Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Said Nursi'nin ateistleri kör eden analojisi

Bugüne kadar her türden fikirle karşılaşmış, fikir sahipleri ile münazara, sohbet ve münakaşa etmişliğimiz vardır. Hepsi de iyi kötü bize bir şeyler katmış, kendimizi geliştirme, araştırma, tahkim etme ve düşünme noktasında geliştirmiştir. Bazen acemiliğimize denk gelmiş, fakat araştırıp okuyunca, hakikati öğrenmişizdir. 

Bazen de hayretimizi artıran öyle şeylerle karşılaşmışız ki bu kadar da olur mu, dediğimiz olmuştur. Mesela hem de tıbbî bilimci delikanlı biri, Allah'ı kabul etmeyip bütün zerrelere ilâhlık vermeye razı olmuştu. Biri, zamanı ilâh kabul etmiş, diğer bir şaşkın da aklın vazifesini göze yükleyip "Göster inanayım." demişti. Yarım saatlik izahımız karşısında da "Habip, ben bir zamanlar her cüzden beş sayfa ezbere giderek, hafızlık yapıyordum. Düştüğüm içler acısı durumu görüyorsun." itirafında bulunmuştu.

Bunların içinde en acibi, geçen gün sosyal medyada karşılaştığım biri oldu. Beni epey şaşırttı ve güldürdü. "Bu kadarı da varmış, olurmuş" dedirtti. Bu arkadaş, daha önceleri kendi tâbiriyle 'radikal dinci' imiş. Şimdi de tam tersi oluvermiş. Tahkiki iman olmayınca, radikal de olsan, beş para etmiyor arkadaş. Başını bir taştan başkasına vuruyorsun. Allah'ın ebedî cehennem cezasına takmış. İşin garibi, inanmadığı Allah'ın kendini ebedî cehennemde tutmasını anlayamıyormuş. "Said Nursi'yi oku, şifa bulursun belki" demişler. Ona da yanaşmamış. Anlattıklarından, çocukken katıldığı bir sohbette, birinin bir sözünü yanlış ya da eksik anlamadan kaynaklanan bir illizyon yaşadığı anlaşılıyor. Özellikle yeni gelenlerin ilk intibaları önemli olduğu için, âcizane derslerde çok dikkatli olunması gerektiğine inanırım, böyle davranırım hep. Çünkü yapılan dersin hem hakkı verilmeli, hem de yanlış, eksik yorumlara, anlaşılmalara meydan verebilecek cümlelerden uzak durulmalıdır. Akılda ders ve hikmet kalmıyor ama itina ile seçilen bir cümle, kötü niyetli insanların ömür boyu uzak durmasına neden olabiliyor. Her neyse.

Çeşitli soruların içinden çıkamayan ve dinsizliğe kadar kayan bu arkadaşa da kısa ve akla kapı açacak paylaşımlarla birlikte, daha insaflı olmasını, düşünmesini, araştırmasını, Said Nursi'yi de okumasını ısrarla tavsiye ettim. Örnek olsun diye de "Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz olmaz..." cümlesinden yola çıkarak, bir heykelin heykeltıraşsız, ayakkabının ustasız, gözlüğün yapanı olmadan olmaz da insan gibi bir mucizenin yapanı olmaz mı, diye sordum. Bu sorular, ağıza giren taş gibi arkadaşımızı rahatsız etti, keyfini kaçırdı. Kalbe yapışan küfrün, fikri nasıl hezeyanlaştırdığını, insanın akıl ve muhakemesini nasıl felç ettiğini ve çalışamaz hâle getirdiğini tam ispat etti. Şu ana kadar, inkâra düşenlerin ileri sürdükleri çeşitli bahanelerin ve delilden uzak birtakım hezeyanların hiçbirinin birbirini desteklemediğini, bininin, bir hükmünde olduğunu; yani bunların sayılarının çok olmasının fikirlerinin isabetli ya da birbirine destek anlamına gelmediğini daha iyi ve net anladım. 

Cehaletime verin, ben de bu kelimeyi yeni öğrendim. Güya Said Nursi birtakım analojiler yaparak, insanları özellikle okuyucularını kandırıyor, uyutuyor ve inancı da böylece yutturuyormuş. Anaoloji değil, kıyas yapmalıymış, onu da yapamazlarmış. Onu okuyanlar kıyastan anlamayan cahillermiş. Analoji nedir, diye bir baktım. Çıkarım, demekmiş. Ne söyleyeyim? Ömrüm edebiyat ve Türkçe derslerinde çıkarımlarla geçtiği için, bu kelimeye de hemen ısındım. Peki, Said Nursi bu analojileri nasıl yaparak, uyutuyormuş bizleri. "Bir harf kâtipsiz olmaz, bir iğne ustasız olmaz" doğruyumuş ama bundan, diğer sanatların da bir sanatkârı mutlaka vardır, çıkarımını yapamazmışız. Yani gözlüğün yapanı varsa, buna bakarak, gözün de bir yapanı da vardır, noktasına gidemezmişiz. Bu, analojiymiş, yanlış neticelere götürüyormuş bizi. Nasıl yani? "Kul yapısı" tâbiri doğru değil mi yani? Bunu kul yapmış, şunu kim yapmış, diye soramaz mıyız? Kulun yaptığı, kalbin kendisi değil de kalbe ait bir resim olsa, o resmi, aslı ile kıyaslar, karşılaştırırız. Benzerliği oranında resme numara verir ve resmi yapanı takdir ederiz. 

Ya arkadaş, basit bir resmi yapanı inkâr edemeyip takdir ediyorsun da asıl kalbi yapanı nasıl inkâr edilebilirsin? Birinin malzemesi boya, kalem, kâğıt; birinin de zerreler. Hangisi daha harika. Bunu yapan var da, diğerini yapan olmaz mı? Bu, hem bir kıyas hem de bir çıkarımdır. Fakat işin vehameti şu ki kıyastan onların ne anladıklarını, araya giren başka birisinin soru sormasından anladım. Analoji çıkışını yapandan "Sakın bu analojilere inanmayın" nasihatını alan bu arkadaş, biraz daha insaflı. Diyor ki "Hocam, anladık. Ama ayakkabıyı yapanın var olduğunu bildiğimiz, bazen de gördüğümüz için, kolayca bunu yapan var, diyoruz. Ama ayağı ya da kâinatı yapanı başka bir yerde ve zamanda görmedik, gözümüzle şahit olmadık ki kıyas yaparak, bunları da yapan var diyelim." Aklın işini göze yaptırmaya kalkınca düşülen çukura bakar mısınız? Ya arkadaş, zaten iman etmek de bu işte. Elbetteki gözünle gördüğüne iman olmaz. "Ben senin varlığına inanıyorum, çünkü seni görüyorum, der miyiz hiç?" Bu arkadaşa cevap için de hayalen Ay'dan, uzaydan adam getirmek zorunda kaldık. 

Diyelim ki bu akıl ve muhakeme ile hiçbir mâbedin olmadığı Ay'dan dünyaya gelmiş olsanız; sizi bir Süleymaniye câmisi gibi muhteşem bir mâbede götürseler, ilk defa karşılaştığınız bu mâbedin yapanını, mimarını inkâr mı edeceksiniz? Bunu bir harf için, gözlük ya da ayakkabı için de düşünebilirsiniz. Sanatı göz, sanatta maharet ve sıfatlarını gösteren sanatkârı da akıl gözü görür. Yani diyeceğim o ki bozulmamış muhakeme ve istikameti, dengeyi kaybetmemiş hiçbir akıl, bir sanat eserini gördüğünde, benzerini görmüş, duymuş olsun olmasın, hemen o eserin sanatkârını, o resmin ressamını veya heykelin heykeltıraşını sorar, hayret ve tefekkürle, onun sanatını inceler, onu bulabilse, ona teşekkür ve hürmetini iletmek ister. 

Bu, bir kanundur. Değişmez bir düsturdur. Bu kanun senin benim için geçerli olduğu gibi, zekâ tarlaları mesala Sokrat için de Eflatun için de geçerlidir. Adına analoji veya başka bir şey densin, bu durum  değişmez. Bunun için, bozulmamış vasat bir akıl kâfidir. Bunu, yeni gördüğümüz bir sanat için yaparız da bir 'sanat galerisi ve resmi geçit salonu' olan kâinattaki sanatlar için yapmayacakmışız? Nasıl bir insan sanatı, sanatçısının ilmini, iradesini, kudretini, maharetini, ustalığını gösterir, bildirir. Öyle de kâinattaki her sanat da sanatçısının sonsuz ilmini, iradesini, kudretini, maharetini gösterir. O'nu sıfatları ile bildirir bize, tanıtır. Sadece Zâtını, Hâlık ve mahiyeti meçhul ve mahlukata benzemeyişi ve mahlukatın zihninin O'na yetişemediğinden dolayı, bilemeyiz. Kur'an da bize Cenab-ı Allah'ı sanatı ile tanıtır ve gördüklerimizden örnekler vererek, yoktan ve hiçten yaratmanın kendine has ve kolay olduğunu bildirir. Bunun için sadece Yâsin Suresinin 78. ve 79. Âyetlerine bakmak bile yeterlidir. "Çürümüş kemikleri âhirette kim diriltecek?" diye soran meşhur münafıka, Rabbimiz devamında "Kim onları hiç yoktan yaratıp inşa etmişse, O  diriltecek." cevabını veriyor. Yani dünyadaki yaratılıştan çıkarınız, analoji yaparak anlayınız ki ilkini yapan, ikincisini de kolayca yapabilir. 

Evet dostlar, Said Nursi'nin Kur'an'dan ilhamen yaptığı analojileri, ateizmin gözünü öyle bir kör edip akıllarını başlarından almış ki bunlara bir şey diyemeyince, bu sefer de başka cephelerden saldırmaya, iftiravâri ve asılsız şeyleri uydurmaya gayret ediyorlar. Fakat mum yatsıya bile varamıyor.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum