Saat farkı

Saat farkı

Caner Kutlu'nun yazısı...

Ev suskundu. Saatin beynimi fırlatan sesiyle uyandım. Birden çalar saatler ardarda gelmeye başladı. Kızım okul için kalktı. Oğlum sabah mahmurluğuyla Ona seslendi: kapat şunu. Elimi göğsüme koydum. Terliklerin peşinden lavaboya gittim. Traş oldum. Yüzüme krem sürdüm. Eşimin esneyen sesi 'kahvaltı' dedi. Bir fincan kahve, öncesinde portakal suyunu akıttım. Elbiselerimi giydim, kravatım bugün zevksizdi. Dert etmedim, çantamı düzenledim. Kol saatimi taktım. İki dakikam daha vardı. Çocukları öptüm, eşime sarıldım. Gazeteye bakıyordum, zil çaldı. Şoförümdü, aşağı indim. Arabaya bindim, çantamı açtım. Çok işim vardı. Araba boşlukta yol alıyordu. Hafif dalgalar sarsıyordu. Sert frenle durduk. Kapı açıldı, teşekkür ettim. Doğruca girişe yürüdüm. Kapı açıldı. Asansöre yöneldim. Kapı açıldı, boşlukta yükseliyordum. Yavaşca durdu. Kapı açıldı.

Anlık gülümsemeler. Günaydınlar. Çok şıksınızlar. İğrenç sarılıkta saçlar.

Kapıyı çantamla ittim. Bu kez sekreterim... Efendimle başlayan tekrarlar. Tamam tamamlar. Peki efendimler. Bak çiçeği sulamamışsın... Gözlerin ne güzelmiş senin.. Şey efendim. Efendim yavrum, söyle kızım...

Acil bir telefon sesiyle masama oturdum. Efendim emekli oluyorsunuz. O ne demek şimdi.. Bunca yıl niye çalıştınız efendim. Niye? Bugün için. Nasıl yani? Emekli olmak için. O ne demek evladım? Artık çalışmayacaksınız. Napıcam peki? Paranızı alıp yatacaksınız. Ya yatmazsam? Gezip tozacaksınız. Ya yağmur, kar yağarsa? O zaman evde oturur, kitap falan okursunuz. Ya da başka uğraşlar bulun.

Gözlerim düştü. Hayalim kaçtı. İki elimi masaya vurup ayağa kalktım. Pencerenin önünde durdum. Dışarıya, koca şehre baktım. Dışarı çıkın dedim. Buraya ilk geldiğim günü hatırladım. Boş gözlerle binaları saydım. Üst katlardan birden gözlerim aşağı düştü. Koşuşturan insanlar, aralarında sürtünen araçlar... tabelalar, renkli kuşlar... Emeklilik ne demek dedim. Nasıl yani? Napıcam şimdi? sabah telaşı? Kahvaltı? Takım elbise, kravat seçme? Şoför? araba? Önlerine geldiğimde açılan kapılar? Sarışınlar? Geri dönüş ne demektir bilmiyordum. İşten eve dönmek? hatırlamıyordum. Şimdi napıcaktım? Bugün için çalışmak mı? Bundan sonrası ne demek? Son mu? Camda beliren suretime dikkat kesildim. Şehir çöktü. Gözlerimin altı kırışmıştı. Saçlarım beyazdı. Sonrası mı?.. Gülümsedim. Kendimi şöyle baştan aşağı süzdüm. Hadi ordan dedim, dik bir duruşla. Ne emekliliği...Ne dönüşü... Kapı çaldı, eşyalarınızı toparlamam gerek efendim.. başkanımız sizin için küçük bir kutlama düzenledi.. buyrun sizi bekliyoruz. Ne diyosun kızım sen? Lütfen efendim.

Hışımla çıktım. Burnum hafiften kapıya çarptı, aldırmadım. Geri dönüp çantamı aldım, vazgeçtim geri bıraktım. Tekrar çıktım. Kahkahalar yükseliyordu. Toplantı odasını hızla geçip görünmeden asansöre geldim. Beklemeye başladım.  Sıkılmıştım. Merdivenlerden indim. Son basamakta ayağım takıldı. Dengemi kapıya çarparak buldum. Dışarısı çok soğuktu. Taksi dedim, sonra vazgeçtim. Kargaşanın içine daldım. Elim cebimdeydi. Yanımdan geçen biri güldü. Çok mu komiktim? Hızlı adımlarla yolda yürümek zordu. Çarpmamak için sağdan gitmem gerekti. Yavaşlamalıydım da.. Ellerimi cebimden çıkardım. Nereye koyacaktım, bilemiyordum. Kırmızı ışıkta beklemek iğrençti. Araçlarla arası çok dardı. Cadde boyunca uzayan mağazalara, vitrinlere bakmadan geçiyordum. Aklıma geldi, geri döndüm. Neyse, sonra bakarım dedim. Durmak nasıl olur? Oturup dinlenmek? Ağır ağır gezmek? Duraklarda araç bekleyen insanlar?.. Nasıldır beklemek? Bir cafeye oturdum. Kahve istedim, geldi, içtim, kalktım. Sonra bir markete girdim. Yiyecek birşeyler aldım, çıktım. Kitapçıdan hemen bir kitap seçip ayrıldım.

Daha çıkalı bir saat olmuştu. Hava soğuktu, ellerim donmuştu. Nefesim kokuyordu. Ayaklarım ağrıyordu. Durduramıyordum. Soluğu evimin önünde aldım. Koltuğa yığıldım.

Uyandığımda hava kararmıştı. Eşim beş saattir uyuyorsun dedi. Akşam yemeğini iki saatte yedim.Sonra kahvemi içtim. Bir saat sonra, üzerine meyve... Ardından çerez .. çay , cips ve yanında kola... televizyon izleyip uyuklarken... gömüldüğüm koltukta gözlerimi araladım. üzerime atılan toprak sesleri, belirsiz konuşmalar, arada bir gelen ağlamalar keskin bir ıslaklık gözlerimi kaplayan buğu ve ellerimden çekilen kanın damarlarımda yaptığı gurultular. Kaslarım donuklaşıp etlerim şişti. Lambalar kapandı, tekdüze dua sesleri başladı. Battaniyeyi fırlattım, başımı kaldırdım acı bir sesle başım aşağı düştü. Tekrar denedim yine başım çarpıp düştü. Ellerim belirsiz şekilde telefona gitti. Ellerim düştü. Gözlerim sabitlendi. Başım gittikçe ağırlaştı.

Uzun zaman sonra.. karın gurultusuyla sabahın ilk sesleri... Kapatın şu lanet olası saati...