M. Nuri BİNGÖL

M. Nuri BİNGÖL

Sadakat ama neye ya da kime sadakat?-3

Yazımın – ya da sohbetimin- başına aldığım satırları hatırlatan hadise, elbet hususi bir sohbetti.
Sohbet’in “sahabet” kelimesiyle alâkalı olduğunu bilmeyen yok gibi.  Gerçi kelime kökünün “hubb” olduğunu iddia edenler de var; bu açıklamalarında da haklılık payı bulunuyor bence – indî olarak elbet-; birbirlerini seven insanlar sohbet, sevmeyenler ise münakaşa ederler.
“Sadakat” mefhumuyla alakalı sohbet eden misafirlerimi  dinlerken birden hatırladım. Arada bir, “sadakat” kelamına misal olarak şu fıkra anlatılır:
Temel Bey, Almanya’da bir “otoban”da ters istikamete girer; fıkra bu ya, nasıl girmişse... Otoyolun üzerinde uçan polis helikopteri anons eder bu “galat”ı; bir otomobilin ters istikametli bölünmüş yola girdiğini söyler. Bizim Temel direksiyonda kasılır; kendi zannından pek emindir! “ – Ne birisi...” der; “ Hepisi, hepisi...”
...Ve hemen hatırladım:
“Bir insan tek başına... Ne muini var ve ne yardım edeni; ne saltanatı var ve ne definesi. Meydana çıkmış, bütün dünyaya karşı mübareze ediyor. Ve umum insanlara hücum etmeye hazırlanmıştır. Ve omuzlarına Küre-i Arz'dan daha büyük bir hakikat almıştır. Elinde de insanların saadetini temin eden bir şeriat tutmuştur ki, libasa benzemiyor; cild ve deri gibi yapışık olup, istidad-ı beşerin inkişafı nisbetinde tevessü' ve inkişaf etmekle, saadet-i dâreyni intac ve nev'-i beşerin ahvalini tanzim eder. O şeriatın kanunları, kaideleri nereden gelmiş ve nereye kadar devam eder gider diye sorulduğu zaman, yine o şeriat, lisan-ı i'cazıyla cevaben diyecektir ki: Biz Kelâm-ı Ezelî'den ayrıldık, nev'-i beşerin fikriyle beraber ebede kadar devam edip gideceğiz. Fakat nev'-i beşer dünyadan kat'-ı alâka ettikten sonra, biz de sureten teklif cihetiyle insanlardan ayrılacağız fakat maneviyatımız ve esrarımızla nev'-i beşerin arkadaşlığına devam edip, onların ruhlarını gıdalandırarak, onlara delil olmaktan ayrılmayacağız.” ( İşaratü’l-İ’caz, s.114)

Bu ve buna mümasil misalleri, İslami ve imani bir hakikat – ya da hakka hizmet tekniği için-  vermek ne metin tahlili metoduna, ne “hakikatperestlik sıddıkiyeti”ne (Kastamonu Lahikası, 157), ne “meslek-i hakikat” mensubiyeti sadakatına, ne tarihî ve içtimaî “mutlak hakikat” cihetine sığar.
Hele bir de, böylesi yerine olmayan misaller, anlatılan mevzuu tam tersine çevirmek için –bilinsin, bilinmesin, “Ameller neticelerine göre kıymet alırlar.” (evkemekal) Hadis’ince...- kullanılıyorsa vebal o kadar büyür ki, iş “ulemaü’s-su’” olma derekesine varıldığından, dünyevi ve uhrevi mesuliyet kelimelere sığmaz.
 
Fakirhanemizdeki odada üç kişiydik. “Endişeliyim” dedi misafirim; “Eğer, birilerini ittiğimiz yer gibi – yani uyandırılan tepki ile; Allah affetsin, o vebalden kurtarsın bizi- uçurumlara ehil olunursa diye düşünürler; bu yüzden de eli kolu bağlı oturmayı tek yol diye bilirler.”
“ Evet...” dedim; “ Sendeki endişenin aynısı var arkadaşlarda; müsbet bir hal gösterip, aksiyoner olmayla, birilerinde tepki uyandırarak bile bile alet yapılma vebaline ortak olma vebali arasında tahayyürdeler, halbuki şimdi ise  bilinmeden yapıldığından, belki zararsızdır diye görüyorlar. ”
“ Amma gereksiz endişe ha...” diyerek güldü dostum; “ eğer bir insan böyle düşünmeye başlarsa, yolda yürümeye bile çekinir artık; acaba birinde tepki uyandırır mıyım diye... Oh ne âla; tenperverlikle, atâlet hisinin karışımının hakim olduğu ruhlar için ne güzel bahane!”
“ Bana sorarsan, asıl endişelerinin bu olduğunu demek de kâfi değil tahlil için. Milletin elindeki damgalardan birini yeyip, cemiyette yüz üstü bırakılmak işin başıdır gibime gelir. Ne yapsan, hangi hayırlı fiil içine girsen, propaganda ağı hemen hazırdır; ‘başka bir çığır açmak istiyor!’
Birden hatırladık. Üstad Kastamonu Lahikası’nda bu mevzuda neler diyordu? En iyisi dinlemek, Üstad’a kulak vermekti.

“Risale-i Nur kendi sadık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil fiat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat ister. Evet Risale-i Nur onbeş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi, onbeş haftada ve bazılara onbeş günde kazandırdığına, yirmi senede yirmibin zât tecrübeleriyle şehadet ederler.
Hem iştirak-i a'mal-i uhreviye düsturuyla, herbir şakirdine, her bir günde binler hâlis lisanlar ile edilen makbul duaları ve binler ehl-i salahatın işledikleri a'mal-i sâlihanın misil sevablarını kazandırıp, herbir hakikî, sadık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğini; kerametkârane ve takdirkârane İmam-ı Ali'nin (Radıyallahü Anhü) üç ihbarı ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ı A'zam'daki (K.S.) tahsinkârane ve teşvikkârane beşareti ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın kuvvetli işaretiyle, o hâlis şakirdler ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat'î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister.
Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur'a karşı rakibane başka bir çığır açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur'aniyeye bilmeyerek zarar verir; zındıkaya bir nevi yardım olur.
Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! “ el-hubbu fillah, ve’l-buğdu fillah”  ( Allah için sevmek, Allah için buğzetmek) düstur-u Rahmanî yerine, el'iyazü billah “el hubb-u fi’ssiyase, ve’l-Buğdu fi’ssiyase” (siyaset için sevmek, siyaset için buğzetmek) düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.” ( Kastamonu Lahikası 122-123)

“Her bir eserin sahasında riyaseti var.” mânasındaki beyan, risaledeki bir ya da iki cümleyi siyamından, sıbakından kopararak anlaşılmaz kılmak olamaz; çünkü “umum risaleler mal-i umumi” olduğuna göre, umum müminlerin itikad ölçüsü de Usulid’din olduğuna göre; en basiti de, bütün risalelerin ciltlerinin üzerine  “Risale-i Nur Külliyatından” ibaresi konduğuna göre, bir cümleyi tek başına ele alamayız; “ La takrabüssela...” diyen bektaşiye benzer halimiz sonra.
Burada, “başka bir çığır açmak” ifadeleri, hangi fikir ve “gerekçe”lerle izah ediliyordu siyam ve sibakında? İlk önce “tam ve hâlis bir sadakat ve daimî ve sarsılmaz bir sebat”ın nelere dayanması lüzumu ile, nelerden uzak durmakla elde edilebileceği – hülasa olarak- izah ediliyordu.
1- “Hakaik-i imaniye” cihetiyle Risale’ye ( Yani bütün külliyata) kanaat... Yeni yazılan ya da tercüme edilen imani eserlere bakıp zaman kaybetmemek. ( Bunların içinde Kur’an, fıkhi, şer’i, siyeri ilimler ve Hadis Külliyatları yok elbet; hatta onlara eğilmek  Risale-i Nur’a sadâkatın bir gereği.)
2- Mektupta geçen “müjde” kelimesinin ıstılahi mânasının, Ayet’lerdeki Kur’ani mânası araştırıldığında, iki ucu açık bir imtihan sırrına tekabül ettiği görülür. Zaten tersini düşünmek, “aşere-i mübeşşere” gibi Hadis’le  “nass” halinde beyan edilen ( Hadis Ansiklopedisi, c:12, s. 257) “ değişmez gerçek” mânasına gelir ki, Risale Hadis’ten – hâşa, sümme hâşa- yukarıdadır  şeklindeki – en hafif tabirle- “bid’a-yı seyyiesi” kabul edilmiş olur. Bunun da “cinayet-i azime” olduğunu ( Tiryak-ı Maraz-ı Bid’a Risalesi’nde ve Telvihat-ı Seb’a’da) Üstad beyan etmiş.
3- 15 haftada -  bir yerde üç ay- bu zamanın mühim bir âlimi olma ibaresi, “Talebe”ler için cari bir düsturdur ve “anlayarak ve kabul ederek” şartına bağlanmıştır. Üzülerek itiraf edelim ki biz sadece “muhibb” ya da “kardeş”iz. “ Dost dostuyla beraberdir.” ( evkemekal) Hadisi iktizasınca, onların feyzinden uzak kalmayız  inşaAllah, çünkü şimdi de bulunabilen o “Talebe”leri – sayılarının 30 geçmeyeceğini tahmin ediyorum- seviyor, hürmet ediyor, hizmetlerine maddi ya da manevi destek sunuyoruz.
4- Gelelim “ittifak” kelimesine... İttifak, “ehak”da değil, “hakta” birleşmek demektir; sadece ve sadece çoğunluğu sağlamak için “hak” olmayan bir zeminde bir araya gelmek mânasını muhtevi değildir ve olamaz!
5- “Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir.” beyanı bize gösteriyor ki, cemaat “ehl-i ilim”deki “ ilim ve tarikattan gelen eski sermayeler”den istifadeye muhtaçtır. Bu “eski sermayeleri” ile Risale’yi –haklı olarak- izah edenlere “sadakatssizlik” damgası vurulamaz. Eğer o damgalama yapılırsa, asıl o zaman “sadakat” sırrı bozulur!

Listeyi uzatarak zamanınızı almayı ya da “marifet-füruşluk” yapmayı istemem. Metni tam anlamak için “satır araları” ile Üstad’ın ilhami kelime sarfına dikkat etme, zaten “kıraat” edenlerimizin yapması gereken bir vecibe.
Demek istediğimiz şu: Risaleyi önceki “slogan”, “şablon” ya da “mealcilik” garabeti gibi, kelimelerin ıstılahi ve İslami cihetlerini düşünmeden anladığımızı sanıp, bize ters gelen tavırlara “sadakatsizlik” damgasını vurarak, kalplerdeki “ Ka’be hürmetindeki imanı çakıl taşlarına “ indirmek gibi bir vebal altına gireriz ki “alem-i uhra”da böylesi irice mesuliyetler çıkarılınca karşımıza, şaşar kalırız; elimiz böğrümüzde olarak...
Yapılan bir işi zoraki ya da “suhre gibi”  yapılacaksa şerden başka da bir netice vermez. Bilinir:
“Gayr-ı meşru bir tarik ile bir maksada giden zât,
Gâliben maksudunun zıddıyla görür mücazât.”
Avrupa muhabbeti, gayr-ı meşru muhabbet, hem taklid ve hem ülfet.
Akıbet-i mükafat. Mahbubunun gaddarane adaveti, cinayât...
Fâsık-ı mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.” ( Sözler, Lemaat, s. 890, Zehra Yayıncılık, İstanbul)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum