Sebahattin YAŞAR

Sebahattin YAŞAR

Şahs-ı mânevî, müsbet hareketle yaşar

Müsbet hareket nedir?

Şahs-ı manevînin yaşama şartlarından belki de en önemlisi, ‘müsbet hareket’tir. Bu, Yirminci Lem’a, İkinci Sebep’teki ehl-i imanın dikkat etmesi gereken ‘dokuz emir’den de birincisidir.

Müsbet hareket, doğruluğu aşikâr olan, kanun ve nizama uygun hareket, Allah’ın emrine uygun hareket, tahripkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tamir edici tarzda olan; mizan, adalet ve insafa uygun harekettir.

Toplumun hangi kademesi ve statüsünden olursa olsun, insan sürekli bir denge hali içerisinde olmak mecburiyetindedir. Bunun başlama noktası da kişinin nefsidir. Sonra ailesi, akrabaları, milleti ve kâinat gelmektedir.

Anne ise; eşine, çocuklarına karşı, amir ise; emri altındakilere karşı, öğrenci ise; diğer arkadaşlarına ve öğretmenlerine karşı, çocuk ise; ona sunulmuş eşya ve mahlûkata karşı hep bir denge halinde olması gerekir. Dengenin ve kontrolün bozulduğu ve bozduğu noktada insan bulunmaktadır. İmtihan için verilmiş bu denge ve kontrol hali imtihan için verilmiş ve sınır konmamış akıl, gadap ve şehevî kuvvelerin ifrat ve tefritten vasata çekilmesiyle olur. Vasat hali ise, Kur’ân ve sünnetin ta kendisidir.

Müsbet hareketin ibadetle bağlantısı nasıldır?

Müsbet hareketin iki temel dinamiği: Adalet ve ibadettir. Adalet ve ibadet iç içedir. Biri diğerinin lâzımıdır. Adalet, Allah’a ibadetle başlar. Daha sonra insan ve çevre hakkı gelir. İnsan Hukukullaha riayet ettiği zaman insan ve çevre haklarına saygılı olur.

Müsbet hareketin ibadetlerle bağlantısı ise şu şekildedir. Meselâ namaz; namaz ibadeti, inanılanın yapılması, değerin yaşanması, sözün yerine getirilmesini insana öğretir. Namaz aynı zamanda meşrû olana yönelmenin gerekliliğini, meşrû olmayana karşı ret tavrı alınmasının ifadesidir. İnsanın kendini vakte ayarlamasıyla, zaman bilincini, gurup halinde yaşaması gerekliliğini, birlik ruhunu yaşatarak öğretir. Hatta bütün mahlûkatla beraber. Çünkü insan, mahlûkatın tespihlerini namazda Allah’a sunar.

Meselâ oruç; insandaki aşırı duyguları en etkili biçimde disipline etmenin ifadesidir. Oruç, nefisteki aşırı duyguları dengeleyen ve ruhu tekâmül ettiren bir ibadettir. Görmediği Rabbini görüyormuş gibi inanan, inancının gereği, hiç kimsenin olmadığı yerde yemeyip oruç tutan insan, benzer konumda da aynı inançla hareket edecektir. Sadece yemek içmek değil, şehevî hislerini de kontrol edecektir. Oruç, ona iffeti öğretir. Helâl bile olsa her şeyin bir zamanı olduğunu ihtar eder. Sabır kuvvetini geliştirir. Tok açın halinden anlamaz, bunu bizzat yaşatarak öğretir. Sosyal empati kazandırır.

Zekât; toplum içinde müsbet hareketi yaşatan en önemli ibadetlerden biridir. İnsan, veren elin üstünlüğünü zekâtla idrak eder. Kendisinden daha düşük olanlara merhamet duyguları gelişir. Kazanılanın tamamının kendine ait olmadığını, topluma karşı malî yönden de sorumlu olduğunu hissettirir. Aç gözlülük ve tama gibi kötü duygu ve düşüncelerden kurtarır.

Kısacası insan, ibadetin sağladığı iç disiplin ile iffetli, hikmetli, şecaatkâr yani adaletli ve ahlâklı davranış sergiler. İşte bu davranışlar da müsbet harekettir.

Kur’ân ve Peygamberimizin hayatı, müsbet hareketin muhteşem örnekleriyle doludur. Rahmet peygamberini küçük yaştan beri tanıyan ve son anına kadar yanında bulunan Hz. Ali, O'nu (asm) şöyle tavsif etmektedir: “O daima güler yüzlü idi. Yumuşak huylu idi. Esirgemesi, bağışlaması boldu. Katı kalpli değildi. Kimseye bağırıp çağırmazdı. Kötü söz söylemezdi. Bir şey hakkında hoşnutsuzluğunu açığa vurmazdı. Hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı. Hiç kimseye hakkında sevaplı ve hayırlı olmayan söz söylemezdi.”

O sadece insana değil, diğer mahlûkata karşı da müsbet tavır içindeydi. Öyle merhamet ve şefkat timsaliydi ki bitkilere, hayvanata, cansız eşyaya dahi muhabbet nazarıyla bakardı. Sahabeleriyle bir gün savaşa giderken, yolları üzerinde uyuyup kalan bir ceylan yavrusunu uyandırmamak için, arkadaşlarını yavru uyanıncaya kadar bekletmişti.

Müsbet hareket, kime, nasıl ve ne ölçüde olmalıdır?

Hoşgörü bir müsbet harekettir. Fakat her şeyin bir ölçüsü ve sınırı olduğu gibi hoşgörüde de ölçü, müsbet harekettir. Dinimiz, kime, nasıl davranmamız konusunda bize birçok tavsiyelerde bulunur.

Meselâ, ehl-i küfür insanlarla beraber yaşıyorsak veya yaşamak zorunda kaldıysak, onlara karşı nasıl bir müsbet hareket sergileyeceğiz?

Müşriklerle aynı şehri paylaşmış bulunan Peygamber Efendimiz, bu konuda yine en güzel örnektir. En azılı kâfirlerden olan Ebu Cehil, Peygamberimizin insanları İslâm’a dâvetine engel olmak için, “Bu adamı dinlemeyiniz. O sizi atalarınızın dininden vazgeçirmeye çalışıyor” derken, Peygamber Efendimiz dönüp onun yüzüne bile bakmıyor ve tebliğine devam ediyordu.

Yine müşrik oldukları halde bir vadide alay etme kastıyla ezan okuyup gülüşen gençleri, Peygamber Efendimiz (asm) hiç öfkelenmeden onları yanına çağırmış, o sohbet-i Nebevinin iksiriyle birkaç saat içinde Müslümanlığı seçmişlerdir.

Ehl-i kitaba karşı müsbet hareket nasıl olmalıdır?

Peygamberimiz ashabını, Mekke müşriklerinin zulmüne karşı, Hıristiyan ve adil bir hükümdar olan Habeş kralı Necaşi’nin yanına göndermiştir. Yine Medine’den geçmekte olan bir Hıristiyan kafilesini Mescid-i Nebevi’de ağırlamış ve onların bu mescitte ibadet yapabileceklerini söylemiştir.

Ehl-i kitapla hiçbir zaman diyaloğunu kesmemiş olan Peygamber Efendimizin müsbet hareket düsturlarını esas alan Bediüzzaman, ehl-i kitaptan olan Hıristiyanlarla diyalog kurmak gerekliliği üzerinde durmuştur.

Allah’ı tanıyan ve ahireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza noktaları münakaşa etmeyin ve onlarla dinsizliğe karşı ittifak edin demiştir.

Müslümanın, Müslümana karşı müsbet hareketi nasıl olmalıdır?

Kur’ân ve peygamber, insanlara hiçbir zaman toptancı bir anlayışla yaklaşmamıştır. Mü’minleri ve müşrikleri açık ve kesin bir ayırımla, ahdinde samimî olanlar ve ahdini çiğneyenler diye ayırmıştır.

Ehl-i kitabı gayr-i müslimlerden ayırmıştır. Ehl-i kitabın içinde Hıristiyanları, Yahudilerden ayırmıştır.

Mü’minlere gelince artık bir ayırım söz konusu değildir. Çünkü ‘mü’minler ancak kardeştir’ emri belirleyici olmuştur. Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle mukabele et. O takva sahipleri ki, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir.

Bediüzzaman, Uhuvvet Risâlesi’nde Müslümanın Müslümana karşı nasıl müsbet hareket etmesine dair ölçüler verir. Mü’min kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, lütufla ıslâhına çalışır.

Müsbet hareket için lâzım olan en önemli esaslardan biri de, ‘hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez’ âyetine dayanarak, mü’mindeki bir cani sıfat yüzünden diğer masum sıfatları mahkûm edilmez. Bu sebeple mü’minlerin birbirlerinin hatalarını örtmesi tavsiye edilir. Gıybet, iftira ve su-i zan gibi alçak silâhlara baş vurulmaması, neh-yi İlâhîdir.

Cemaatlere karşı müsbet hareket nasıl olmalıdır?

Kur’ân ve sünnete uymak şartıyla birbirlerini tenkit etmemek, kusur ve ayıplarıyla meşgul olmamak gerekir. Birbirlerinin hizmetlerine en güzel yardımcı ve duâ edici olmalıdırlar.

Bediüzzaman Said Nursî’de müsbet hareket örnekleri

Müsbet hareketin bu asırda nasıl olacağını, asrın müceddidi Bediüzzaman’ın kendisi bizzat göstermiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan bazı kanunları benimsememiş fakat teslim de olmamıştır. Bir kanunu reddetmek başkadır, o kanunla amel etmemek başkadır diye izah etmiştir. Meselâ şapka kanunu çıktığında bu kanunu onaylamamış, fakat onaylamadığı bu kanunu da şiddete baş vurarak düzeltme çabasına girmemiştir. Çünkü şiddete baş vursaydı bir cani yüzünden çok masum zarar görürdü. ‘Mesleğimizde bir kuvvet var fakat bu kuvveti asayişi muhafaza etmek için kullanmalıyız. Dahilde niza ve kavga olmaz.’ diyerek bir müsbet hareket örneği sergilemiştir.

Mehmet Akif’in şu mısraları sanki Bediüzzaman’ı anlatmaktadır:

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem / Gelenin keyfi için kalkıp geçmişe sövemem
Biri ecdadıma saldırdı mı boğarım -boğamazsın ki- / Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim. / Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım /Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.

Bu şiirin anlattığı gibi Bediüzzaman zalimi alkışlamamış, hatta zalimler için yaşasın Cehennem demiştir. İslâm âleminin kanayan yaralarına ciğeri yanmış, ‘âlem-i İslâm’a inen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum’ demiştir. Yine Akif’in dediği gibi:

Yumuşak huylu isem kim demiş uysal koyunum / Kesilir fakat çekmeye gelmez boynum.

Bediüzzaman, müsbet hareket içerisinde, hiçbir zaman çatışmaya girmemiş, ama şer güçlerle uzlaşmada da bulunmamıştır. Bediüzzaman’ın müsbet hareket çizgisinde iktidara göz dikmek, güç odaklarıyla iş birliği içerisinde olmak gibi bir teşebbüs olmamıştır. Onun amacı, insanları dünyevî ve uhrevî hayatını kurtarmak olmuştur. Hatta başımdaki saçlarım adedince başım olsa, her gün biri kesilse, imana ve Kur’ân’a feda olan bu baş, zındıkaya eğilmeyecektir demiştir. Tıpkı Hz. Peygamberin(asm), ‘Vallahi bir elime ayı bir elime güneşi verseniz ben bu dâvâmdan vazgeçmem’ sözü gibi.

Birçok insanın tahammül edemediği zulümler, tazyikler, hapisler, zehirlenmeler karşısında imandan gelen tevekkül, teslim ve muhabbet esaslarına dayanarak o kötü halleri lehine çevirmiştir. Hapishanelere medrese-i Yusufiye nazarıyla bakmış, hastalık ve mûsibetlere dinî olmamak şartıyla her bir dakikası onlar, yüzler sevap kazandıran bir bakışla sabır içinde şükür etmiştir. O kendisine zulmedenlere karşı hiçbir zaman intikam alma niyetiyle bakmamış, hatta evlerindeki masum çoluk çocukları yüzünden bedduâ bile etmemiştir.

O, ‘Bizim vazifemiz müsbet harekettir, menfi hareket değildir. Rıza-yı İlâhiyeye göre sırf hizmet-i imaniye yapmaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.’ demiştir.

Bu satırlardan da anladığımız kadarıyla iman hizmeti yapmak bir müsbet harekettir. Hatta insanoğluna yapılabilecek en büyük yardımın ifadesi, en büyük müsbetin simgesidir. Yine bu satırlardan şunu da anlıyoruz ki, asayiş müsbet bir iman hizmetiyle yapılır. Nur hizmetinin ulaştığı kimseler, problem olmak şöyle dursun asayişin manevî bekçileri olmuştur.

Yine şunu anlıyoruz ki, müsbet hareketle bu iman hizmetimizi yaparken, bize sıkıntı verenlere karşı, müsbet tavır olarak, sabır ve şükürle mükellefiz.

Müsbet hareket imanla olur

Netice olarak, müsbet hareket ancak imanla mümkündür. Hukukullahı yerine getirmeyen bir insandan, insanlık âlemine ve çevreye karşı nasıl bir müsbet hareket beklenebilir?

Bununla birlikte sadece ‘ben iman sahibiyim’ demek de yeterli değildir. İmanın kişinin kendisine, ailesine, akrabalarına ve insanlık ailesine yansıyan boyutlarının ortaya çıkma zorunluluğu vardır. Yani iman, ibadetle, adaletle, ahlâkla, sevgiyle, barışla, hoşgörüyle sosyal hayatta varlığını gösterebilmelidir.

Bu vatanda yaşayan hepimiz aynı vücudun azaları gibiyiz. Beğenmediğimiz organlarımız da bizim. Bunları varlığımızdan söküp atamayız.

Hepimiz aynı geminin üzerinde yolculuk yapmaktayız. Gemiye gelecek bir zarar, hepimize dokunacaktır. Bu zararları def etmek, Kur’ânî ölçüler içeren müsbet hareket düsturlarıyla olacaktır. Müsbet hareket denen şey ise, genel itibariyle Resul-i Ekrem (asm)’ın 63 yıllık hayatıdır.
 
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.