Risale-i  Nur’da bazı kavramsal ilişkiler ve analizler

Mehmet Yurttaş’ın yazısı[1]

ÖZ

Said Nursi ve Risale-i Nur külliyatı başta İngilizce ve Arapça olmak üzere ellibeş (55) dile tercüme edilerek yayınlanmaktadır. Bu hakikatler artık Dünyanın bütün ülkelerinde yaşamakta olan Müslümanlara ve yer yüzündeki tüm evlere ulaşabilmek üzeredir. Bu hareketin taşıyıcıları olan ve kendisini “Nur Talebesi” olarak tanımlayan insanlarda ise, son yıllarda cereyan eden karmaşık sosyal hadiselerin de etkisi ile “Sırren Tenevveret” durumu müşahede edilmektedir. Oysaki bu Kur’ani hizmet ekolünün yapması ve yayınlaması gereken acil şerh ve izah gibi konuların; ülke ve insanlık için ileri aşama düşünce üretim konularının çok fazla olduğunu düşünmekteyim. Mesela en ivedi ihtiyaçlardan birisi Bediüzzaman terminolojisinde “Kavram Ansiklopedisi” değil mi?

Bu çalışmada Risale-i Nur’dan gaye-i hayal, himmet, şahsı manevi, müfridane irtibat gibi bazı kavramlar ve ilişkileri incelenerek; Marifetin şuaında, imtizaç-ı efkar ile oluşacak şahsı manevi halinde,  himmetlerin gaye-i hayalde temerküz ettirilmesinin önemi vurgulanacaktır.

ANAHTAR KELİMELER

Said Nursi, Risale-i Nur, gaye-i hayal, himmet, şahsı manevi, müfritane irtibat.

GİRİŞ

Safi duygusal düşünüp taassuba düşmeden, safi akıl ile düşünüp hile ve şüpheye sapmadan, vicdan muhasebesindeki insan zihni düşünce faaliyetinde kavramları kullanıyor. Bu sayede bilgi birikiminden yeni neticeler üretip karmaşık, zengin düşünce ufuklarına yelken açabiliyor. Bu çalışmada sizi böyle bir ummanda gezintiye davet ediyorum. Umarım gemiyi batırmadan, yada yolunu kaybetmeden sahil-i selamete ulaştırabilirim!.

Gök kubbenin altında bâki bir söz: Denilmiş ki: “İnsanın kıymetini tayin eden mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise himmeti nispetindedir. Himmeti ise hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.”[2] Söz tahsis edilmeyip mutlak bırakıldığına göre Yaratıcı indinde de, insan nezdinde de, mülkte ve melekûtta da böyledir.

“İnsanın kıymeti himmeti nispetindedir.”[3]-[4]

DİL KULLANIMI

Akıl günlük faaliyetlerini gazete dili ile sürdürebilir iken “Ana dil” problemi ile karşılaşıyor. Problemi anlayamayan kişi için matematik bilgisi dahi çözüme yardımcı olamıyor. Sonra derinlikli, karmaşık düşüncelerde bir nevi dilde sembolizm denilebilecek kavramların zarureti anlaşılıyor. Tarihi süreç kavramların dahi değişime uğrayabildiğini gösteriyor.

Bediüzzaman’ın anlaşılması konusunda Prof.Dr. İshak Özgel hocamın Köprü Dergisi 143. Sayısında ifade ettiği düşüncelerine tamamen katılıyorum. Hoşgörülerine sığınarak şunları da ilave etmek istiyorum:

Tutarlı düşünce bütünlüğüne sahip her mütefekkir kendi kavramlarını kendisi üretip, tanımlama zaruretinde kalıyor. Böylece hem tarihsel süreç değişikliklerinden hem de yanlış anlaşılma durumundan korunuyor. Bu sebeplerden dolayı Risale-i Nur anlaşılmaya çalışılırken Bediüzzaman’ın terminolojisi için lügat hacmi yetmiyor. İnsanlığın mutlak ihtiyaç duyduğu Kur’an’i hakikatleri, düşünce ve çözüm önerilerini ortaya koyarken; Kamusları dahi ezberine almış olmasına rağmen, kendi kavramlarını kendisi ürettiği ve tanımladığı nazara alınmalıdır. Bu sebeple onu doğru anlamanın kolaylaşması için “Nurcular” ivedilikle Risale-i Nur’un bütünlüğü içerisinde, tarihsel süreci de dikkate alarak bir kavram ansiklopedisi hazırlamak zorundadırlar.

Biz de bu çalışmada düşündük ki: Madem benim ne söylediğimden çok muhatabımın ne anladığı önemlidir; Öyleyse ifadelerimi çeşitlendirmeli ve kavramları tanımlamalıyım. Bu sayede zihinler, insanı zindan-ı atalete düşüren “Görenek” belasından kurtulup, yanlış ezberlerden sıyrılıp, “tahkik” ile hakikate ulaşabilir. Muhatabım ile ortak kavram diline sahip olabilirim. Bizim, benim ve senin kıymetimiz, ehemmiyetimiz, “hedef ittihaz ettiğimiz maksadımız” ın ehemmine, önemine baktığına göre analiz etmeye, incelemeye değmez mi?

METODOLOJİ

Bu çalışmada “ÖZ” de belirlenen hedefe ulaşmak için Tüme Varım metodunu, eserden müessire yapılan istidlal metodunu, “Burhan-ı inni”yi tercih ettim. Bu nedenle öncelikle bazı kavramları tanımlamakla başlayacağım.

GAYE-İ HAYAL:

Bu kavram Bediüzzaman’a mahsus gibi görünüyor. Başka kaynaklarda rastlamadım. Arapça “Emel” kelimesi tanımı içinde düşünülebilir. Gerçekleşmesi zamana bağlı, arzu ve maksatlar için kullanılıyor.

Kur’an da “emel” iki ayette yer alıyor. (el-hicr 15/3) de nefsani arzulara yönelik olan  menfi tarzda yerilirken, (el-kehf 18/46) sâlih amele yönelik olarak müspet tarzda övülüyor. Keza Hadislerde de iki tarzda kullanıldığı görülebiliyor. Maverdi nin “Edeb-üd din ve dünya / 108” risalesinde müspet tarzda yer almış.

Gaye-i Hayal kavramı R.N.Külliyatı’n da 20 yerde kullanılmış. Bir yerde şöhret peresler için menfi olmak kaydıyla 19 yerde müspet anlamında kullanılmış. En bariz örneği “B.S.Nursi –Diyanet-Sözler-Lemeat 877”de yeralıyor.

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenasi edilse (unutulmak istense) elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler. Ene kuvvetleşiyor, bazen sinirleniyor. Delinmez ta nahnu olsun. Enesini sevenler başkasını sevmezler.

Bütün bu bilgiler çerçevesinde gaye-i hayal kavramının giriş bölümünde yer alan sözdeki “Hedef ittihaz edilen maksat” tamlamasının kapsamı içinde kullanıldığını varsayarak; Bilhassa “marziyyat-ı ilahiye” nin ne olduğunu, “rızay-ı ilehiye” nin nerede olduğunu, hayra yönelik inşa tarzında hareketin “Ne?” liğini ve  niteliğini anlamaya çalışan, hedef ittihaz eden gaye, emel ve ameli ifade ettiğini düşünüyorum. Bu çalışmamda da o anlamda kullanacağım.

Bu çıkarımı teyid için örnekleme gerekirse:

“B.S.Nursi-Diyanet-Sözler-Lemeat 877” örneğini, (30.Söz-677) “Ene” bahsi ile, bilhassa son bölümleri ile birlikte analiz etmek yeterli olabilir kanaatindeyim.

Bediüzzaman’a has gaye-i hayalin Tüm Risale-i Nur külliyatı’nda ifade edilen hakikatlere ulaşmak olduğunu;

Kur’an ın bütünlüğü içinde  (El-Taha / 115) “Andolsun biz Âdeme cennetteki ağacı yasaklamıştık, o ise yasağı unuttu. Biz onu bilerek, isteyerek, iştah ile günah işleyen birisi olarak bulmamıştık” ayetinden çıkardığı hakikatler (tüm külliyat ile beraber) (B.S.Nursi-Diyanet-Mektubat- 55 deki 12. Mektup) ta ifade ettiği  “Tavzif” (vazifelendirme-görevlendirme) kavramı bahsini;

“Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envâına muhit pek çok fünun ve Hâlıkın şuûnât ve evsâfına şâmil kesretli maarifin tâlimidir ki, nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki semâvât ve arz ve dağlara karşı emanet-i kübrâyı haml dâvâsında bir rüçhaniyet vermiş;” (B.S.Nursi-Diyanet-Sözler-20.Söz,1.Nükte—291)

“24.Mektup”[5] penceresinden “11. Söz”[6]de tanımını bulan “insan modellemesi” bahsini analiz ederek anlayabilmek mümkündür.

Son devrin bu mümtaz, (Al’i beyt mensubu)[7], dâhi düşünürünün takipçileri “Nurcular” a yüklemek istediği gaye-i hayal ne olabilir? Elbette ki öncelikle “kitabın hakikati” ni anlamaları ve tüm insanlığa taşıyıcılığını yapmaları.

“Bu kitabı okumanın bedeli yirmi kişiye ulaştırmaktır”  sözü ona ait.

Kendi tabirleri ile “Taharri-i hakikat” arzusunda olanlar, “ehl-i felsefe” ve bütün toplumların yüzde seksenini teşkil eden “muhtaç mütehayyirler” onun hedef kitlesini teşkil ediyor.

Günümüzde materyalizmden kaynaklanan, modernitenin önerilerinden oluşan “Sahte Medeniyet”;  yeryüzünü  (adalet-refah-güvenlik-özgürlük) arayışları içinde karmaşaya sürüklemiş,  kan ve gözyaşı bataklığına çevirmiştir. Çıkış, kurtuluş yolu arayışındaki insanlar için, bu zamanın bilgi ve düşünce gelişimi ile “Kur’an’i dünya görüşü” nü, modernite karşıtı “Yeni Medeniyet Paradigması” nı anlayıp, paradigmanın gelişimi için zaruri katkılarını ortaya koyup, yaşam alanlarına aktarabilmeleri, takipçilere “Nur Talebelerine” bağlı olduğunu düşünüyorum. Kendileri isteseler de, istemeseler de Kader bu ağır yükü onların omuzlarına yüklemiş görünüyor. Sadece bu nedenle dahi “Zindan-ı Atalet”[8] bahsini başucu serlevhası haline getirmelidirler.

HİMMET:

Düşünce tarihinde tasavvuf kültüründe çok kullanılan bu kavram, erken dönemlerde şeyh-mürit ilişkisi olarak ele alınırken, sonraları çeşitlenmiş ve önemsenmiştir. Abdülkerim el Cili’ye göre yeryüzündeki en değerli şey himmet olduğundan Hakk’a ancak onunla varılır. Himmet müritlerin miracı, arifleri Hakk’a götüren Burak tır.(el insanül kamil-II 28-30)

Günümüze en yakın tarif ve tasnifi Muhyiddin ibnül-Arabi yapmıştır. Ona göre kalbin temenni ettiği şeye bütünüyle yönelmesi “uyanış”  tarzındaki himmettir. Müridin bir şeyi bütün samimiyeti ile dilemesi “irade himmeti” veya “cem himmeti” adını alır. Bu anlamdaki himmetin etkisi altına almayacağı hiçbir şey yoktur. Bu türlü himmete sahip olan bazı müritler şeylerini bile etkiler. İbnül-Arabi, insanın bütün iradesini belli bir nokta üzerinde yoğunlaştırması demek olan böyle bir himmetle Afrika’da Gurabiyye adı verilen bir zümrenin diledikleri kişileri öldürebildiklerini söyler. Ona göre nefis cemiyyet halinde olduğu zaman maddeye tesir eder. Saf bir ilhamla arzuların bir noktaya toplanmasına “hakikat himmeti” adını verir. (el-Fütuhat, II, 693)

R.N.Külliyatı’nda 200 den fazla yerde kullanılan bu kavrama Bediüzzaman’ın çok büyük önem atfettiğini anlayabiliyoruz. “Münazarat” kitabı son bölümündeki “Zindan-ı Atalet”[9]  bahsi buna örnektir. Ayrıca “Fatiha’nın ahirinde işaret olunan üç yolun beyanı” [10] bölümünde üçüncü yolu ve orada kullanılan “Himmet Tayyaresi” kavramını; (30.Söz Ene risalesi -679) ta yer alan 3. Yol ile birlikte örnek olarak düşünebiliriz.

Buraya kadar söz konusu edilen bahisler kavramın tarihsel süreci ile beraber düşünüldüğünde Bediüzzaman terminolojisinde “Himmet” kavramı:

HİMMET: Kesb, teşebbüs, faaliyet, gayret ile beraber tüm iradenin “Gaye-i Hayal” de temerküz etmesi, odaklanması olarak anlaşılabileceği görülmektedir.

“Kimin himmeti milleti ise tek başına bir millet gibidir”  sözü ona aittir. Metnin anlaşılabilmesi kullandığı “millet” gibi kavramların kendi tanımı ile anlaşılmasına bağlıdır.

“Hayrunnasi enfeuhum linnasi” (Hadis. El-Acluni, Keşful-hafa, 2:463; el-Münavi, Feyzul-Kadir, 3:481, no 4044)    “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olanıdır”  Hadis-i şerifine  “Mücahid-i Alihimmet” (Münazarat-137)[11]  tanımlaması yapması da özgün bir örnektir.

Ayrıca ilerde ele alacağımız kavramlar la birlikte düşünüldüğünde Himmetin ferdi olduğu gibi, belirli şartlarla oluşacak cemaat birlikteliği halinde de olabileceği anlaşılmaktadır.

ŞAHS-I MANEVİ:

Kavram R.N.Külliyatı’nda 200’den fazla yerde kullanılmış. Çok önem atfedildiği anlaşılıyor. Başka kaynaklarda rastlamadım. Bediüzzaman'a has bir kavram gibi görünüyor.

Bediüzzaman sosyal topluluklar ve birey ilişkilerini, hak ve sorumluluklarını analiz ederken “İç İçe Mütedahil daireler gibi” metaforu ile bireyden tüm insanlığa ilişkiler ağını tanımlıyor. Bizde “Şahs-ı manevi” kavramını bu metaforu kullanarak anlamaya çalışabiliriz. Kullanım yer ve maksatları kavrama yüklenen mana hakkında genel bilgi verebiliyor.

İnsanlığın Şahs-ı Manevisi
Avrupa’nın şahs-ı manevisi,
Devletin şahs-ı manevisi,
Adliyenin şahs-ı manevisi, ve ila ahir.

Konumuzla ilgili en önemli kullanım tarzı “Nurcuların Şahs-ı Manevisi” dahi kendi içinde daha dar alanlar için birer tanım aralığı buluyor. Tüzel kişilik, manevi kişilikten daha fazla bir anlam yüklemine haiz olduğunu düşünüyorum.

Tarihi düşünce birikiminde hiç göz ardı edilmeyen bir ilke: “Bütün her zaman parçaların toplamından daha fazlasıdır.” Bu ilke mülkte de böyledir melekutta da. “El” kelime anlamı elde var olan hücrelerin toplamından daha fazlasını ifade eder. “Birey” kelime anlamı, bedende bulunan bütün hücrelerin toplamı anlamından çok daha fazlasını ifade ettiği gibi.

İnsan sosyal guruplarında ise durum çok daha karmaşık hale geliyor. Sosyal guruplar çoğu zaman bireylerin sıfat, yüklem, nicelik ve nitelikleri toplamından da fazlasını ifade edebiliyor. Bu fazlalık guruptaki bireyler arası “uyum-özveri-maksat vs.” gibi nicelik ve nitelikler açısından azalıp çoğalabiliyor.

Kavramın anlamının Bediüzzaman’ın hayatı boyunca tarihi seyir içindeki kullanım alanlarının takibi ile de alakalı olduğunu düşünüyorum. İlk kullanım yerlerinden biri olarak “Sünühat -1920 “ risalesindeki (Sadaret ve Meşihat y.t -1908 yılı) bahsinde olduğu görülüyor.

“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.

Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mütecanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye mâruz bırakıyor. “[12]

“Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şuâ-ı elektrikiyle olur. (Münazarat-499—1911 yılı)”[13]

“Lâkin ittihad cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır; imtizac-ı efkâr marifetin şuaıyla olur.(Rumuz-280—1921 yılı)”[14]

Sonra Dar’ül Hikmet-il İslamiye yılları (1918…) Ve bu kurumun neden hizmet edemediği sorusuna verdiği  cevap:

…eczaları kabil-i imtizaç, belki de ihtilat değil. Şahsi meziyetleri vardır. Cemaat ruhu tevellüd etmedi. “Ene” ler kavidir, delinmediki bir “nahnu” olsun. “Ben” , “Biz” olmadı. Mesailerinde teşarük düsturuyla işe girişildi, teavün düsturu ihmal edildi… (Ahmet Akgündüz   B.Said Nursi  2.cilt – 80)[15]

Sonra Sarıyer uzleti ve Yuşa tepesi inzivası (1920-1921)  İmam-ı Rabbani’nin 516 mektubundan ikisi “Mirza Bediüzzamana”, özel talimat gibi.  “Tevhid-i Kıble et.”  Ve “Hakiki tevhid-i kıble  Kur’an ile olur” kararı. Yeni bir “oluş” kararı.

“Eger Malik-ül mülk’e memluk isen…?”[16]

 

Sonra savaş yılları, İstanbul, Ankara, Van, Burdur, Barla; Sürgün, tarassut, zulüm yılları. Yeni Said dönemi. Yok “Oluş” yılları. Barla dağlarında dolaşan yalnız adam. “Ene” sini ve tüm varlığını İlah’ına karşı yok ettiği, Kaderin yoğurduğu yıllar. Ve o “yok” luğun, renksizliğin, şekilsizliğin dünyasında “Var Oluş Aynasını”  , Bihakkın Kelamullah ünvanına sahip olan Kur’an a karşı tutuşu. “O Aynada” Kur’an hakikatlerinin yabancı hiçbir renk ve şekle bulaşmadan saf yansıması: RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI. “Kale-kıyle” aktarım mefhumlarından uzak; Kaynaktan direk yansıyışlar.

Yıl 1890 (12 yaşında)  Sırat Köprüsü başında Ced’di Emcedi’nden (asm) istediği ilim talebinin tahakkuku. “Ümmetimden sual sormamak kaydıyla, sana Kur’an ilmi verilecektir.” Ve meyveleri. Bu sözün ne anlama geldiği, hangi kayıt ve şartlara bağlı olduğunu anlamak istersen “Muhakemat“ kitabının mukaddemesini özümseyerek mütalâ etmelisin. “Münazarat”taki “İki dünyamı da iki elime aldım, tek dünyası olanlar karşıma çıkmasın”  sözünü, siyak ve sibakıyla algılayabilmelisin. O nun insanlık düşünce tarihinin Kur’an—Nübüvvet çizgisinde hakemi olduğunu görecek kadar düşünce tarihi ve Risale bilgisine sahip olabilmelisin.  “Eski kitaplar birer hazinedir. Fakat hazinenin anahtarı Risale-i Nur dur”  sözünün anlamını da denkleme dahil etmelisin.

Okuyucudan özür dilerim. Çalışmayı eklektik hale getirmemek için ne kadar alıntı yapmaktan kaçınmak istesem de, ancak bu kadar yapabiliyorum.

Ve sonra 1950’li yıllar. Tahakkuk etmiş bu “Gaye-i hayal”in taşıyıcıları kimler olacak? Nasıl bir bünye? Nasıl bir “Şahs-ı Manevi” bu emaneti algılayıp, özümseyip, hayata geçirip, hedef ittihaz edilen kitleye ulaştırılmasını sağlayabilecek sorunsalı?... “Bizler ve  sizler ümmet-i Muhammed’i sahili selamete ulaştıracak bir geminin hademeleriyiz.” Sözünde kast edilen “hademeler”  nasıl bir ilişki ağı, bağı ile, nasıl bir “Şahs-ı manevi” teşkil edecekler ki, söz konusu emaneti layıkıyla taşıyabilsinler?  “Gaye-i Hayal Kavramı” son bölümünde izah etmeye çalıştığımız gayeleri tahakkuk ettirebilsinler?

Bu sorunsaldan da öte sorular, Nasıl bir “Şahs-ı Manevi”  Meşiet Dairesinden ve Dar’ül Hikmet’ten beklenen vazifeleri tüm Dünya ölçeğinde gerçekleştirebilir?..

Evet Bediüzzaman’ın bu sorunsala, “NASIL BİR ŞAHS-I MANEVİ?” sorusuna verdiği cevap R.N.Külliyatı’nın üçte birinden fazla yer kaplaması dahi konuya verdiği önemi göstermeye yeter zannederim. İhlas ve Uhuvvet risaleleri, 29. Mektup, Mahkeme müdâfâları, Lahika mektuplarının tamamı bu sorunun cevabını teşkil eder zannediyorum. Tüm Külliyat içerisinde “Mesleğimiz” kavramının tanım ve kapsamını izah eden bölümler de bu maksatla yazılmış olmalıdır.

Hatta iddia edebilirim ki İşaratül İcaz  dahil tüm eski dönem eserleri dahi böyle bir Şahs-ı Manevi yi netice verecek tarzda yazdırılmıştır. Kendisi farkında olmasa dahi. Okuyucu bu kitaplara bu nazarla bakarak tekrar okuduğunda bunun daha iyi farkına varabileceğini düşünüyorum.

Netice olarak denilebilir ki: Bediüzzaman’ın takipçilerine, talebelerine yüklemek istediği gaye-i hayali taşıyabileceğini düşündüğü ŞAHS-I  MANEVİ: Kişiliğini tüm külliyattaki ilke, kural, kaideler çerçevesinde oluşturmuş ve olgunlaştırmış bireylerin, tam bir bilgi birikimi ve liyakat ehli olarak; “istişare” sayesinde fikir birliğine ulaşmaları ile oluşacak sosyal birlikler, “Şuralar” dır.  En küçük Şahs-ı Manevi  (Cem in ekalli üçtür)  niteliğindeki bu şuralar, “iç içe mütedahil daireler” tarzında “Nur talebelerinin şahs-ı manevisi”  tanım ve kapsamına ulaşır.

Bu en küçük Şahs-ı Manevi birimi “Şura” lara yüklediği (bilgi birikimi ve liyakat ehli olma gibi) nitelikler,  bunlardan beklenilen neticelerin, semerelerin niteliğine, “Keyfiyyet” ine işarettir. Ortaya çıkacak neticeler, ürünler tüm Dünya ölçeğinde insanların sorunlarına çözüm, sorularına cevap olabilsin. Ve kalıcı, baki bir ses olsun. Darül Hikmet in çalışmaları gibi zayi olmasın. Mevcut potansiyel enerji ve imkanlar heveskarlık  v.b. yollarda harcanmasın. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı “Şuralar” keyfiyet konusuna azami önem vermelidirler. İnşallah keyfiyete azami dikkat onlardan, “Kemiyet” ise Alemlerin Rabbi’nden istenilir ve beklenilir, niyaz edilir.

Unutulmamalıdır ki bütünlük arz eden binalar tek tek yapı elemanlarının üst üste birikiminden hasıl olur. Bu elemanların birindeki zayıflık ya da noksanlık yapının teşekkül etmemesini yada yıkılmasını netice verir.

“33-Bir şeyin vücudu, bütün eczasının vücuduna vabestedir. Ademi ise bir cüzünün ademiyle olduğundan…”  (Hakikat Çekirdekleri-33-- Mektubat-605)

“95-Tertib-i mukaddemat ta tefviz tenbelliktir…. Mevcuda iktifa dun-himmetliktir.”  (Hakikat Çekirdekleri-95-- Mektubat-605)

MÜFRİDÂNE  İRTİBAT:

Bu kavram Bediüzzaman’a has ve O nun gibi dahi, liyakat ehli bir Müctehit’in içtihadıdır. Konunun anlaşılması “Fazilet” kavramının anlamının bilinmesiyle mümkündür.

Düşünce tarihi boyunca fazilet tarif ve sıralamalarında 40 a kadar tadad edilmiş ise de; Temel faziletlerin 4 olduğu, diğer ahlaki erdemlerin tali olduğu genel kabul görmüştür.

Kindi  “Fazilet insana has değerli huy” derken;

Farabi:

İnsan tabiatı itibariyle ne faziletli ne de kötü ahlâklıdır. Gerek faziletler gerekse rezîletler, bunlara uygun fiillerin uzun süre tekrar edilmesi ve alışkanlık halini almasıyla gerçekleşir (Fârâbî, Fuṣûlü’l-medenî, s. 108-109). Şu halde faziletin birinci niteliği iradî oluşudur. Çünkü insanın doğuştan sahip olduğu melekeler fazilet veya kusur sayılamaz (a.e., s. 109-110). Faziletin ikinci niteliği kapsamlı oluşudur. Buna göre yalnız isteyeni için hayırlı olan şeye faydalı denebilirse de faziletli denemez. Fârâbî, “İnsanın başkası için istemediği hiçbir iyilik ahlâkî fazilete dönüşemez”

İbn Sina: (İlmül Ahlak)

Dört temel fazilet  (Hikmet-şeceat-iffet-adalet)  bunlar iki reziletin ortasını teşkil eder.

İbn  Hazm: ( El Ahlak ve’s-Siyer)

“Fazilet ifrat ve tefritin ortasıdır”  diyerek, yaygın anlayışı ifade eder.

Bediüzzaman temel faziletlerin 4 oluşu konusunda genel görüşe katılır.

Bunların(Hikmet-şeceat-iffet-adalet)  oluşunda İbn Sina gibi düşünür. Fakat  “ Kur’an ın Salahatı mutlak bıraktığı”[17] na dikkat çeker. Erkekte fazilet olan bazı şeylerin kadında rezilet olabileceği, yada işyerinde veya evde ciddiyet gibi. Birisi vakar diğeri kibir dir.

Takipçilerinin bir birleri ile münasebetleri, irtibatları konusunda  “Müfridane”  tanım ve tavsiyesi yaygın fazilet anlayışı dışında; özel olarak fazilet olduğu belirlenen hal, ona ait bir içtihattır. Çünki zaman cemaat zamanıdır. Zaruri insanlara faydalı olma gereksinimleri bireysel olarak yapılamayacak kadar çoğalmış, ağırlaşmış, önemli hale gelmiştir. Artık “Şahs-ı Manevi” ler zamanıdır. “İmtizac-ı efkar ile oluşacak Şahs-ı Manevinin”  teşekkülü ise Müfridane İrtibat ile mümkündür.

Öyleyse denilebilir ki: “Nur Talebeleri yüz yüze görüşme hali dahil, zamanın geliştirdiği bütün irtibat ve haberleşme kanallarını, vasıtalarını da kullanarak mümkün olan en sık şekilde irtibat halinde olmalıdırlar.” Bir taraftan şahsi bilgi birikimleri ve liyakat düzeylerini artırırken; “Gaye-i Hayal” deki fikir çeşitlenmelerine vâkıf olup, imtizacın sağlanması yolunda gerekli araştırma ve düşünce üretimlerini yaparak; “Şahs-ı Manevi” yi oluşturacak “Şuralar” da, keyfiyete haiz, tutarlı düşünce ürünü neticeler hasıl edebilsinler.

Sonra bu neticeleri bütün Dünya ölçeğinde insanlığın istifadesine sunabilecek şekil ve vasıtaları geliştirerek neşretsinler. Bunun için gerekli uluslar arası boyutta  metot, yol, yordam, usul, standart, kurum, kuruluş v.s. gibi konularda gerekli bilgi birikimine de sahip olmalı, gerekirse buna özel kurumlar geliştirmelidirler.

Unutmayınız ki “Alem-i İslam” tanımı artık doğudan-batıya, güneyden-kuzeye bütün yeryüzünü kapsamaktadır. ( Rumuz risalesi 1921—s279)[18]

SONUÇ:

“Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisanın dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur.”[19]

(Mektubat – 28.Mektup, 7.Risale, 7.Mesele, 2.İşaret)

“Sual: Sen tâcir misin?

Cevap: Evet, tâcirim, hem de kimyagerim.

Sual: Nasıl?

Cevap: İki madde var, mezc ettiriyorum. Bir tiryak-ı şâfi, bir elektrik-i muzî tevellüd eder.

Sual: Nerede bulunur?

Cevap: Medeniyet ve fazilet çarşısında, cephesinde insan yazılan ve iki ayak üstünde olan sandık içindeki, üstüne kalb yazılan siyah ve pırlanta gibi parlak olan bir kutudadır.

Sual: İsimleri nedir?

Cevap: İman, muhabbet, sadakat, hamiyet.

Ceride-i Seyyare, Ebu Lâşey,

İbnüzzaman, Ehu’l-Acâib,

İbni Ammil-Garâib

Said Nursî

Bediüzzaman”[20]

Hem anne hem baba tarafından Al’i Beyt mensubu, dahi mütefekkir, “Hoca” ya talebe olmaya çalışan insanlar “Marifetin şuaında, imtizaç-ı efkar ile oluşacak şahsı manevi halinde,  himmetlerin gaye-i hayalde temerküz ettirilmesinin önemi”ni unutmamalıdırlar.

KAYNAKÇA:

  1. Bu çalışmada Bediüzzaman Said Nursi  ye ait tüm risale-i Nur külliyatı ana kaynak olarak kullanılmış olup, gerekli atıflar  “The Chicago Manual of Style” normlarına uygun olarak yapılmıştır.
  2. Kavramların tarihi süreç takibi D.İ.B. İslam Ansiklopedisi’nden faydalanılarak yapılmıştır.
  3. Değerli hocam Prof. Dr. Ahmet Akgündüz ‘e   “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmi Şahsiyeti”  6 Ciltlik kaynak eseri için Şükranlarımı sunarım. (İstanbul- Osmanlı Araştırmaları Vakfı—2014)
  4. Hocama  Bediüzzaman Said Nursi’nin hem anne hem baba tarafından Al’i beyt mensubu oluşunun belgelendirilerek, yetkili üç bağımsız kuruluş tarafından tescili konusunda da emek ve gayretlerinden dolayı; Çok geç kalınmış bir “Hakkın yerini bulması”  açısından ayrıca şükranlarımı sunarım.

[1] Makine Mühendisi;  R.N.Enstitüsü sosyal bilimler programı katılımcısı.

[2] Bediüzzaman Said Nursi  İşaratül icaz  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığıy-983- 4. Baskı 2015),  226

[3] B.S.Nursi  Muhakemat (İstanbul, Sözler yay.) 140

[4] B.S.Nursi Tarihçe-i hayat (İstanbul, Sözler yay. Hutbe-i Şamiye), 127

[5] Bediüzzaman Said Nursi- Mektubat  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığı- 2. Baskı 2016),  361

[6] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığı- 2. Baskı 2016),  143

[7] Prof.Dr. Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında B.S.Nursi ve İlmi Şahsiyeti (İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı-2013), Cilt 1, 109

[8] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Münazarat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 515

[9] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Münazarat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 515

[10] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığı- 2. Baskı 2016),  913

[11] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Münazarat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 515

[12] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Sünuhat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 325

[13] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Münazarat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 499

[14] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Rumuz (İstanbul; Söz Yayın.2012), 280

[15] Prof.Dr. Ahmet Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında B.S.Nursi ve İlmi Şahsiyeti (İstanbul: Osmanlı Araştırmaları Vakfı-2014), Cilt 2, 80

[16] Bediüzzaman Said Nursi- Sözler  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığı- 2. Baskı 2016),  260

[17] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Sünuhat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 303

[18] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Rumuz (İstanbul; Söz Yayın.2012), 279

[19] Bediüzzaman Said Nursi- Mektubat  (Ankara-Diyanet İşleri Başkanlığı- 2. Baskı 2016),  475

[20] B.S.Nursi-İlk Dönem Eserleri-Münazarat (İstanbul; Söz Yayın.2012), 517

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum