Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Said Özadalı'nın telefonu

Bazı insanlar sesinden duruşuna, hizmet anlayışından tutun hitabına kadar, fıtriliğin ve insanı sarıp sarmalayan, insana tesir eden muhabbetin, ihlas ve uhuvvetin havasını yansıtırlar. Siz onların yanında, kendinizi güvende hissedersiniz. Zira onların dillerinde, tâ kalplerinin derininden gelen iyi niyet ve halisaneliği yansıtan bir eda ve üslup vardır. Onun için onların dostu, muhibbanı çok olur. Biz bu noktada o insanlardan değiliz belki, fakat o insanların muhibbanı olmak bile rütbe olarak yeter. İşte âcizane gördüğüm bu altın halkalardan olan Said Özadalı abi, geçenlerde bizi bir ders müzakeresi yapmak ve bir hususa dikkat çekmek için aramıştı. İlk cümlesi "Habibi Nacar kardeş, sana göre uhuvvet-i hakikîye nedir, bir tarif ve izah eder misin?" oldu. Ona hissettirmedim ama hem şaşırdım hem de sarsıldım. Yahu uhuvveti, ittihadı anladık da bu hakikîsi nereden çıktı diye, geçirdim içimden. Benim yetersiz, nâkıs belki de alakasız bir iki cümlemden sonra Said abi, hususen İhlas Lemasının ikinci ve dördüncü düsturları ile bazı mektuplara dikkat çektikten sonra bana "Bunları Rize'den ortak dostumuz Mehmet Toprak kardeşe de anlatma ve iletme vazifesi" verdi. Bu da önemliydi. Çünkü insan, bir dersi başkasına aktarırken daha iyi öğrenip anlıyor ve âlemine yerleştiriyor. Anlattıklarının hakikaten senin olması ise, daha büyük bir cehd ve gayrete bağlı. Onun için hizmet insanı Şener Dilek abinin birçok derste, "Okuduğun değil, öğrendiğin senindir. Öğrendiğin değil, yaşadığın senindir. Yaşadığın değil, bir ömür boyu yaşattığın senindir" hatırlatması, çok önemli. Yani senin olan, yüzünü ağartacak olan hayatında, fiilinde hâl ve tavırlarınla vitrininde insanlara gösterdiğin, yani ihlasla yaşadıklarındır. Kabre de onlar gelecek zaten.

Uhuvvet, hem de hakikîsi olacak. Şöyle dikkat fenerini gözüme takıp İhlas Lem'asını bir daha okudum, bu sohbetten sonra. Arkadaş, bazen altını da çizerek defalarca okuduğumuz yerlerdeki hakikî kelimesini nasıl atlamışız. Zihnimize nasıl da çakılmamış. Şaşırmamak elde değil. Demek ülfet insanı bakarkör yapıyor. Hani ilk girdiğiniz bir mekânda, her şey dikkatinizi çeker ve asılan tablodan dizilen koltuğa kadar merak eder, yapanı edeni sorar öğrenirsiniz. Ama birkaç defadan sonra, artık muhteşem de olsa, ne tablo ne de diğer harikalar dikkatinizi çeker. Alışırsınız onlara. Bakarsınız ama görmez olursunuz artık. Bu duruma, şu dünya sarayında birer misafir olan biz insanların, gece ayrı gündüz ayrı devamlı gördükleri muhteşem tabloları, artık sıradan bir şeymiş gibi görmeleri ve nazar-ı ibretle seyretmemeleri de en güzel örnektir. Onun için bir Batılı düşünür çok haklı olarak "Güneş eğer her gün değil de elli senede bir doğmuş olsaydı, her şeyimizi bırakır onun doğuşunu ve batışını seyre giderdik. Halbuki her gün doğması daha büyük ve güzel mucize ama dikkatimizi çekiyor mu?" diye soruyor.

Yine Üstad, Muhakemat'ta kelimelerin  mânalarını kastederek "Nazlanan ve istiğna gösteren nâzeninlerin mehirleri dikkattir." buyuruyor. Yani kelimelere hakkını verip mânalarına dikkat etmeden okursanız, onların üzerinde tefekkür edip hâle indirmezseniz, boşuna okumuş olursunuz, demek istiyor. Binlerle özür dileriz Üstadım. Kendi adıma söylüyorum o nâzenin kelimelere dikkat mehrini veremedik. Onların şerh ve izahını gürül gürül yapamadık. Bu asr-ı ahirde, önümüzdeki bu nur hazinesine fikir ve dimağımızla, mesâi ve göz nurumuzla layıkınca muhatap olamadık. Baksana, can damarımız mesabesindek İhlas Lemasında ve değişik yerlerde sıklıkla geçen 'hakikî' kelimesine bile bakar kör kalıp ne tam anlamış ne de âlemimize tam yerleştirebilmişiz. 

Said Özadalı abi aradıktan sonra, tekrar okudum. "....hakikî bir tesanüd, bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler." cümlesine bakar mısınız? Yaratılış gayemize yürümenin şartı da hakikî tesanüd ve ittifak. Yani elmanın, muzun, insanın bile heykel gibi sahtesi var. Fakat bunlar işe yaramıyor. İşte ittifak ve uhuvvet de hakikî olmayınca işe yaramıyor, demek ki. Onun için Üstad "hakikî" diyor.

".... ihlası kazanmak ile tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz." İnsana uykularını kaçırıyor bu cümle. Muhtacızı bırak, mecburuz. Onsuz olmuyor yani, olmayacak.

"... hakikî sırr-ı ihlas ile on altı fedakâr kardeş, dört binden geçtiğine..." Evet, ihlas ile on altı kişi dört bini geçiyor. Fakat 'hakikî' olursa. Çünkü hakikî, samimi bir ittifakta bir fert, kardeşler adedince güç kazanıyor. Ama hakikî müttehid olurlarsa.

Bu sırr-ı uhuvvet-i hakikiye insana, kardeşler adedince ruh kazandırdığından, demek buna mazhar bir kardeş zahirde günah cihetiyle ölmüş oluyor. Hakikî uhuvvet onu sevap cihetiyle yaşatıyor. Şart sırr-ı uhuvvet-i hakikîye.

Hakikî uhuvvet, muhabbet kimler ile nasıl temin edilir? Muhabbet ve o uhuvveti bozacak sebeplerin yoğun olduğu hapishane sıkıntılarında yazılarak ortaya konulan: "...Hakiki fedakârlar, birbirine karşı küsmeye değil, belki kemal-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır; muhabbet ve samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır." cümleleri ile; devamındaki "Siz birbirinize en fedakâr nesebî kardeşten daha ziyade kardeşsiniz. Kardeş ise, kardeşinin kusurunu örter, unutur ve affeder." cümleleri; yine Dördüncü Düsturda hakikî kardeşlik vasıtaları olarak "en yakın dost, en fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd  kardeş..." düsturları, İşte bu "hakikî' mânasını ortaya koyuyor. 

Öyle ya hakikî uhuvvet, hakikî kardeşlik ile temin edilir. Demek ayet-i Kur'anı ilân ve tesis edilen kardeşlik, nesebilikten de ileri olduğundan, özellikle bu asırda bir farz vazife olan ittihad-ı İslam'ın ilk basamağı olarak ittihad-ı hakikiyeyi temin için, bu kardeşlik vasıtalarının tek tek üzerinde durulması, Asr-ı Saadetteki parlak örnekleriyle ortaya konulması, bu asırda bulunmamız sebebiyle de İhlas ve Uhuvvet Risalelerinin Üstad ve talebelerin hayatları ile birlikte mütalaa edilmesi bir zarurettir. Said Özadalı da belki bunu başlatmak ve bir katkı sunmak için bizleri ve başka kardeşleri de aramıştır.

Evet dostlar, bu mânadaki uhuvvet ve muhabbeti temin noktasında hakiki fedakâr olmak için, bizden  belki de oncelikli olarak "fikrî fedakârlık" isteniyor. Bu enaniyet ve benlik asrında "Evvel ahir tavsiye olarak tesanüdününüzü muhafaza, enaniyet, benlik ve rekabetten tahaffuz (muhafaza) tavsiye edildiğine göre; belki de bin bir fedakârlık ile elde edilebileceğimiz hılletin(hakikî kardeşliğin) yüksek kulesinden derin bir çukura düşmemek için, harekât ve tavırlarımız bir göz hassasiyetinde olmalı değil midir? Göz nasıl bir çöpe tahammül edemezse, hizmetteki zor elde edilecek ihlas da fikrî ve amelî müşevveşiyete tahammül edemiyor. 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum