Risale-i Nur perspektifinden Marifetullah

Risale-i Nur perspektifinden Marifetullah

İnsanın kâinatta yalnız olmadığı ve her şeyin Yaratıcı tarafından geldiğini bilmesi, insan için çok büyük ümit vesilesidir

Marifetullah, insanların asıl yaşama amacı olması gereken küllî bir hakikattir. Yaratılış itibariyle zayıf ve aciz olan insana en büyük dayanak, Allah’ı tanımaya çalışmaktır. Bin bir sıkıntı ve güçlüklerle dolu dünya hayatında bir nebze nefes alıp huzur içinde hayatı idame ettirmenin yegâne yolu Marifetullah’tan geçmektedir. Marifetullah vasıtasıyla insanın kâinatta yalnız olmadığını ve her şeyin Yaratıcı tarafından geldiğini bilmesi, insan için çok büyük ümit ve umut vesilesidir. İnsan fıtratı gereği en küçük bir belirsizliğe bile tahammül edemezken; bu dünya hayatını başıboş, belirsiz olarak görmesi insan için büyük bir buhran ve sıkıntıya sebep olacaktır. Said Nursî, Marifetullah bahsini Risâle-i Nur’da Âyetler ve Hadisler ışığı altında orijinal ifadelerle tanımlamış ve anlatmıştır. Risâle-i Nur perspektifinden Marifetullah hakikati şu şekillerde ifade edilmiştir:

“Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.”1 âyet-i uzmanın sırrıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O'na iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-i zimmeti, marifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.2 Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrâra, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır.3 Bununla beraber, insanlığın kemâlâtının kaynağı, esası, iman-ı billâhtan ve marifetullahtan neş’et eden muhabbetullahtadır.

Hem, insan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üss-ül esası da iman-ı billâhtır.4

Marifetullah; İlâhî masnuâtı ve Kur’ânî hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya İlâhî lütuf ile kalbî inkişaf ve basirete sahip olmaktır, esma-ı İlahiyeyi tanımak, İlâhî hakikatlere vukufiyet kazanmaktır.5

Cenâb-ı Hak, İlâhî kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim’de marifetullahı bedihî olarak ortaya koymuştur. Şu kâinat semasının, gurubu olmayan manevî güneşi Kur’ân-ı Kerim; şu mevcudat kitab-ı kebîrinin âyât-ı tekviniyesini okutturmak, mahiyetini göstermek için şuâları hükmünde olan envârını neşrediyor. Beşerin aklını tenvir ile sırat-ı müstakîmi gösteriyor.

Beşeriyet âleminde her ferd; hilkatindeki maksadlar ve fıtratındaki arzular ve istikametindeki gayesini, o hidayet güneşinin nuru ile görür ve bilir. O hidayet nurunun tecellisine mazhar olanlar; kalb kabiliyeti nisbetinde ona âyinedarlık ederek yakınlık kesbeder. Eşya ve hayatın mahiyeti; o nur ile tezahür ederek ancak o nur ile görünür, anlaşılır ve bilinir. Ezelî Güneş’in manevî hidayet nurlarını temsil eden Kur’ân-ı Kerim, akıl ve kalb gözüyle hak ve hakikatı görmeyi temin eder. Onun nurundan uzakta kalanlar zulmette kalırlar. Zira her şey nur ile görünür, anlaşılır ve bilinir. İşte şu hakikatın manevî ve sermedî güneşi olan Kur’ân-ı Kerim’in nur tecellisine bu asrımızda Nur ismiyle müsemma olan Risâle-i Nur’un şahs-ı manevîsi mazhar olmuştur.6

Evet, bütün ben-î Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nurânî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye dâvet eden, ders veren Kur’ân7; Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir. ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku’ emriyle Allah Resûlüne (asm) ve onun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler kat etme emri verilmiştir. Biz bu emirdeki Rab isminden ders alarak, öncelikle kendimizde tecelli eden İlâhî terbiyeyi okuruz, okudukça O’nun rububiyetine marifetimiz artar.8

Marifet uçsuz bucaksız bir sema, sonu gelmez bir yolculuktur. Bir kul, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, önünde yine sonsuz bir mesafe vardır. Peygamber Efendimiz (asm), mi'rac mu'cizesiyle marifetullahın ulvî mertebelerini temâşâ ettikten sonra pak lisanından şu cümleler dökülmüştür: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (senin lütfunla eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanıyamadım, bilemedim.” Bir Hadis-i Kutsi de bu manayı şöyle ders vermektedir: “Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir.”  9

Hem bu cismanî âlem-i şehadeti, bu kadar zînetli ve san’atlı hadsiz masnu’larıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli hesabsız eserleriyle gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zahir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren Zâtı 10, ancak iman-ı billahın, marifetullahın derecelerine ulaşarak temaşa edebiliriz.

Evet, marifetullahın dahi kendi içerisinde dereceleri vardır. Öyle ki, ‘imanın bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misâlî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları’ 11 var. Bununla beraber ‘binbir esma-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatlarıyla alâkadar çok hakikatları var ki: ‘Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir’ diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.

Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîndır ki, pek çok mertebeleri vardır. Belki esma-i İlâhiye adedince, bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek dereceleri bulunmaktadır. Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri vardır. Böyle imanlı zâtlara şübehat orduları hücum da etse, bir halt edemezler. Ve ulema-i İlm-i Kelâm’ın binler cild kitabları, akla ve mantığa istinaden te’lif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişlerdir. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişlerdir. Fakat Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye; o ulema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. Risâle-i Nur da, o ‘câmi’ ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir etmiştir.’ 12

MARİFETULLAH’A ULAŞTIRACAK HAKİKAT YOLU

Şu cadde-i kübra-i Kur’âniye’de Cenâb-ı Hakk’a vasıl olacak, marifetullaha ulaştıracak hak tarîkler pek çoktur. Fakat tarîkatların bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetlidir. O tarîkler içinde, Üstadımızın Kur’ân’dan istifade ettiği “Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” yoludur. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu yolun diğer yollardan farkını şöyle ifade etmektir: Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, “Letâif-i Aşere” gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriye gibi “Nüfus-u Seb’a” yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki “Dört Hatve”den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır. 13

Hakikat mesleği olan yol, en geniş yoldur. “Cadde-i kübra sahabe ve tabiîn ve asfiyanın caddesidir.” diyen Üstad Bediüzzaman, bu mesleğin özelliğini şöyle anlatmıştır: “Sahabelerin velayeti, velâyet-i kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikine uğramayarak, doğrudan doğruya zahirden hakikate geçip mânen Allah’ın kuluna olan yakınlığının inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyetleri çoktur. Keşif ve kerâmet orada az görülür. Sahabeler nübüvvet sohbetinin aksetmesiyle ve cezbesiyle ve iksiriyle tarikatlerdeki seyr ü sülûkun azim dairesinin mertebelerini geçmesine mecbur değillerdir. Bir kademde ve bir sohbette zahirden hakikate geçebilmektedirler.” 14

İman hakikatlerinin inkişafını gaye edinen, marifetullah ve muhabetullaha ulaşmayı hedef alan tarikatler ise; terakkiyat için, kalben seyr-i sülûkla, ruhen mücadeleyle ve manen terakki etmekle insan-ı kâmil olma yoluna giderler. İmam-ı Rabbânî, tarikatte ilerlerken yaşanan hallerin, rıza makamına ulaşmak ve ihlâsı elde etmek için birer vasıta olduğunu söyler. 15

Bunun gibi, Allah’a giden yolların her birinin Kur’ân ve sünnetten delillere dayanarak kendilerine has prensipleri, nefsi ıslâh ve ruhu terakkî ettirecek basamak ve mertebeleri vardır. Bu yollardan bazıları çok uzun, bazıları çok kısadır. Uzun yolların insanların duyguları üzerinde birtakım olumsuz etkileri de vardır. Bunlar; aldıkları ruhî ve kalbî zevklerin tesiri ile velâyeti peygamberliğe, tarikatlarına mensup birtakım evliyayı sahabeye, tarikat virdini Sünnet-i Seniyyeye, kerâmet ve zevkleri hizmet, ibadet ve evrada, şatahat, naz ve insanların teveccühünü şükre, niyaza ve insanların teveccühünden kaçınmaya tercih etmek, ilhamı vahiy zannetmek ve vartalara düşülmesi gibi durumlar gerçekleşebilmektedir. Bu sebeple Bediüzzaman hak ve hakikat mesleğini, Kur’ân’dan çıkardığı dört temel esas üzerine bina etmiştir ki bunlar Kur’ân’ın Tevhid, haşir, nübüvvet, adalet ve ibadet olan dört ana maksadına da uygun düşmektedir.

Dipnotlar:
1- Zâriyat Sûresi: 56.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, (2005) s. 166.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Asa-yı Musa, Yeni Asya Neşriyat, s. 217.
4- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 286.
5- Yeğin, A. Lügat, Hizmet Vakfı Yayınları.
6- Bediüzzaman Said Nursî, Asay-ı Musa, Yeni Asya Neşriyat.
7- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 375.
8- Başar, A. Kelimeler ve Cümleler, Zafer Yayınları.
9- Başar, A. Kelimeler ve Cümleler, Zafer Yayınları.
10- Bediüzzaman Said Nursî, Ayetü’l Kübra, Yeni Asya Neşriyat, s. 51.
11- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat.
12- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat.
13- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 439.
14- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat.
15- Döğen, Şaban, Risâle-i Nur ve Tarikat, Yeni Asya Neşriyat.

Risale-i Nur Enstitüsü

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.