Risale-i Nur ekseninde dahili cihad meselesi

Değerli dostlar! Son asırda çok tartışılan konulardan biride dahilde cihad meselesidir. Biz bu yazımızda Risale-i Nurlar ekseninde konuyu sizinle müzakere etmek istiyoruz. Evvela şunu belirtelim ki Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi nin Kur’an eczanesinden alıp yazdığı reçete olan Risale-i Nur’daki hakikatler sadece Türkiye için değil, tüm İslam ve insanlık alemi için geçerlidir. Çünkü kanaatimce Üstadımız Mehdiyi azamdır. Üstad ve Risale-i Nurların vazifesinin büyüklüğünden dolayı “hariçte bazı yerde bir milyon gençler ‘Müsalemet-i umumiyeyi temin edecek Risale-i Nurdur’ demişler.”[1]

Üstad, dahilde meydana gelecek çatışmaların büyük zulümlere sebep olacağını da şu sözlerle dile getirir: “Müslümanlar içinde tarafgirâne cereyanlar yüzünden, böyle mâsumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad, dinî de olsa, kâfirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi malikiyetine dahil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez, hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o mâsumlar, İslâmiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil, belki İslâmiyetle ve cemaat-i İslâmiye ile bağlıdır. Fakat, kâfirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi ve alâkadar olmasından, cihad harbinde o mâsumlar memlûk ve esir olabilirler.”[2]

Üstadın bu konuda ne kadar haklı olduğunu dahili muharebelerin şuan sürmekte olduğu Suriye, Irak, Afganistan vb. İslam ülkelerinin yaşadığı durumdan anlıyoruz. Yine Üstadımız dahili cihad’ın caiz olmadığını vefatından önce önemli talebelerini çağırarak verdiği son derste de şu sözlerle belirtmektedir: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, Menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. “Vela teziru vaziretün vizra uhra” düsturu ile-ki "Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz"-işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."

Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, "Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir" deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım.

Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.”[3]

Değerli dostlar! Ülkemiz de meydana gelen dahili hadiselerden dolayı yapılan ihtilal yüzünden Risale-i Nur’da “yüz bin adamın kesildiğini”[4] okuyoruz. Eğer Üstad dinlenilseydi bu katliamlar olmayabilirdi.  Velhasıl yukarıda aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi Üstad, dahilde menfi hareketlere velev ki din adına da olsa asla cevaz vermemiş daima “sulhu umumi, müsalemet-i umumiye” tavsiyelerinde bulunmuş. Eğer bizlerde Alem-i İslamın sulh, selamet ve uhuvvetini istiyorsak Üstadımıza kulak vermeli dahilde silahlı mücadeleye teşebbüs eden kim olursa olsun engel olmaya çalışmalıyız. Bu kaide hem kendi memleketimiz hem de diğer İslam memleketleri için geçerlidir.

Başka bir yazıda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun.

 


[1] . Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2007, sh. 864

[2] . Emirdağ Lahikası, sh. 83-84

[3] . Emirdağ Lahikası, sh. 870-872

[4] . Emirdağ Lahikası, sh. 39

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum