Risale-i Nur, küllî bir tahribatı ve bir muhît kal’ayı tamir ediyor

Risale-i Nur, küllî bir tahribatı ve bir muhît kal’ayı tamir ediyor

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

İhtar

Bu risalenin mahall-i zuhuru olan şu memleket muhitinde Risaletü’n-Nur’un sair risaleleri bulunmadığından ve ihtiyarsız olarak burada telif edildiğinden, Âyetü’l-Kübrâ gibi risalelerde, zâhirî bir tekrar suretinde başka Sözlerin ve Lem’aların bir kısım mühim meseleleri zikredilmiş ve buralardaki şâkirtlere nisbeten herbiri birer küçük Risaletü’n-Nur hükmüne geçmek hikmetiyle böyle yazdırılmış.

Bu müsveddenin birinci tebyizi bir mübarek zât tarafından oldu. O zâtın tevafuktan haberi yokken yazdığı nüshada, kayda lâyık şöyle lâtif ve mânidar bir tevâfuk gördük ki: O nüshanın satırları başında elif ( ا )’ler altı yüz altmış altı (666) olarak yazılmıştır. Bu hâl ise, Hazret-i İmam-ı Ali (radıyallahu anh) tarafından bu hususî risaleye verilen Âyetü’l-Kübrâ namının cifrî ve ebcedî makamı olan altı yüz altmış altı (666) adedine tam tamına muvafakatı ve mutabakatı ile, bu risalenin bu nâma liyakatını gösterir. Hem âyât-ı Kur’âniyenin adedi olan altın bin altı yüz altmış altı (6666)’nın dört mertebesinden üç mertebesine tevafuku dahi, bu risalenin, âyâtın bir lem’ası olduğuna bir işarettir diye telâkki ettik.

***

Bugünlerde, mânevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan edeyim:

Biri dedi: “Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?”

Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhît kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor. Belki, bin seneden beri tedarik ve terâküm edilen müfsid âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeâirlerin kırılmasıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’ân’ın i’câzıyla ve geniş yaralarını Kur’ân’ın ve imanın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın i’câz-ı mânevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum...

Bediüzzaman Said Nursi
Asa-yı Musa