Risale-i Nur Lûgatinden bir kavram: Meşiet-i İlâhiye
Meşiet-i İlâhiye ne demek? Meşiet-i İlâhiye ifadesinin anlamı nedir? Risale-i Nur Lûgatından Meşiet-i İlâhiye kelimesinin sözlük anlamı nedir?
Meşiet-i İlâhiye, “Allah’ın dilemesi, irade etmesi” anlamına gelmektedir.
Bu dünyada ahiret namına bir imtihan geçiren insanoğluna, bir cüz’î irade ve hürriyet verilmiş. Bu iradenin serbest bırakılması sayesinde, insan dilediği şeyi tercih eder, arzu ettiği yoldan gider, istediği inanca bağlanır, beğendiği mesleği seçer. Bütün bunlarda, “insan fail-i muhtardır.” Yani, ihtiyar ettiği, seçtiği şeyi yapma, istediği fiili icra etme imkânına sahiptir. Zaten böyle olmasa, insanın imtihan olması nasıl gerçekleşecektir?
Bununla birlikte, insanın her dilediği şeyin tahakkuk etmediği de ayrı bir gerçektir. Her gün üzülerek dinlediğimiz trafik kazaları bunun en açık göstergesidir. Kaza yapan bir otobüsteki bütün yolcular, otobüse kendi iradeleriyle binmişler ve birtakım işler görmek üzere bir şehre doğru yönelmişlerdir. Lakin ayet-i kerimenin hükmü icra edilmiş ve Allah dilemediği için o işlerin hiçbiri yapılamamış ve o yolcular kendi diledikleri şehre değil, Allah’ın dilediği kabir âlemine göçmüşlerdir.
Bir iş adamının istediği kazancı elde edemeyişinden, bir öğrencinin dilediği fakülteye kayıt yaptıramayışına kadar günlük hayatımızda o kadar çok olay cereyan eder ki, bunların tamamında kullar kendi iradelerini kullanmışlar ve bir sonuca yönelmişlerdir; ancak İlâhî irade başka türlü tecelli etmiş, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ifadesiyle; “Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri” vermiştir.
Bu İlâhî hakikat, kulun cüz’î iradesinin, hâdiselerin gerçekleşmesinde tek ve yeterli sebep olmadığına dikkat çeker ve insanları daima Allah’a sığınmaya, O’ndan yardım dilemeye sevk eder.
Bu gerçeği yanlış değerlendirerek, kulun hidayete erme konusunda hiçbir rolü olmadığını sanmak ve bu ayeti, Cebriyecilerin anladığı mânada, iman ve hidayeti engelleyici bir unsur olarak kabul etmek çok yanlış olur.
RİSALE-İ NUR'DA MEŞİET-İ İLÂHİYE KELİMESİ
"İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de, fakat وَمَا تَشَۤاؤُنَ اِلاَّۤ اَنْ يَشَۤاءَ اللهُ ("Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi dileyemezsiniz." İnsan Sûresi, 76:30.) sırrınca, meşiet-i İlâhiye asıldır, kader hâkimdir. Meşiet-i İlâhiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir, اِذَا جَۤاءَ الْقَدَرُ عَمِىَ الْبَصَرُ ("Kader gelince göz kör olur." Hadis-i Şerif) hükmünü icra eder. Kader söylese, iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz'î susar." (Mektubat)
***
Hazret-i İmam-ı Cafer-i Sadık, pederleri İmam-ı Muhammedü'l-Bâkır'dan, o da pederi İmam-ı Zeynelabidin'den, o dahi İmam-ı Ali'den nakleder ki:
Fatımatü'z-Zehrâ, yalnız ikisine kâfi gelecek bir yemek pişirdi. Sonra Ali'yi gönderdi, tâ Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm gelsin, beraber yesinler. Teşrif etti ve emretti ki, o yemekten herbir ezvâcına birer kâse gönderildi. Sonra kendine, hem Ali'ye, hem Fatıma ve evlâtlarına birer kâse ayrıldıktan sonra, Hazret-i Fatıma der: "Tenceremizi kaldırdık; daha dolu olup taşıyordu. Meşiet-i İlâhiye ile, hayli zaman o yemekten yedik."
Acaba niçin bu nuranî, yüksek silsile-i rivayetten gelen şu mu'cize-i berekete, gözünle görmüş gibi inanmıyorsun? Evet, buna karşı şeytan dahi bahane bulamaz. (Mektubat, 19. Mektup)
***
﴾ وَلَوْ شَۤاءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ ("Eğer Allah dileseydi, onların işitme ve görme özelliklerini giderirdi." Bakara Sûresi, 2:20.) ﴿ Bu cümledeki kelimelerin işaretlerine gelince:
Evvelki cümlelerde gözlerini kör, kulaklarını sağır etmek şânında olan esbap zikredildikten sonra, bu cümlede müsebbebatı, meşiet-i İlâhiye ile bağlar.
Sonra, evvelki cümlelere atfeden و harfi, esbabın perdesi altında tasarruf eden ve bütün esbap ve illetler üzerinde murakebe eden bu kudretin, ancak nazar-ı hikmet olduğuna işarettir.
لَوْ (Şayet) Bu kelimenin tazammun ettiği kıyas-ı istisnaî şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlâhiyenin olmaması; zehab-ı sem' ve basarın olmamasına illettir. Zehab-ı sem' ve basarın olmaması da meşietinin olmadığını bildirmeye bir delil ve bir illettir. Ve keza meşiet-i İlâhiyeden mâadâ bütün esbap tekemmül etmiş de olsa, ancak meşiet-i İlâhiyenin taallûkuyla göz ve kulaklarının işi bitmiş olacağına işarettir. (İşaratü'l-İ'caz)
***
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰي مِنْ فُطُورٍ ("Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun?" Mülk Sûresi, 67:3.) Nazarını âleme gezdir. Hangi yerinde noksaniyeti görebilirsin? Kellâ, gören görmez—meğer kör ola veya kasr-ı nazar illetiyle müptelâ ola. İstersen Kur'ân'a müracaat et. Delil-i inayeti vücuh-u mümkinenin en ekmel vechiyle bulacaksın. Zira Kur'ân, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevâidi tezkâr ve nimetleri tâdad eder. İşte o âyât, şu burhan-ı inayete mezahirdir. İcmali budur, tut. Tafsili ise, eğer meşiet-i İlâhiye taallûk ederse, âyât-ı âfâkiye ve enfüsiyeyi tefsir tarikinde, sema ve beşer ve arzın ilimlerine ma'kud olan kütüb-ü selâsede tefsir edilecektir. O vakit şu burhan tamam-ı suretiyle sana görünecektir. (Muhakemat)
***
كُلِّ edatından anlaşılır ki, esbabın bütün eserleri ve hâsıl-ı bilmasdar denilen ef'âl-i ihtiyariyeye terettüp eden eserler, tamamen kudrete bağlıdır. Mevcuda ve mevcudata, şey ve eşya denilmesi meşiet-i ilâhiyenin taallûkundan neş'et ettiğine nazaran شَىْءٍ tabirinden anlaşılır ki, eşya vücuda geldikten sonra da Saniden alâkası kesilmez. Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için daima Sanie muhtaçtırlar. (İşaratü'l-İ'caz)
***
İşte, meşiet-i İlâhiye ile vücuda gelen işlerde, "inşaallah, inşaallah" yerinde, bilerek "tabiî, tabiî" demek ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et. (Mektubat, 20. Mektup)
***
﴾ وَلَوْ شَۤاءَ اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ ("Eğer Allah dileseydi, onların kulakları sağır, gözlerini kör ederdi." Bakara Sûresi, 2:20.) ﴿ cümlesiyle, "Onların ölümle azaptan ve ıztıraptan kurtulmaya istihkakları yoktur, bunun için meşiet-i İlâhiye onların ölümüne taallûk etmemiştir. Taallûk etseydi, gözlerini kör, kulaklarını sağır etmeye taallûk ederdi. Buna da taallûk etmiyor. Çünkü kanun-u İlâhîden hariç kalan bu gibi bedbahtların gözleri, kulakları daima sağ kalsın ki, azapları işitmekten ve akrepleri görmekten zevk alsınlar, yani titresinler" diye sâmie cevap vermiştir. (Muhakemat)
***
Madem bu yarı burhanın üç hakikati böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür ki, nev-i beşer, şekâvetiyle bu kadar fenlerin şehadetini cerh edip, bu istikrâ-i tâmmeyi kırıp, meşiet-i İlâhiyeye ve kâinatı içine alan hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüd edip, şimdiye kadar ekseriyetle yaptığı gibi, o zâlimâne vahşetinde ve mütemerridâne küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebilsin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür? (Hutbe-i Şamiye)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.