hem de müellifin ruhuna aykırı bir yorum teşkil eder.
Tarık Çelenk’in eleştirileri, Bediüzzaman Hazretleri’nin düşünce derinliğini ve siyâsetle kurduğu özgün ilişkiyi kavrayamayan bir indirgeme (redüksiyonist) girişimi olarak değerlendirilmelidir. Bediüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin siyâset yaklaşımı, yalnızca döneminin değil, aynı zamanda çağımızın da din-siyâset ilişkisine dair önemli dersler içeren, kendine özgü ve stratejik bir yaklaşımdır.
Bu bölümde, Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsî duruşunu, temel kavramlarını ve stratejik dönüşümlerini kaynaklara dayalı olarak inceleyerek, söz konusu eleştirilerin neden yüzeysel kaldığını ve Bediüzzaman Hazretleri’nin bütüncül projesini gözden kaçırdığını analiz edeceğiz.
Analizimiz, bir sonraki yazımızda ele alacağımız
“1. SİYÂSET VE TASAVVUR: BİR DÜŞÜNCEYİ DOĞRU ANLAMANIN ANAHTARI”
konusu ile devam edecektir. Yeniden buluşmak duâsıyla, Allah’a emanet olunuz.
KAYNAKLAR VE DİPNOTLAR:
[1] Bediüzzaman Hazretleri, “Eski Said”den “Yeni Said”e geçiş sürecini ve bu yeni dönemin esaslarını izah ettiği en temel yerlerden bazıları için bkz. Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Mektubat, s. 62-63; Lem’alar, s. 228). İstanbul: Envar Neşriyat. Bu kavram, Lahikalar da dâhil olmak üzere Külliyât’ın birçok bölümünde ele alınan temel bir konudur.
[2] Bu ifade için bkz. Nûrsî, B. S. (1989). Risale-i Nûr Külliyâtı (Mektubat, s. 49; Şualar, s. 371). İstanbul: Envar Neşriyat. Bediüzzaman Hazretleri, bu düsturunu Lahikalar da dâhil olmak üzere eserlerinin birçok yerinde farklı vesilelerle tekrar etmektedir.
[3] Redüksiyonist (indirgemeci / İng. reductionism): Bir olguyu ya da karmaşık bir sistemi, onu oluşturan daha basit bileşenlere indirerek açıklama eğilimidir. Bu yaklaşım, çok katmanlı ve çok boyutlu yapıların bütüncül doğasını göz ardı eder; bunun yerine yalnızca belirli bir yönünü (örneğin sadece siyâsî, sadece psikolojik ya da sadece tarihî boyutu) merkeze alarak değerlendirme yapar. Felsefe, sosyoloji ve bilimsel analizlerde sıkça kullanılan teknik bir terimdir.
Redüksiyonist yaklaşım, özellikle düşünsel sistemleri ya da şahsiyetleri değerlendirirken sınırlı bir çerçeveye hapsolma riskini taşır. Örneğin, Tarık Çelenk’in bu analizinde, Bediüzzaman Said Nursî’nin siyâsî ve manevî düşünceleri değerlendirilirken, onun imanî, ahlâkî, tarihî ve stratejik boyutları bir bütün olarak ele alınmak yerine, sadece siyâsî niyetler ve güç arayışı ekseninde yorumlanmakta; böylece çok katmanlı bir yaklaşım, tek boyutlu bir açıklamaya indirgenmektedir.
[4] Siyâset-Tasavvur İlişkisi: Bir kişinin veya bir hareketin siyâsî eylemleri ile o eylemlerin arkasında yatan daha derin, temel dünya görüşü arasındaki bağlantıyı ifade eder. Bir dinî-politik aktörün eylemlerinin analizi için kritik bir metodolojik ilke sunar. Bir kişinin siyâsi duruşu (siyâset), onun temel dünya görüşünden (tasavvur) bağımsız değildir; aksine, bu dünya görüşü tarafından şekillendirilir, yönlendirilir ve onun bir aracı olarak kullanılır. Bu yaklaşıma göre Bediüzzaman’ın tasavvuru (iman hizmeti) “amaçtır”; siyâset ise bu amaca ulaşmak için kullanılan bir “araçtır”. Ancak bazı çalışmalarda, örneğin Tarık Çelenk’in analizinde, bu temel ilkenin gözden kaçırıldığı ve siyâsetin bir amaç olarak değerlendirildiği görülür.
[5] Pragmatizm, bir düşünce ya da eylemin doğruluğunu veya değerini, pratik sonuçları ve işlevselliği üzerinden değerlendiren felsefî bir yaklaşımdır. 19. yüzyılda özellikle Amerikan felsefesi içinde gelişmiş ve William James, Charles S. Peirce ve John Dewey gibi düşünürlerle sistemleşmiştir.
Bu yaklaşımda, bir fikrin doğruluğu onun işe yarayıp yaramadığına, yani pratikte ne sonuç verdiğine göre ölçülür. Teorik doğruluk değil, uygulamada fayda esas alınır.
“Dönemsel pragmatizmler”, siyâsi tavırların veya stratejik hamlelerin sadece o dönemin şartlarına göre fayda gözetilerek yapılmış geçici tercihler olduğu anlamına gelir. Yani bir tür kısa vadeli, faydacı ve taktiksel yönelim îmâ edilir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâsetle kurduğu ilişki, sadece şartlara göre pozisyon alan bir yararcılık değil, daha derin ve sabit bir stratejik vizyona dayanmaktadır. Bu ilişki, imanı önceleyen ve dönemin akılcı/faydacı siyâset anlayışına indirgenemeyecek bir bütünlük arz etmektedir. Örneğin bir siyâsetçi savaş döneminde halkı ikna etmek için dinî kavramları kullanıyorsa ve bu sadece savaşı kazanmak içinse, bu bir pragmatist kullanım olur. Ama bir düşünür dinî referanslarla toplumu manevi olarak diriltmeyi amaçlıyor ve siyâsetle ilişkisini bu çerçevede kuruyorsa, bu pragmatizmin ötesine geçen bir stratejik yaklaşım olur.
[6] Araçsallaştırıcı Doğa: Modern siyâset anlayışının genellikle her şeyi bir araç gibi görmesi anlamına gelir. Bu, modern siyâsetin özellikle şu düşüncesine dayanır:
- Amaç (örneğin iktidar, yönetim, güç) için her şey araçtır.
- İnanç, ahlâk, gelenek gibi değerler bile, eğer işe yarıyorsa kullanılabilir.
Bu anlayış, Max Weber’in “amaçsal akılcılık” (Zweckrationalität) kavramıyla; ya da Habermas’ın eleştirdiği “araçsal akıl” ile ilgilidir. Kısacası: Modern siyâset, değerleri değil, çıkarları önceler.
[7] Bediüzzaman Hazretleri’nin siyâset anlayışı, modern siyâsetin araçsal aklına karşı bir karşı duruştur (mukavemettir). Yani:
- Bediüzzaman Hazretleri, siyâsetle kurduğu ilişkide “dini araçsallaştırmaz”, aksine dini merkeze alır.
- Siyaseti bir amaç değil, imanî hakikatleri korumak için sınırlı bir araç olarak görür.
- Bu duruş, değerlerin yok sayıldığı modern siyâsî akla karşı bir “ahlâkî protesto” niteliği taşır.
Dolayısıyla, onun stratejik bakışı sadece politik bir pozisyon değil, aynı zamanda bir itirazdır: “Siyâset inançlara hizmet etmelidir; inançlar siyâsete değil!”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.