Postane Önünde Kiraz Ağacı

Postane Önünde Kiraz Ağacı

Mustafa Uçurum'un yazısı...

Türkünün böyle olmadığını biliyorum. Benim kastettiğim yer postane ve onun önündeki kiraz ağacı. Hastane önündeki incir ağaçlarıyla pek de ilgim olmadı. Hatta bugüne kadar hiçbir hastanenin önünde incir ağacı da görmüşlüğüm yoktur. Benim tutkum, baharın müjdecisi olan ağaçlar ve onların süsü çiçekler.

 Tokat’ta baharın habercisi olarak saydığım işaretlerim vardır. Öyle yalancı bahar görüntülerine pek meyletmem. Baharın geldiğini benim için pekiştiren en büyük emarelerden biri merkez postanenin önündeki kiraz ağacıdır. Bir çiçek ancak bu kadar bir ağaca yakışır. Patlamış mısır gibi açan çiçekleriyle kiraz ağacı her ne kadar postanenin önünde olsa da bütün şehrin süsüdür adeta.

Pek çok kişi farkına varmaz bu güzelliğin. Belki yıllardır önünden geçiyordur da o güzelim ağacın bir gelin gibi süslendiğinden bîhaberdir. Hayatın koşuşturması, iş, güç gibi bahanelerin ardına gizlenerek görmezden gelinse de kiraz ağacı, emre itaat edercesine aksatmadan tam zamanında salar çiçeklerini üzerimize. Kirazının tadına bakmak bugüne kadar nasip olmasa da benim işim onun çiçeğiyledir.

Hayatın telaşı içinde geçip giderken zaman, ne çok şeyi görmezden geliriz öyle. Farkına sonradan vardığımız o kadar çok güzellik var ki göz açıp kapayıncaya kadar elimizden uçup gidiyor. Bir bakıyoruz geçmiş zaman. Çiçekleri koklamaya fırsat bulamadan bir de bakmışız geçmiş bahar. Ah edip inlemenin faydası yoktur artık.

İhmale gelmiyor bazı güzellikler. Elden kaçtıktan sonra üzülmenin faydası olmuyor. Vaktinde olmalı birçok şey. Vaktinde koklanmalı çiçek. Vakitsiz olunca sevinçler pek de anlamı kalmıyor.

Çocuklar büyüyüp giderken onları iş, hayat, günün yorgunluğu bahaneleriyle ihmal etmek en büyük ihanettir. “Her şey onlar için” bahaneleriyle çocuklarını kreşe, yuvaya terk ederek onlara iyi bir gelecek kurmak için koşturanlar çocuklarının kokularını duymak istediklerinde bazı şeyler için çok geç olacaktır. Baba ve anne kokusunu duymak istedikleri zamanlarda onlardan uzak büyüyen çocuklar da bir kreş griliğiyle büyüyerek sevgiyi başka kucaklarda aramanın telaşına düşecekler.

Bir bahar çiçeği gibi koklayarak seviyorum çocukları. Kucağıma aldığımda sanki bütün dağ çiçeklerini kucaklamışım gibi içim dışım çiçek oluyor. Dağıtabileceğim ne kadar sevgi varsa içimde onlara sunmak için dizlerime dermanlar aşılıyorum.

Yüksek bir duvarın üstünden bir kuşun havalanması gibi hercai bir sevinç dolarak içimde seveceğim sevileceklerin en güzelini. Gördüğüm her çiçeğe selam verip şehrin en rüzgârlı tepesinden uçuracağım uçurtmamı. Uçurtmanın sallanan kuyruğu beni çocukluğuma bağlayan bir sevinçle salınıp duracak. “Keşke” diyeceğim bir çocukluğum olmadı. Ceplerimden misketlerim, elimden uçurtmamın ipi, kucağımdan elifbâm eksik olmadı. Çok çiçekler topladık dağdan bayırdan. Ellerim zamanı gelince ceviz karası oldu, zamanı gelince badem koktu parmak uçlarım.

Farkına vararak dört bir yanın, çiçekleri içimize çekerek yaşamanın tam zamanı. Yarın diye bir muammaya ertelememek gerek bir çiçeğin nazlı davetini. Uyandırmak için uykuya dalmış kalpleri; buluşma yeri olarak kiraz ağacının altı, misket oynayan çocukların yanı, bir uçurtmanın gölgesi seçilmeli. Şu akıp giden dünyada kalbimize dokunacak kaç tane gülücük kaldı ki?