Said Nursi ve Sanat Pencereleri

Said Nursi ve Sanat Pencereleri

Mesut AK'ın yazısı....

  Said Nursi ve Sanat Pencereleri

 
Sanat nasıl ortaya çıkmıştır?

Niçin sanat yapıyoruz veya sanat yapmaktaki gayemiz nedir?

Soruları çoğaltmamız mümkündür. İnsanlık tarihi de zaten: Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Ne olacağız? gibi yukarıda saydıklarımıza benzer şekilde sorulara cevaplar bulmaya çalışmakla geçmiştir.

Son dönem düşünürlerinden, pirlerinden ve üstatlarından biri olan Nursi, birçok konuda olduğu gibi sanat konusunda da bize ufuk açıcı beyanlarda bulunmuştur.  33. Söz (*) isimli eserinde 33 Pencere ile sanat hakkında çok önemli tespitler yapmıştır.
Bu çalışmada adı geçen eserden giriş kısmı ile iki, üç ve beşinci pencereler ele alınacaktır.

Giriş

Eserin girişinde sanatla ilgili şu örnek yer almaktadır:

 “Meselâ, nasıl ki bir zât-ı mu’ciznümâ büyük bir saray yapmak istese, evvelâ temellerini, esaslarını muntazaman, hikmetle vaz’ eder ve ilerideki neticelerine ve gàyelerine muvâfık bir tarzda tertib eder.

Sonra menzillere, kısımlara maharetle tefrik ve tafsil ediyor; sonra, o menzilleri tanzim ve tertib ediyor; sonra, nukuşlarla tezyin ediyor; sonra, elektrik lâmbalarıyla tenvir ediyor; sonra, o muhteşem ve müzeyyen sarayda maharetini, ihsanâtını tecdid etmek için herbir tabakada yeni yeni icâdlar, tebdiller, tahviller yapıyor.

Sonra, herbir menzilde kendi makamına merbut bir telefon rabt edip, birer pencere açarak, herbirinden onun makamı görünür.”

Bu örnekte de görüldüğü üzere bir sanat eserini ortaya koyarken öncelikle bu eseri yapacak zatın birtakım özelliklerinin olması ve bu eseri yapmayı istemesi gerektiği belirtilmektedir. Yani irade sahibi ve çok üstün özellikleri olan bir zatın bu eseri ortaya koyabileceği vurgulanmaktadır. Bu zatın eseri ortaya koyarken öncelikle o eserin temelini, esaslarını çok düzenli, bir amaca uygun şekilde ve ileride o eserin alacağı şekil ve ifade edeceği mana ve gayelere uygun bir düzenleme ile yapması gerektiği belirtilmektedir.

Sanatçı zat sonra o eseri ustalıkla bölümlere ayırarak belli bir tertip ve düzen verir, nakışlarla süsler, hatta gerekiyorsa ışıklarla aydınlatır. Sonra da bu ihtişamlı ve süslü eserinde ustalığını yenilemek için her bir bölümde yeni yeni değişimler ortaya koyarak ve birer pencere açarak her bir bölümde kendi sanatı ve makamının görünmesini sağlar.

Giriş kısmındaki bu örnekten sonra asıl vurgulamak istenen bölüm bundan sonraki cümlelerde yer almaktadır:

“Aynen öyle de, -en yüce sıfatlar O’nundur-, Sâni-i Zülcelâl, Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem gibi bin bir Esmâ-i Kudsiye ile müsemmâ Fâtır-ı Bîmisâl, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icâdını irâde etti.
Altı günde o sarayın, o şecerenin esasâtını, desâtir-i hikmet ve kavânîn-i ilm-i ezelîsi ile vaz’ etti.

Sonra, ulvî ve süflî tabakàta ve dallara ayırıp, kazâ ve kader desâtiri ile tafsil ve tasvir etti.

Sonra, her mahlûkatın her tâifesini ve her tabakasını sun’ ve inâyet düsturu ile tanzim etti.

Sonra, herşeyi, herbir âlemi ona lâyık bir tarzda, meselâ semâyı yıldızlarla, zemini çiçeklerle tezyin ettiği gibi süslendirip tezyin etti.

Sonra, o kavânîn-i külliye ve desâtir-i umumiye meydanlarında esmâlarını tecellî ettirip tenvir etti.

Sonra, bu kanun-u küllînin tazyikinden feryad eden ferdlere Rahmânü’r-Rahîm isimlerini hususi bir sûrette imdada yetiştirdi.

Demek, o küllî ve umumi desâtiri içinde, hususi ihsanâtı, hususi imdadları, hususi cilveleri var ki; herşey, her vakit, her hâceti için Ondan istimdâd eder, Ona bakabilir.
Sonra, her menzilden, her tabakadan, her âlemden, her tâifeden, her ferdden, herşeyden, kendini gösterecek, yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalb içinde bir telefon bırakmış.”

Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi, O Büyük Sanatkâr, her şeyi hikmetle yapan Hükümdar, Adaletli Hâkim gibi binlerce güzel isimle isimlendirilen Benzersiz Yaratıcı, şu kâinat sarayı dediğimiz büyük âlemi ve yaratılış ağacı dediğimiz varlıkları belli bir silsile ile yaratmayı irade etti, yani istedi.

Büyük Sanatkâr, altı günde o sarayın, o ağacın temellerini, esaslarını, hikmet kuralları ve başlangıcı olmayan ilminin kanunları ile belirledi.

Sonra, yukarı ve aşağı bölümlere ve dallara ayırarak kaza ve kaderin kanun ve kuralları ile açtı, genişletti, detaylandırdı ve tasvir etti yani şekillerini çizdi, resmetti.
Sonra her varlığın her türünü ve her grubunu sanat ve yardım yani o varlığın ihtiyacı olan şeyleri verme kanun ve kuralları ile düzenledi. 

Sonra, her varlığı ve her âlemi ona uygun bir şekilde, örneğin uzayı yıldızlarla yeryüzünü çiçeklerle süslendirerek sanatını icra etti.

Sonra, o geniş kanunları ve genel kuralları çerçevesinde güzel isimlerini yansımalarıyla varlıkları aydınlattı, ışıklandırdı.

Sonra, genel kanunun baskılarından dayanamayan ve imdat isteyen bireylere Rahman yani tüm varlılara acıyıp şefkat eden, Rahim yani kendisine güvenip dayananlara acıyan isimlerini özel bir şekilde yardıma gönderdi, ihtiyaçlarını giderdi.

Demek, o geniş ve genel kuralları içinde özel hediyeleri, özel yardımları özel yansımaları var ki; her şey, her zaman, her ihtiyacı için O’ndan yardım ister, O’na bakabilir.

Sonra, her yerden, her bölümden, her âlemden, her gruptan, her fertten, her sanat eserinden, her şeyden kendini gösterecek, yani O Sanatkârın varlığını ve birliğini bildirecek pencereler açmış, her kalp içinde bir telefon bırakmıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere O Eşsiz Sanatkâr eserlerini çok farklı şekillerde ortaya koymuş ve farklı gayelerle onları yaratmıştır. Bunu yaparken de önce onların asıllarını, esaslarını, kanunlarını, kurallarını belirlemiş sonra da detaylara inerek o geniş sanatının kanunları arasında en küçük detaya örneğin atomlara, elementlere, hücrelere, çiçeklere, kelebeklere kadar inerek onlarda çok özel olarak sanatını icra etmiştir. Her vakitte bu eserleri üzerinde de tasarruf etmektedir.

İkinci Pencere

Burada adı geçen eserde sanatla doğrudan ilgisi olduğu için ikinci pencereden başlamanın uygun olacağı düşünüldü. Bu birinci pencerenin sanatla ilgisinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Birinci pencere aşağıda asıl metinden alıntı yapılan bölümde siz değerli okuyucuların engin düşünce ufkuna havale edilerek ikinci pencereden devam edildi.

“Eşya, vücud ve teşahhusâtlarında, nihayetsiz imkânât yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir sûrette iken birden bire gayet muntazam, hakîmâne öyle bir teşahhus vechi veriliyor ki; meselâ, herbir insanın yüzünde bütün ebnâ-i cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i fârika o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygularıyla kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz, gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu ispat eder.

Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîmin vücuduna şehâdet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmûasıyla izhâr ettikleri o sikke bütün eşyanın Hàlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.

Ey münkir! Hiçbir cihetle kàbil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmûundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?”

Varlıklar ortaya konulurken ve şekillendirilirken sonsuz imkanat yani alternatifler içinde tereddütte iken, ne olacağı, nasıl bir şekil alacağı belli değilken birden bire çok düzgün, o varlığın yaratılış amacına uygun öyle bir biçim veriliyor. Örneğin her insanın yüzünde bütün insanlardan ayırt edilecek bir özellik o küçücük yüzde bulunuyor. Ayrıca gizli ve açık duygularla donatılması ve insan yüzüne de bunların yansıması o yüzün çok açık bir şekilde Sanatkârının tek olduğunu ispat ediyor.  

Her bir yüz, yüzlerce yönüyle her şeyi bir amaca göre yaratan bir Sanatkârın varlığına şahitlik ettiği gibi o Sanatkârın da her şeyin yaratıcısı olduğuna işaret ediyor. Ayrıca bütün yüzlerin ortaya koyduğu o büyük imza bütün varlıkların Yaratıcısının özel bir mührü olduğunu akıl gözümüze gösteriyor.

Bu durumda o Sanatkâr nasıl inkar edilebilir, yok sayılabilir. Bir sanat eserinin altında taklit edilemeyen imzası bulunan bir sanatçıyı nasıl yok sayabiliriz, imza taklittir diyebiliriz ve o tablonun ve sergideki bütün tabloların kendi kendine olduğunu iddia edebiliriz. Hiçbir yönüyle taklit edilemeyen bu imzaları ve toplamındaki o hiçbir şeye ihtiyacı bulunmayan Sanatkârın parlak mührünü hangi tezgâha veya hangi fabrikaya havale edebiliriz.

Üçüncü Pencere

Bu pencerede yeryüzündeki çok farklı bitki ve hayvan türlerinin şekilleri ve tasarımları ile birbiri içindeki girift tasarımlarına dikkat çekilmektedir:
 
“Zeminin yüzünde dört yüz bin muhtelif tâifeden ibaret olan bütün hayvanât ve nebâtât envaının ordusu, bilmüşâhede, ayrı ayrı erzakları, sûretleri, silâhları, libasları, tâlimâtları, terhisâtları kemâl-i mîzan ve intizamla, hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak, bir sûrette tedbîr ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki, hiçbir şüphe kabul etmez, güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehaddir.

Hadsiz bir kudret ve muhît bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın.

Çünkü, şu birbiri içinde girift olan envaları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa, elbette karıştıracak.

Halbuki, “Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk Suresi:3.)” sırrı ile, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki, hiçbir parmak karışamıyor.”
 
Yeryüzündeki yaklaşık dört yüz bin çeşit grup bitki ve hayvanların türleri açıkça ayrı ayrı yiyecekleri, şekilleri, tasarımları, renkleri, ölçüleri, orantıları, düzenleri, silahları, elbiseleri, eğitimleri, ölümleri ile mükemmel bir düzen, ahenk ve ölçüyü ve idareyi gösteriyor.

Ayrıca hiçbir şey unutulmadan, şaşırılmadan muntazam bir şekilde idare edilmesi ve tasarlanması öyle muhteşem bir imzadır ki hiçbir şüphe kabul etmez bir şekilde tüm varlıkların ve her bir şeyin yaratıcısının tek olduğunu gösteren O Büyük Sanatkârın güneş gibi parlak bir imzasıdır.

Tüm bunları sınırsız bir güç ve her şeyi kapsayan bir bilgi ve sonsuz hikmet sahibi bir Sanatkârdan başkası yapamaz ve karışamaz.

Çünkü varlıklar öyle birbiri içinde girift olarak tasarlanmış ki bütün varlıkların türlerini, milletlerini ve tamamını birden idare edemeyen ve tasarlayamayan birisi onlardan herhangi birisine karışsa karıştıracak. Nasıl ki muhteşem bir eser ortaya koyan bir ressam veya heykeltıraşın çok anlamlar barındıran girift bir eserine velev ki başka bir sanatkâr karışsa, karıştırır ve o eserde verilmek istenen mesajlar verilemez hatta belki sanat eseri olarak bile kabul edilmez. Aynen onun gibi miyarlarca hatta sayamayacağımız kadar eser ortaya koyan O Büyük Sanatkârın eserlerine kimse karışamıyor, çünkü karışsa her şey karışacak ve âlem kaosa sürüklenecektir.

Bütün bunların ispatı gözümüz önünde bulunan şu âlemdir ve Kur’anda geçen “Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk Suresi: 3.)” gibi bizi etrafımızı incelemeye, gezmeye, sergileri seyretmeye davet eden ayetlerdir.

Beşinci Pencere

Burada da dördüncü pencere atlanarak beşinci pencereye geçildi. Bu da dördüncü pencerenin sanatla ilgisinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Aşağıda asıl metinden alıntı yapılan bölümde sanatla dolaylı yollardan ilgisinin kurularak yorumlanması siz değerli okuyucuların engin düşünce ufkuna havale edildi:

“Görüyoruz ki, eşya, hususan zîhayat olanlar, def’î gibi, âni bir zamanda vücuda gelir. Halbuki, def’î ve âni bir sûrette basit bir maddeden çıkan şeyler gayet basit, şekilsiz, san’atsız olması lâzım gelirken, çok maharete muhtaç bir hüsn-ü san’atta, çok zamana muhtaç ihtimamkârâne nakışlarla münakkaş, çok âlâta muhtaç acîb san’atlarla müzeyyen, çok maddelere muhtaç bir sûrette halk olunuyorlar.

İşte, bu def’î ve âni bir sûrette, bu hârika san’at ve güzel heyet, herbiri bir Sâni-i Hakîmin vücûb-u vücuduna şehâdet ve vahdet-i rubûbiyetine işaret ettikleri gibi, mecmûu gayet parlak bir tarzda nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm bir Vâcibü’l-Vücudu gösterir.

Şimdi, ey sersem münkir! Haydi, bunu ne ile izah edersin? Senin gibi sersem, âciz, cahil tabiatla mı? Veyahut hadsiz derece hatâ ederek, o Sâni-i Mukaddese tabiat ismini verip, Onun mu’cizât-ı kudretini o tesmiye bahanesiyle tabiata isnad edip bin derece muhâli birden irtikâb etmek mi istersin?”
 
Görülmektedir ki bütün varlıklar özellikle de canlılar çok kısa bir zamanda aniden ortaya çıkıyorlar. Oysa böyle hızlı ve ani bir şekilde basit bir maddeden yapılan şeyler çok basit, şekilsiz ve sanatsız olması gerekirken; çok ustalık gerektiren güzel bir sanat eseri olarak, çok vakit gerektiren süslemelerle süslenmiş bir şekilde, çok değişik aletlere ihtiyaç duyulacak ilginç sanatlarla bezenmiş, çok maddeleri gerektiren bir şekilde yaratılmış olarak karşımızda durmaktadırlar.

İşte bu şekilde hızlı ve aniden ortaya çıkan bu harika sanat eserleri ve güzel durumların her biri her şeyi hikmetle yani bir amaca göre yapan bir Sanatkârın varlığının zorunlu olduğuna şahitlik ettiği gibi her şeyi terbiye eden ve tasarlayanın da sadece O olduğuna işaret etmektedir.

Ayrıca tüm varlıkların ve âlemlerin bütünü güneş gibi parlak bir şekilde; varlıkların nasıl biçimlendirileceğini sonsuz bir şekilde takdir eden yani karar veren, sonsuz hikmetleri ve amaçları olan bir Sanatkârın varlığının zorunlu olduğunu göstermektedir.

Şimdi bu durumda böyle bir sanatkârı kabul etmezsek bunu ne ile izah edebiliriz? Ne yapacağı belli olmayan, aciz, hiçbir şeye gücü yetmeyen, hiçbir şeyi bilmeyen tabiatla mı? Veya son derece hatalı olarak O yüce sıfatları olan Sanatkâra “Tabiat” adını vererek O Sanatkârın kudret mucizelerini o isimle isimlendirmek bahanesiyle sanki meseleyi halletmişçesine tabiata dayandırıp bin derece imkansız bir durumu kabul etmek mi gerekir? Bunu kabul etmek mümkün değildir.