Ruh ve ruhaniyet bahislerinin, ehl-i sünnet akîdesi esasları çerçevesinde anlaşılmasının önemi

Ruhun zâtı, sıfatları ve mahiyeti-6

Nail Yılmaz

12- Niçin ruh ve ruhaniyet bahislerinin, ehl-i sünnet akîdesi esasları çerçevesinde anlaşılması, bilinmesi kabul edilmesi çok önemlidir.

Birçok imanî hakikat ve akideler ile ya doğrudan veya dolaylı olarak irtibatı sebebiyle, R. Nur Külliyatında neredeyse, her iki sahifenin birinde, ruh ve ruhaniyet bahislerine yer verilmiş. Altı bin kusur sahife olan, R. Nur Külliyatında; yaklaşık, iki bin dört yüz defa doğrudan ruhtan, bin iki yüz defa da ruhaniyetten bahsedilmiş.

Bu kadar yoğun tahşidat ‘ruh ve ruhanîyet bahislerinin’ ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Biz şimdi bu bölümde bu kadar yoğun tahşidatın, sebeb ve hikmetlerinden bir kısmına kısaca ve özetle temas edeceğiz.

1.Ruhu izin verildiği kadar anlamak veya anlamaya çalışmak, aynı zamanda aklı anlamak, kalbi anlamak, vicdanı nefsi ve eneyi anlamaktır. Ruhu anlamadan diğerlerini anlamak çok müşküldür. Çünkü ruh; akıl, kalb, vicdan ve nefsin anası, esası ve sultanıdır. Bütün mânevî duygularımız, ruh toprağı üzerine serilmiş veya serpiştirilmiş gibidir.

2. Hz. Üstad Yirmi Dokuzuncu Sözde altı iman esasından ikisi olan hem melaikeyi hem de haşir akidesini, ruhu merkeze alarak anlatıyor. Yani insanda ruhun varlığı, isbat edilince, emsal teşkil etmesi bakımından, meleklerin varlığını izah ve isbat etmek çok daha kolaylaşıyor.

3. Nursî, eserlerinde haşir akidesinin varlığını büyük ölçüde de ‘ruhun bekası üzerinden anlatıyor. Ruhun niçin ve neden bakî olması gerektiği izah ettikten sonra, ahiretin varlığını ve lüzumunu onun üzerine bina ediyor.

4. Ruh ve beden tanımlarını vahyin ışığında yapmadan:

  • Mülk ve melekût,
  • Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet,
  • Manay-ı harfi ve manay-ı ismi,
  • İmam-ı Mübini ve kitab-ı Mübini,
  • Ruhun kader programı, bedenin ise kudret programı olması gibi….

Bize eşyanın hakikatini bildiren km. taşlarının ne anlama geldiğini küllî mânada anlaşılamaz.

5. Dünyada ve ahirette ayrılmaz ikili olan; ruh ve beden birlikteliğinin hikmeti, hakikati ve mahiyeti anlaşılmadan, Resul’ü Ekrem (as)’ın, bedenen ve ruhen yaptığı ‘’miraç mucizesi’’ ile va’d-i İlahî olan, ‘’ haşr-i cismanî’ gibi bazı Kur ’anî hakikatler, akıldan uzak zannedilebilir. [1]

6. Ruhun bedende faaliyet ve tasarrufunun, perdesiz yaratılışlara örnekliği:

Birincisi: Ruhun vasıtasız ve perdesiz yaratılış örnekliğiyle, kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet olan, ruha benzeyen nur, vücud ve hayat ve rahmet gibi, şeylerin perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlahiye ve meşiet-i hâssa-i İlahiye ile nasıl yaratıldığı daha kolay anlaşılır.[2]

İkincisi: Yine ruhun bir sıfatı olan hayatın, perdesiz ve vasıtasız yaratılış örnekliğinde, terettüb-ü esbab ve teselsül-ü ilelin karışmadığı, “rızk ve şifa ve bilhâssa hidayet ve iman” gibi nimetlerin de doğrudan doğruya Canab-ı Hakkın bir hediyesi ve fiili olduğu daha açıkça görülür.[3]

Üçüncüsü ise; Âlem-i emirden gelen perdesiz yaratılışlara, sebep sonuç kaidesinin ve yeknesaklık perdesinin, yırtıldığı ‘şüzuzat-ı İlahiye Kanunlarına’ da bu açıdan bakabiliriz.

8. Ruhun bir sıfatı olan hayat vasıtasıyla eşyanın mülkten melekûta geçerek nasıl tasaffî ederek, nuraniyet kesbettiğini yakinen görebiliriz.[4]

9.Ruhun zamandan ve mekândan münezzeh oluşu, farklı örnekler ile nazara verildiğinde, Canab-ı hakkın da ‘âdem-i tecezzisi ile âdem-i tahayyüzünü yani zamandan ve mekândan nasıl münezzeh olduğunu anlamak kolaylaşır. Yani bir anda bir zatın binler ve milyonlar işleri ve fiilleri bir anda nasıl yaptığı, bazı veli kullara ihsan edilen ve ruhun bir özelliği olan ‘tayy-i zaman bast-ı mekân sırrı örnekliğiyle, akla yaklaştırılarak mücerred hakikatler, müşahhas hale gelir.

10. Nuranîyet sırrı ile madde ile kısmen kayıtlı, yarım nuranî ruhların, bile ‘aks ve temessül’ kanunuyla:

  • Bir anda binler ayinelerde tezahür etmesi,
  • Hem hayy, hem ayn olmaları,
  • Bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilmeleri,
  • Az ve çoğun bir olması, farkı olmaması [5] gibi müşahedeye dayanan müşahhas misaller ile,
  • Ve nuranîyetin inkişaf etmesiyle ile ehl-i velayetin mazhar oldukları ‘tayy-i zaman ve bast-ı mekân sırrı’ daha anlaşılır hale getirilerek yarım nuranî ruhların potansiyeli, yani neler yapabildiği veya yapabileceği nazara verilir.

Sonra ruhun bu sıfatlar ile bedenin idare ve tasarrufunda bir anda milyonlar hatta trilyonlarla işleri, birbirine mâni olmadan nasıl yaptığı örnekliğinden hareketle, Canab-ı Hakkın da bu âlem-i nasıl idare ettiğini yani; “Kudret-i İlahîyeye nisbeten yıldızların, zerreler gibi kolay” idare edildiğine dikkat çekilerek,[6] mücerret bir bir tevhid hakikati daha müşahhas hale gelir.

11. Ruh bahsini en geniş işlendiği Yirmi Dokuzuncu Söz’de: Ruhun cesede dayanmadığı, onunla kaim olmadığı, belki cesedin ruha dayandığı ifade edildikten sonra, ruhun, ‘binefsihi kaim ve hâkim olduğu, ruhun çok temel bir sıfatı olarak nazara verilir.[7] Ruhun bu özelliği Canab-ı Hakkın kayyumuyetine ve ‘kıyamı binefsihi oluşuna çok güzel bir örnektir. Yani hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendi kendine ayakta durmaya çok önemli misal teşkil eder.

12. Yine Yirmi Dokuzuncu Söz’de: Canab-ı hakkın bu âlem ile münasebetinin kanuni olduğu,[8] yani bu âlemi kanunlarla idare ettiği ve bu idarenin de temassız olduğu ifade edilir.

Ruh ve beden münasebeti örnekliğinde de benzer bir durum söz konusudur. Çünkü ruhun bedenden gelen mânevî sesleri duyması ve onlara icabeti de mânevîdir. Yani ruhun da beden ile ilgili tasarrufları, kanunî olduğundan temassız (mübaşeretsiz) ve emir şeklinde cereyan etmektedir. [9]

İmkân aleminde; “esbab-ı maddîyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur[10] yani sebep ve sonuç ilişkisine dayanan eşyanın mülk ciheti ile ilgili yaratılışlar, sebepler vasıtasıyla (inşa) bizzat temasla mübaşeretle olur

Fakat eşyanın melekût ciheti ile ilgili tasarruflar emir ve iradeyle olur. Çünkü emir ve kanunla tasarruf etmek bizzat bilfiil değil, temassız (mübeşeretsiz) olur.

Mesela; Güneş’in gezegenleri döndürme gücü, adetullah kanununa tabi olduğu için mübaşeretiz; yâni dokunmaksızın, temassızdır. Adete güneşteki cazibe kanunu bir emir gibi hükmünü icra eder. Ruhun da bedendeki icraatı ve tasarrufu aynen bunun gibidir. Yani dokunmaksızın ve temassız olarak, sanki mânevî bir emirle tasarruf yapılır.

Ruh ölçeğindeki bu mübaşeretsiz tasarrufun keyfiyeti iyi anlaşılırsa Canab-ı hakkın bu âlemi kanunlarla mübeşeretsiz, nasıl idare ettiği daha kolay anlaşılmış olur.

13- Yukarı bölümlerde de sıkça nazara verildiği gibi ruh, zamandan ve mekândan münezzeh olduğu için, beden üzerindeki tasarrufu ve hakimiyeti sırf emir ve irade iledir. Yani temas etmeksizin (mübaşeretsiz) bir hakimiyeti ve yaptırımı vardır. Ruhun beden ile olan bu münasebeti tam anlaşıldığında, Cenab-ı Hakk'ın da bu âlem ile olan nisbeti, yani nihayet uzaklık içinde nihayet yakınlığı daha kolay idrak edilir.

Çünkü Cenab-ı Hakk, Zât-ı Âkdesi itibariyle, kâinat cinsinden olmadığı için, bu âlemin dışındadır. Fakat isim ve sıfatlarıyla her an her yerde olduğu için “Bize şahdamarımızdan daha yakındır."[11]

Yani Canab-ı Hakkın “Bize şahdamarımızdan daha yakın’’ olması ruh ve beden örneğinde olduğu gibi "yakiniyeti zatiye" değil, yakiniyeti ilmiyedir.’’ Yani varlık veya eşya üzerindeki temazsız (mübaşeretsiz) tasarrufu, bizzat Zâtı ile değil isim ve sıfatlarının tecellisi şeklindedir.

Bazı tasavvuf ehlî, nihayet yakınlık (kurbiyet) ile nihayet uzaklık (budiyet) sırrının anlatıldığı, نَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِي Biz ona şahdamarından daha yakınız "[12] âyeti ile müteşabih âyetlerden olan; ‘’Nereye dönerseniz dönün Allah’ın Zat’ı [vech] oradadır.’’[13] âyetinin zahirî mânalarını mutlaklaştırdıkları için..‘yakiniyeti ilmiyeyi, yakiniyeti zâtiye’ şeklinde telakki ederek, ‘’vahdet-i vücud’’ görüşünü benimsemek zorunda kalmışlardır.[14]

Halbûki ehl-i sünnete göre, Zât-ı Âkdesin, varlık ve eşya ile olan yakınlığı, Zâtî değil, esma ve sıfatlarının tecellisi şeklindendir.[15] Çünkü ’’Onun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nurani, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfâtî yetmiş binler hicabdan geçmek’’[16] lazımdır.

14. Nuranî ruhların aksi ve temessülü sırrıyla; bu akis ve temessülün hem hayy hem ayn olmakla beraber, ne ayn nede gayr da olmadığı anlaşıldığında,[17] Cenab-ı Hakk'ında sıfât-ı seb’asının Zâtına olan nisbetinin ne ayn ne gayr olmadığını[18] idrak etmek, daha suhuletli olacaktır.

15. Ruhun bedeni idare ve tasarrufunda; Canab-ı hakkın kudret sıfatından gelen ve bilkuvve olan kabiliyetlerin, kaderden tevdi edilen istidatlar ile bilfiile inkılâb ediş sırrı örnekliğinde, Canab-ı hakkın fiili sıfatlarının “kadîm” mi yoksa “hâdis” mi olduğu daha kolay anlaşılır. [19]

17. Müminlerin özelliklilerinin sayıldığı Bakara sûresi üçüncü âyetinde onların gayba iman ettikleri zikredilir. Hakaik-i Kur’aniyeden olan (melek, ruh ve ruhaniyet) gayba iman edilecek konular içeresinde çok önemli bir bölümdür.

Canab-ı Hakk, insanın ruhunu, kendinden bile gizleyerek onun varlığına iman etmemizi emretmiştir. İnsan kendi ruhunun varlığını idrak ve özelliklerini fark edebildiği nispette de akaîdin konusu olan diğer melek, cin ve ruhanî cemaatlar gibi gaybî varlıkları idraki ve imanı kolaylaşacaktır.

18. R. Nur Külliyatında ve diğer ariflerin eserlerinde ruh iki ana başlık altında tahlil edilmiş. Birisi insanlardaki cüz’i ruh, diğeri küllî ruh. Hz. Üstad bu küllî ruhu;

  • Kâinatın ruhu’ [20]
  • Vahy-i Kur’an
  • Veya Hakikat-ı Muhammediye’ gibi isimlerle ifade eder.

Bir insan ne kadar kendindeki cüz’î ruhunu yani kendini bilse, o derecede küllî ruha yaklaşarak, yakîn mertebeleri nisbetinde, küllî ruhun feyiz ve nurlarından istifade eder.

Bu feyiz ve nurlar; velilerde ilham, diğer müminlerde ise, ilim, hikmet, basiret ve feraset gibi faziletler şeklinde görünür.

Otuz Birinci Söz ’de, Hz. peygamber (as)’ın Miraç mucizesiyle külliyet kesbederek, velayet cihetiyle mazhar olduğu kerametinin, mucizeye inkılâb ederek ‘Vahye mazhar olduğu belirtilir.

Çünkü Bediüzzaman Külliyatın muhtelif yerlerinde, “Ruhun zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi', hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrî” olduğunu söyler.[21]

19. Bu bölüm ile alakalı son olarak; Mesnev-î Nuriye’de geçen bir cümlede: “Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun”[22] denilir. ‘Kalb ve ruhun derece-i hayatına’ nasıl girilebileceği anlatıldığı bu cümlede özetle:

Maddenin ve cismaniyetin kayıtlı, şekilli zamanlı, mekânlı ve sınırlı boyutlarını, manay-ı harfi nazarla aşarak, müşahhastan ve teşehhusattan, kurtulup, mutlak ve muhit olan mücerredata yani âlemin melekûti boyutuna çıkılabileceğinin mümkün olduğu nazara verilir.

Devam edecek

  1. Emirdağ lah:73
  1. Lemalar. 110
  1. Şualar. 21- Sözler. 527
  1. 28. Sözün haşiyesine bak. Ayrıcı ‘hayat serpme’ sünuhata bak
  1. Şualar. 159
  1. Mektubat. 245
  1. Sözler. 517
  1. ,, . 527
  1. ,, . 687
  1. Lemalar. 179
  1. Kaf Sûresi, 50/16
  1. Kaf Sûresi, 50/16
  1. Bakara suresi. 2/115
  1. Abdü’l-Kerîm b. İbrahim el-Cîlî Besmelenin Şerhi. Kitsan Yayınları. 1996/İstnbl. Sh: 91,244
  1. Sözler ( 195 )
  1. Sözler ( 198 )
  1. Lemalar. 194
  1. Îşarat-ül İ’caz. 15
  1. (d.i.a cilt: 15; sayfa: 304 [HÂLİK - Bekir Topaloğlu)
  1. Mektubat.238
  1. Sözler. 517
  1. Mesnev-i Nuriye. 178

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.