Rahmet ve Merhamet Kavramı

Merhamet, rahmet ve rahim aynı kökten gelen kelimelerdir. Bu kökün manası ise, yumuşaklık demektir. Daha sonra bu kelime kalb yumuşaklığı manasında kullanılmış ve bu yumuşaklığın sonucu olarak yapılan iyiliğe rahmet ve merhamet denilmiştir. Kadınların rahmine bu ismin verilmesi bu münasebettendir. Çok ilginçtir ki doğurganlığı sağlayan da bu yumuşaklıktır.[1]

Evet, insan kalb yumuşaklığının sonucu olarak iyilik yapar. Bazen de iyilik yapmak ister; fakat yapamaz. İşte eğer bu kalb yumuşaklığı fazlalaşırsa veya kişi o yumuşamanın gereği olan iyiliği yapamazsa kalbi acı çeker. Onun için merhamet kelimesi, Türkçede genellikle acımak diye çevrilir.

Allah’ın özel isminden başka binbir ismi daha var. Bu isimlerin başında Rahman ve Rahim kelimeleri gelir. Bu iki kelime, rahmet kökünden türemiş iki sıfat isimlerdir. Fakat bunlar Allah için mecazen kullanılır.[2] Çünkü Allah maddi olmadığından onun için kalb tasavvur etmek yanlış olur. Mecazen kullanılır, demenin manası ise şudur:

Kalbi yumuşadığında hiçbir karşılık beklemeden insan iyilik yaptığı gibi; hiçbir şeye muhtaç olmayan, hiçbir eksikliği bulunmayan Allah da iki şekilde iyilik yapar. Biri umumi ve yasal olarak; diğeri de özel inayet ve ilgi ile bir nesneyi özel olarak yaratması veya bir yaratığı ile özel olarak ilgilenmesi; ona lütufta bulunmasıdır. Birincisine Rahmaniyet denilir; ikincisine Rahimiyet denilir. Demek en yüce makam, önce soyut âlem; sonra yasal ve düzenli varlık âlemi; sonra özel ve bireysel bilinçli durumlardır.

Yani Allah’ın bu iki şekilde iyilik yapması ve iki şekilde yaratmada bulunması, güçlünün zayıfa, ananın evladına yaptığı iyiliğe benzetilmiştir. Ve bu iki kelime Allah için mecazen kullanılmıştır. Çünkü insanın merhamet etmesinde de, Allah’ın rahmet etmesinde de tenezzül ve karşı tarafın seviyesine iniş vardır. Her iki iyilik de karşılıksızdır ve saf kemalatın yansımasıdır. Karşılıksız ve saf kemalatın sonucu olduğundan sorgulanmaz.. “Neden bana iyilik yapıldı?” diye soru sorulmaz.

Evet, Allah sonsuz, soyut ve aşkın varlık olduğundan; sınırlı bir alanda somut bir varlık seviyesine inmek demek olan yaratması veya özel bir kişi ile ilgilenmesi, onun için bir tenezzüldür; bir çeşit aşağıya iniştir. Ve Allah’ın bu tenezzül ve inişi, iki şekilde gerçekleşir:

Biri, bütün zıtları birbiriyle çarpıştırarak yasal ve düzenli olarak bütün kâinatı yaratmasıdır. Kâinatı sonsuz bir bilinç, ilim ve yazılım programları ile yönetmesidir. İkincisi ise, sevdiği bir kulu ile özel olarak ilgilenmesi veya bir takım mucize ve kerametleri yaratmasıdır. Birinci kısım tenezzüle Rahman ismi bakar. Rahman mübalağa kipidir; çünkü sonsuz, düzenli ve bilinçli yaratışı ifade eder. Bu tarz yaradılış daimi olduğundan Kur’anda Rahman ismi de Allah ismi gibi özel isim sayılmıştır.[3] Evet, vahiy dediğimiz tarihî, sosyal ve psikolojik gerçeklik kâinatın logos, bilinç ve mantığı demek olan bu Rahmaniyet kavramı ile ifade edilir. Onun için Kur’anın vahiy edilişi, daima Rahman ismine isnat edilir. (Mesela 55/1-5)Fakat sonsuz bir bilinç demek olan ve fiziğiyle-metafiziğiyle bütün kâinatı ilgilendiren vahyin, hiçbir eğitim görmeyen ve çaresiz bir çevrede yetişen Hz. Muhammed’e verilmesi, özel İlahî bir inayet ve ikramdır; Rahim ismine dayanır.

Demek Kur’anın başında ve bir rivayette her surenin başında Besmelenin gelmesi ve Allah isminden sonra Rahman ve Rahim isimlerinin zikredilmesi, bu derin, ince ve parlak meselenin ifadesidir.

Diyalektik ortam içinde gerçekleşen yaratma işi, çok manaları içerdiğinden ve çok uzun süreç gerektirdiğinden çok sabır ister.. Ve bu süreçteki hikmetleri anlamak için büyük bir imtihanda olduğumuzun bilincinde olmamız gerek. Çok ilginçtir ki; bu sürecin ifadesi olan Rahman isminin sayısal değeri 298’dir. Çok sabreden manasında olan Sabur isminin de sayısal değeri 298’dir. Bu sayı ise, diyalektik yapının ve onun sonucunda ortaya çıkan cehennem gibi sıcak imtihan ortamının sembolüdür. Biraz sonra gelecek olan Besmele ile ilgili notlara dikkat edin.

14. Lem’ada özet olarak; yaratmak demek rahmet demektir. Rahmet demek yaratmak demektir; bu sonsuz uzayı varlık ile şenlendiren rahmettir, insanlığı binbir duygu ile donatan, sosyal hayatı Hz. Muhammed ile şenlendiren rahmettir, deniliyor. Evet, varlık, varoluş ve yaratmak saf hayır ve rahmettir.

Bu risalede Üstad Bediüzzaman, varlığı adeta İbn Arabî gibi anlamıştır. Çünkü İbn Arabi’ye göre; somut varlıklar Allah’ın isimleridir; bizim bu kullandığımız Rahman ve Rahim gibi isimler ise isimlerin ismidirler.. Nitekim Bediüzzaman “Bu risale, akıl ve fikirden ziyade, kalb ve hisse bakar” diyor. 14. Lem’anın bu 2. Makamının tasavvufi bir risale olduğunu dile getiriyor. Bununla beraber diğer risalelerinde kelam âlimleri gibi; Allah’ın isimlerini soyut yetkinlikler olarak izah ediyor. Kâinat ve içindeki her şey o yetkinliklerin tecellisidir; diyor. Evet, isim terim olarak yetkinlik manasına gelir; normal kelime manası ise, somutlaşan ve görünen nokta ve işaret manasına gelir.

Ve bununla beraber, diğer kelam âlimlerinden farklı düşünüp; sevmek, lezzet almak, faaliyet isteği gibi yetkinlikten kaynaklanan bütün beşeri nitelikler, aşkın ve mukaddes olarak Allah’ta var, diyor. Allah’ın salt ve duygusuz bir varlık olarak algılanmasına karşı çıkıyor. Mesela:

Merhamet ve rahmet manasında kullanılan şefkat, genelde sadece insan için kullanılmıştır. Çünkü şefkat duyan kişi, şefkatinin gereğini yapamadığı zaman onun beyninde şafak atar; kalbinde yangın çıkar. Evet, Bediüzzaman kutsal ve aşkın bir manada bu kelimeyi de; lezzet, sevinç (sürur,) gazap gibi kelimeleri de Allah için kullanıyor. (24. Mektuba bakılabilir.)

Çünkü insan ruh, mana ve duyular olarak İlahî isim ve manaların bir hulasasıdır. Allah’ta var olan bütün manalar, insanda da küçük numunecikler olarak vardır. Bu hakikat bir hadisin bir versiyonunda şöylece ifade edilmiştir: Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.[4] (Bakın; insanı kendi suretinde yarattı) denmiyor.

Bu hadisin başka bir versiyonunda ise: Allah insanı kendi suretinde yarattı, şeklinde ifade ediliyor. Bu ikinci versiyonda somut boyuta bakan Rahman ismi yerine, soyut boyut ifadesi olan Allah ismi zikredilmiştir. Bu da Tevratın Tekvin kitabında şöylece izah ediliyor: İnsanoğlu iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edince (soyut değerleri öğrenip, her şeyin mahiyetini anlayınca) Allah (ve melekleri,) bu (insan) artık bizden biri gibi oldu, dediler. (Tekvin, 2/22)

Demek iki versiyon da doğrudur. Çünkü Rahman ismi somut duyulara bakar, Allah ismi ise soyut ve sonsuz boyuta işaret eder.

Evet, insan sonlu ve somut bir varlık olmakla beraber, düşünce ve ihtiyaçları itibarı ile adeta sonsuzdur. Rahmaniyetten ziyade Rahman ve Allah boyutları arasında bir geçit olan Rahimiyet demek olan İlahî özel ilgi ile yaşar; Allah’ın bir dostu ve sevgilisi olur. İbrahim kavramı bu özel ilgi ve desteği hak edip; yüksek seviyede ortayolu ve kaliteyi tutturduğundan ona Halilur-Rahman denilir. Nitekim Rahim kelimesi 258 ettiği gibi, İbrahim kelimesi de 258 ediyor.

Evet, Hz. İbrahim hilim, şefkat ve rahmet kıvılcımıyla nefsin dar alanından çıkıp sonsuzluğa yöneldi. Geniş dairedeki bütün zıtları orta yolda birleştirip ilmî bir metod ile bütün insanlık için kalite ve medeniyete giden bir yol açtı. Onun bu yolunun ve dininin ismi haniftir. Hanifiyet farklı zıtları tevhid ve birlik potasında birleştirip gerçekçi, ilmî ve kaliteli bir hayatı gerçekleştirmek demektir. İbrahim burada evrensel bir kavram olarak kullanılmıştır. Nitekim İbrahim kelimesinin etimolojisi sağlamlık ve kaliteli olmak demektir. Çünkü İbrahimin ilk ismi İbramdır. Buda kalite ve sağlamlık demektir.

Evet, o Rahimiyet bağlamı ile zıtları birleştirdi, önce Halilurrahman oldu; sonra sonsuz soyut birliği yakalayınca yani zıtlar mertebesini aşınca Halilullah oldu.[5] Demek gerçek şefkat ve merhamet bu iki yönlü bütüncüllüktedir. Demek tek taraflı veya dar bir alanda yansıyan şefkat ve merhamet, şefkat ve merhamet değildir; olsa olsa bir maraz ve hastalıktır.

Hz. Muhammed, Hz. İbrahimin yolunda gittiğinden; yani onun gibi; bütün zıtları sırat-ı müstakimde birleştirdiğinden ona Rahmeten Lil-âlemin[6] denilmiştir. Ve İlahî rahmete daha çok mazhar olsun, diye ona salâvat getirilir. Hz. Muhammedin rahmet oluşu hakkında yukarıda adı geçen 14. Lem’anın 2. Makamını okuyabilirsiniz.

Halk arasında rahmet ile karıştırılan hürmet kökünün birinci manası ise, saygı duymak demektir. Bu kelime aynı zamanda yasak manasına gelir. Çünkü yasakların çiğnenmemesi için yasağı koyana karşı saygı duyulur. Kabenin etrafındaki bölgeye de Harem denilir; çünkü orada canlı öldürmek ve birçok mesele daha yasaktır. İnsanın haremi demek ise, başkasına açılması, günah olan aile ortamı ve eşi demektir.

Hulasa: Rahmet yukarıdan aşağıya iner; hürmet ise aşağıdan yukarıya çıkar.

Besmelenin Tefsiri:

Evrensel vahiy dışında insanın metafizik duyularına dayalı oluşan bütün yol ve metotlar, sınırlı ve lokal olarak düşünürler ve lokal olmaya mahkumdurlar. Lokal düşündükleri için sonsuz olan gerçeği görmek uğruna dünya ve ahireti, ruh ve bedeni, bilim ve inancı ve Allah’ın iki eli sayılan diğer zıtları birbirinden ayırmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla onların hayatı, varlığın tümünü kuşatamaz; kuşatıcı ve canlı olamazlar.

Kur’an ve Peygamber yolu ise, bütüncül olduğundan ve zıtları barıştırdığından o yolda sonsuzluğu ve realiteyi görmek çok kolay ve herkese nasip olabilir. Ayrıca Tasavvuf, olağanüstü bir eğitim gerektirdiğinden çok az insana nasip olabilir. Bu yolda yetişenler dahi Sahabeler kadar gerçeği göremiyorlar. Onun için en küçük (fakat gerçekten sahabe olan) sahabe en büyük veliden daha büyüktür, diye ümmet kabul etmiştir. (27. Söz ve Eki)

Kur’an ve İslam, madde ve hayat içinde ruhu gösteriyor. Dolayısıyla ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü ispatlamaya gerek kalmıyor. Ve bu yolda bütünlük ve gerçeklik olduğundan insanın geçim için yaptığı kavgalar bile, camide yaptığı itikâftan daha sevaplı olur.

İslam’da ilim kaynağı, 5 duyu verileri ve icmadır; yani bilimsel gerçeklik, ihtisas ehlinin genel kanaati ve beş duyunun tesbit ettiği mucizelerdir. Metafizik keşif ve kerametlerin ölçüsü ise, tutturulamadığından onlar epistemolojik kaynak olarak kabul edilmiyorlar. Onun için Sahabe yolunda keramet az olur. Kur’anda ise sonsuz mucizelikler denilebilecek bilimsel veriler var. Demek keramet, bilimsel veri ve mucize seviyesinde olamayacağı gibi, sofiler de Sahabe seviyesinde olamıyorlar.

Hayatımızın maddi-manevî bütün ihtiyaçları Kur’anda mevcuttur. Dolayısıyla dışarıda çare aramak yanlıştır. Kur’an Fatiha’dadır. Fatiha da besmelededir. Besmele de şu demektir:

a) Bismi.. Bi ile demektir. Yani Müslüman kişi, her şeyi Allah’tan bilmekle beraber, her şeyin bir sebebi olduğunu ve kendisinin bu sebebe başvurması gerektiğini bildirir.

b) İsim, belirlenen, adı konulan, sınırı çizilen varlık ve hakikat demektir. Bu manada somut-soyut her şey Allah’ın bir ismidir. Dolayısıyla varlığın bazı kısımlarından uzaklaşmak ve onları mutlak kötü görmek yanlış olur. Kur’an, bizim sonsuzluk ve tevhid içerisinde o kötü kabul edilen şeyleri çalıştırmamızı ve onları birleştirip barıştırmamızı yani Müslüman olmamızı emrediyor. Be nedenselliği, isim de bilimselliği bildirir. İslam kavramının sözlük ve ıstılahi manası ise, barıştırmak demektir.

c) Allah.. Yani soyut bütün değer ve maneviyat; bizim öz varlığımız ve dayanağımız. Bu varlık boyutu, ölümsüz ve sonsuz olduğu için, bu noktaya dayanan kişi hayatında ne korkar ne de üzülür. (Bakara, 62)

d) Rahman.. Yani Allah ile ifade edilen bütün değerlerin sonsuz örneklerle somutlaşması; yani kâinat; yani somut olan her şey.. Onun için Kur’an çoğu yerde insanı Rahman’a yönlendiriyor. Evet, kâinat diyalektik yapıya dayanır. Yani kâinattaki bütün yasalar ve kurallar Rahmaniyetin iki eli gibidir. Bunlar asla kötü değildir. Sadece gelişmek ve üretmek için bir miktar sıcak ortam oluşturur. Bu fırına dayanmak için dahi sabır tavsiye edilir. Ki dinde sabır imanın yarısı kabul edilir. Rahman kelimesi 298 eder. Sabur kelimesi de 298 eder. Ki, esma-i hüsna hadisinde Sabur Allah’ın en son ismi olarak rivayet edilmiştir.

e) Rahim.. Yani ilahî ekstra rahmet, inayet ve şefkat… Yani insan bu maddi hayat ve düşünce serüveninde yani Rahmaniyet fırınında çok pişerse veya zor durumda kalırsa, bu sefer Rahimiyetin ekstra tecellilerine ve esintilerine mazhar olmak için; yalvarır, yakarır, dua eder, keşif-keramet arar. Yasalar üstü bir tecelli bekler. İşte tasavvuf hakikati bu beş realiteden sadece Rahimiyet tecellisinin bir kısmıdır. Ki Kur’anda bu boyut dahi vardır. Yani Kur’an Allah’ın yasalarına dayanır. Allah’ın yasalarının yaşanmasını tavsiye eder ve insanın kendi akıl ve yetenekleriyle bunu bilmesinin gerekliliğini bildirir. Fakat vahiy ve özel inayetlerle insanlığa ekstra bir destek olduğunu söyler. Ki konusu vahiy olan Meryem suresi Rahmaniyet çerçevesi içinde vahiyler tarzında gelen İlahî ekstra şefkat ve inayetleri anlatıyor. 19. sure oluşuyla 19 harflik Besmelenin bir tefsiri oluyor.

Hülasa: İslam, Kur’an ve Hz. Muhammed’in yaşam biçimi, bu dokuz madde gibi binlerce realiteye dayanır; onun için son din olmuştur. Ve İslam âlemi, bu 9 maddeyi ihmal ettiği için geriliyor ve bazen de çamura düşüyor.

Rahmaniyet Süreci:

“Bütün zıtları geliştirmek için çalıştıran Rabbine (Rububiyetine) and olsun! (Yokluğu, kaçışı, inanmamayı tercih eden) o kâfirleri ve (yokluğun adı olan) şeytanları toplayacağız. Sonra onları cehenneme dayayacağız. (Ki; o yokluk kirlerini temizleyelim.) Sonra her gruptan, Rahmana (Allah’ın diyalektik düzenine) karşı hangilerinin daha azgın olduğunu ortaya çıkaracağız. Biz hangilerinin, o cehenneme dayatmaya daha layık olduğunu biliriz. Evet, sizden hiç kimse yoktur ki; mutlaka o cehennemden geçiyor, olmasın.. Hepinizin bu evrensel cehennemden geçmesi, Rabbinin terbiye edici isminin kesin olarak gerektirdiği ve asla firesi olmayan kat’i bir hüküm ve kanundur. Sonra biz, kendi özünü zulüm ve dengesizlikten koruyanları kurtarırız. Ve zalimleri ise diz çökmüş (teslim olmuşlar) olarak orada bırakırız.” (Meryem suresi 19/68–72)

[1] Rahmet kelimesi sondaki te’nin ilavesi ile fazlalığı ifade eder; Kur’anda sadece Allah’ın yaratması, ilgilenmesi, gönderdiği vahiy ve peygamberler manasında kullanılmıştır. Ve 114 sefer Kur’anda geçmiştir. Etkinlik manasını içeren geçişli bir kalıptır. Merhamet ise, edilgenlik manasını ifade eder. Kur’anda sadece bir yerde geçmiştir. (90/17) O da insanın merhamet etmesi manasında kullanılmıştır.

[2]İşaratül-İ’caz, Besmele Tefsiri

[3]İsra suresi, 110

[4] Buhari, Müslim, Müsned

[5] Nisa Suresi, 125

[6] Enbiya Suresi, 107

BS

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum