Said Nursi’nin sinema keyfi…

Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili birçok yazı yazıldı çizildi. Risale Haber bunların tek bir tanesini dahi atlamadan siz değerli okurların nazar-ı dikkatlerine sundu, bundan sonra da sunmaya devam edecek. 

Görülen o ki, bundan sonra bu yazılar artarak devam edecek/ediyor.  En son Ertuğrul Özkök’ün yazısını okuduk. Üstad’ın sinemaya gidişi dikkatini çekmiş…

Empati yapıyorum. Efsane bir din adamının sinemaya gitmesi hayli çağdaş bir yaklaşım olsa gerek.

Hayalen düşünüyorum da, Özkök’ün bahsettiği gibi onunla yan yana oturup sinemada film seyretmek ne kadar heyecan verici olurdu.

Özkök’ün yazısında kaçırdığı bir şey var. Ondan bahsederken “yaşlı bir adam gelip oraya oturuyor. Başında sarık, giysileri farklı” diye tarif ediyor.
Oysa Bediüzzaman Hazretleri sinemaya gittiğinde 35’inde idi ve hayli delikanlı bir görünümü vardı. Hem öyle cesur ve haşin bir bakışı vardı ki, o günün gençleri ondan çekinirdi. (Mustafa Sungur hatıratından)

Hem gittiği dönem dikkate alındığında başındaki sarığın fazla garipsenmeyecektir. Sadece Doğu kıyafeti ile dolaştığından belki giysileri garipsenebilir. Ama öyle uzaydan gelmiş gibi algılanmayacağı da muhakkaktır.

Sayın Özkök Üstadın sinemaya ibret için gitmesine takmış. Sanki Üstad sinemaya gidişinin gerçek amacını gizlemiş gibi algılamış.

Yazısının sonunda “içimdeki hınzır da hiç rahat durmuyor.” Deyip, bir iki laf etmeden de duramamış. 

“İnsanın, o yıllarda sinemaya gitmek için bu kadar ulvi ve entelektüel gerekçeler aramak zorunda kalması hüzünlü bir şey değil mi?” diye soruyor. Ve ekliyor.

“Ben, canım istediği, iyi zaman geçirmek, eğlenmek istediğim için sinemaya gidiyorum.” Diyemediği zehabına kapılarak da üzüldüğünü ifade eder gibi bir tavır alıyor.

Sanırım diğer aydınlarımız gibi Özkök de Said Nursi’yi yeni yeni tanımaya başlıyor. Öyle olmasa bu şekilde bir eleştiri getirir mi?

Şayet O’nu yakından tanımış olsaydı. Şöyle diyecekti. “Bu durum hiç garipsenmemelidir. Zira Said Nursi’nin hayatını incelediğimizde görüyoruz ki, O hayatı boyunca her zaman her yerde ve her şartta gördüğü her şeyden bir ders çıkarmasını bilmiştir. Ve çıkardığı bu derslerle insanlığa ışık tutmuştur.”

Barla’da uzun yaz gecelerinde Çam dağında katran ağacının tepesinde yıldızları seyrederken almış olduğu ibret derslerini saymakla bitirebilir misiniz?

“Dinle de yıldızları şu hutbe-i şîrînine,” diye başlayan Yıldıznamesi onun yıldızlarla ilgili yazdığı derslerden şiire benzeyen ama şiir olmayan en güzel eserlerinden biridir.

Ayet-ül Kübra risalesinin başına koyduğu bir cümle onun bu yönünü anlatmaya gerek duymayacak kadar vecizdir. Bu ve benzeri eserler O’nun hadiselerden, olaylardan, çevresinden, içinde bulunduğu âlemden ne denli dersler çıkardığını görmemek, anlamamak mümkün mü?

Ayet-ül Kübra “Kâinattan Hâlıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır.” Diye başlıyor. Ve hakikaten başlığa uygun olarak da devam ediyor.

Önce semanın yıldızları inceleniyor, sonra cevv-i semanın kuş ve kuşçukları ile bulutların gördüğü vazifeler tahkikten geçiriliyor. Ardından yeryüzü, hayvanlar âlemi, denizlerin farklı dünyası, akışkanların, dere ve nehirlerin garip dünyasından misallerle devam ediliyor.

İnsanlar ve insanların meşhurları, melekler ve ruhaniler ile ders devam ediyor. Sadece Ayet-ül Kübra’da otuza yakın farklı tabakalar ve onların içindeki sanat dünyası dikkate verilerek tevhide deliller getiriliyor.
Yine bir başka eserinde 32. Sözün İkinci mevkifinde insanın moleküllerinden başlanarak, hücreden, kandan, kanın dolaştığı damarlardan ta insana, ta insanlığa, oradan dünyaya ve ardından güneşe kadar seyrü seyahati götürerek müthiş bir ders ortaya çıkarıyor.

Risale-i Nur’un her tarafı bu şekilde tasvirlerle, temsillerle doludur. Erbabı bilir daha fazla örnek vermeye gerek yok…

İşte, değerli aydınlarımızdan Bediüzzaman Hazretlerini eksik bilip onun yaptıklarından yanlış manalar çıkararak “hüzünlenmek” yerine çıkarılan dersi anlamalarını ve takdir ve tebriklerini iletmelerini bekliyoruz.

Buna rağmen yazılan yazının tamamına bakıldığında gayet saygılı bir eda ile yazıldığı da gözlerden kaçmıyor. Satır aralarında “yanlış bir şey yazar mıyım?” endişesi saklı gibi geldi bana.

Bu anlayış ve bu yaklaşım biçimini gayet rahatlatıcı buldum. Bu demektir ki, bundan sonra daha da dikkatli yazılacak ve gerçekler artık gizlenmeden saf bir şekilde ortaya konacak. Aydınlarımız, kendi değerlerimizi yazarken insafı elden bırakmayacaklar. İşte o zaman “Nurun kerametvari fütühatını” görmek imkân haline gelmiş olacak.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum