Poçka

Hayatla tanışıp ama hastane ile buluşmadığımız bir dönemin acemi refakatçisi olarak, bölgenin gelişmiş Çukurova Tıp Fakültesi’ne gitmiştik. Randevu, muayene, tahlil, reçete derken hastanede işlemlerimiz bitmiş ve otomobille dört saatte geri dönmüştük.

Sonrası yanlış teşhis ve ilaçlar… Kontrole gitmeler, derken bir başka bölge tıp fakültesine gidiş. Dicle Tıp fakültesinde gördüğümüz ilgi, Urfa’dan gidişin meşakkati birleşiyor. Bir de akşamın sükûn edişine yola çıkmanın güvenlik riski eklenince hastaya ve yola birden refakat ediyorsunuz.

Güneşin yeni battığı, akşam hüznünün yola koyulduğu bir saatte Diyarbakır’dan Urfa’ya dönerken 180 km’lik yol boyunca sadece birkaç araçla karşılaşmış olmanın verdiği fotoğrafı varın siz düşünün.
Kendimce Allah’a emanet, hastam ve akrabam kaptanla birlikte akşamın karanlığını delerek Urfa’ya vardık. “Bu saatte gidilmez” denilen bir dönem. 17 yıl öncesinden bahsediyorum.
Teşhis konmuştu bu defa: “Nefrotik sendrom”

Sendromun her türlüsünü yaşadığımız bir bölgenin, terörle fitneyle kundaklandığı bir süreçte, iş yoğunluğunun baskıladığı bir üniversite yapılanmasının içinde artık yeni bir sendromumuz daha vardı: Nefrotik.
Hoş geldin Nefrotik Sendrom.
Dicle’nin yönlendirdiği Hacettepe Üniversitesine gittik bu defa. Her fakülte değişimi 4-5 ayın geçişi oluyordu. Yol, iş, tedavi, teşhis ve doğru süreç hikâyeleri ile her defasında başa dönerek.

Hacettepe’de doğru bir randevunun bürokratik engelleri ve hocanın özel muayenehanesine gitmemizin memur beyde oluşturduğu takıntı, süremizi biraz uzatmış ve bizi yormuştu.
Artık doğru bir yoldaydık, nefrotik sendromun yeni sendromları ile arkadaştık. Adana ve Diyarbakır trafiğinden sonra Ankara trafiğine araçla girmeyi, çıkmayı öğrenmeye çalışıyorduk.

Hastanedeki sürecimiz, aralıklarla gelip gidişimizle yeni bir devreye girmişti.
Nefrotiğin sendromları ile birlikte yeni bir hoca, kalıcı bir destek ve uzun soluklu bir tedavinin başlaması gerektiği noktasına gelmiştik.
Artık misafirhanelerle dost, lokantalarla arkadaş, park yerleriyle hemhal, yol yordam ve adres öğrenmekte mahirdik. Urfa’ya gidişlerimizde ve gelişlerimizde rötarlı uçaklar, aktarmalar veya bizim yetişememe öykülerimiz ise ayrı bir güzellikti hayatımızda.

Derken İbn-i Sina’nın kapıları bize göründü. Bütün tavsiyelerin kazandırdığı tecrübe ile yeni hocamıza gitmiş, tanışmış ve tedavi sürecine girmiştik.
İki yıla yakın Urfa-Ankara hattında gidiş ve dönüşler sonucu gelinen nokta yeni bir sendromun habercisiydi. Nefrotik sendrom yerini Kronik böbrek yetmezliğine (KBY) bırakmıştı.
Her şeye hazırdık. Her şey kabulümüzdü. Zaten sınanıyorduk. Elbette yorulacaktık. Koşturacaktık bir şekilde. Yöntem bilememek ve karşılaştığımız aksilikler dışında sürecin sadık bir yolcusuyduk artık.

Fistül açılacaktı bilek damarından. O gün olmayan oldu. Elektrikler kesilmişti bulunduğumuz katta. Çözüm gelene kadar bir tuhaflık daha yaşanmıştı. Biz rahattık. Gidiş-geliş hikâyelerimiz çoğaldıkça, tecrübemiz artıyordu.
Hastalar Risalesini bu demlerde okumakla anlamıştım ancak. Teorik okumalarda bu tadı alamıyorsunuz. Eşimin o tevekkül ve sabır dolu, dua ve metanet dolu kabullenişi ise ayrı bir lütuftu bizim için.
Böbreğimiz, artık fonksiyonunu ifa edemiyordu. Diyalize girecektik.
Zorunlu bir Ankara vardı. İbn-i Sina’nın bütün koridor ve duvarları artık bize gülümseyecekti.

“Metin olun, sabırlı olun,  meşakkat size Ahiret için lazım” diyeceklerdi.
Sevdiğim manidar vecize; “Allah bir kulunu severse dünyayı ona küstürür” hakikati benim yoldaşımdı.
Asla hastalıktan ve brifing verir gibi hastalığın detaylarını konuşmuyorduk kimseyle. Hep “iyiyiz, iyi olacak” demenin hazzı, merakların tatminine yetmezse de bizim teslimiyet ve ümidimiz için elzemdi.

Bağdat, Hindistan, Pakistan, Suriye, Rusya ve Avrupa ülkelerinde böbrek nakli ve böbrek bulma hikâyeleri, tavsiyeleri, danışmanlıkları artık her an kapımızı çalmak için bahane arıyordu adeta.
1996-97 yıllarında Şam’ın, Bağdat’ın terörle hemhal, Hindistan’ın riskli ve Türkiye’de ise aile dışında seçenek olmadığı bir durum…
Ailemizin seferberliği, kan grupları tutanların ısrarlı yardımlarına sakince ve psikolojik eşiğin sabırlı teşekkürü ile hayır dediğimiz her an, hem onların duasına ve katkısına ortak olmuş, hem de onları riske atmamıştık. Böbreği tutmadığı için günlerce ağlayan halamın o ihlâslı duası hep başka kaldı bende.

Derken Azeri bir doktorun yönlendirdiği Moskova seferi ile kendimize böbrek (Rusça poçka) aradık. Dört aylık Balnitsa/Hastane ortamı, özel odada eşimle kurduğumuz kütüphane, Türk hastalarla diyalogumuz, Kosturma ziyareti, Sungur Abi’nin vakıfları ile kurduğumuz muhabbet dalgası, Urban firmasının Türk ortağı üzerinden Dr. Hasan’ın bize musahhar oluşu, beşlemeyi orada okuyup filmini yapma duasının beni hala tetikleyen tatlı müzakereleri…

Din ve eğitim müşavirinin nezaketli ilgileri. Ateşe Mehmet Bey’in Konya terbiyesi ve aile yapısı ile bize gösterdiği itina.
3,5 ayın sonunda bulunan ilk böbrek, nakil ve sonrası ikinci gününde sabır sınavında bizi test ettiren ilahi takdirin metanet duvarına sığınıp Dr. Gorbonov’dan duyduğumuz ifade: “Ne robotet”/ Not Work!

Böbrek çalışmıyordu. Refakatçi sorumluluğu ve dirayeti ile 2 haftayı umutla korumuş, hastaya yansıtmamış ve sonunda Hastalar Risalesinin ve her gün okuduğumuz risale dersinin zihni ve kalbi hazırlayan sükûneti ile böbreğimizin çalışmadığını ve geri alınacağını söylemiştim ki, eşim fazlasıyla hazırdı.
İyiydik, sakindik, sessizdik ve gerçekten kabullenişin lezzeti ile sevap hanemizin ve imtihan dünyasının ahiretimize faydası olan bir şifa yolundaydık.

Bir ay sonra ikinci böbrekle eskiyi almalar, toparlanıp Ankara’ya dönmeler, derken bir yıl daha uyumsuz organın huysuzluğu, böbreği güçlendirme adına vücut direncini sıfırın altına düşürüldüğü savunmasız ve riskli hayat dönemleri…

İkinci böbreğin de sonunda alınışı, bizim meşakkatli hastane ortamları ve nakil süreçlerinin etkileri dışında kabullenişimiz, çevremizin şefkati, özellikle büyük aile desteği ile bizi, evimizi, çocuklarımızı ve motivasyonumuzu canlı tutan yakınlaşmalar ve dostların her dem duası ve alakası ile hep iyiydik.
Yürüyüşümüz yine cihaza döndü. Memnun olduğumuz İbn-i Sina’da diyalize giriyorduk. Sabahın erken saatleri bizim hazırlık bandosu gibi hastane yoluna tahsisliydi haftanın üç günü.

Razıydık, kabuldü, hoştu, acıydı, tatlıydı, eksikti, fazlaydı, şöyleydi, böyleydi... Hepsi birer mülahaza, birer vakıa, birer yorumdu.
Hakikat olan takdirdi, hikmetti ve imtihandı.
Bir itirafta bulunmak durumundayım.
Bir refakatçi olarak gerildiğim oldu ama milyonlarca kere şükür hiçbir zaman kalbimiz daralmadı, psikolojimiz bozulmadı ve hayat ritmimiz bize büyük bir lütufla Allah’ın inayetiyle gayret ve şevk verdi.
Şükür.

Diyalizle, 70’ini aşmış Kur’an aşığı imam Kemal amca ile diyaliz komşusu idik. Eşi muhtereme teyzemizle de. Hep inayet ve özel güvendeydik mekânlarda ve muhataplarda.
Derken… Mayıs 2007’nin akşam saatlerinde İstanbul boğazında seyir halinde Anadolu yakasına geçerken bizi böbrek nakline davet eden, bize uygun bir böbreğin olduğunu müjdeleyen telefonun hazzı ile perçinledik o saatleri.
Türkiye’de bir telefonla bize ulaşan, bize nakil yapan ve lütfun zirvesi ile bizi taçlandıran Rabbime şükür.

Hayat devam ediyor. Poçka’lar tutmadı iki defa. Böbreğimizi bulduk kadavradan.
İnşirahımız kat be kat arttı.
Refakatçi olmaya, refik olmaya, dost olmaya, meşakkatin gıda gibi hayat imtihanında bizi iman-dua-sabır üçgeninde öğütmesine devam…
Demek ki Rusça risaleler o insanlara, o hastaneye gidecekti. Biz nakille nakl olunacaktık birkaç merkeze, menzile ve meşakkate.

Ahiret yurduna hazırlayan güzel hayat kesitleri bunlar.
Bugün Dünya Böbrekler Günü olduğunu ilk defa fark ettim.
Bu satırlarda gerçek hayat öyküsünden bahsederken kendimizi katacağımızı hiç düşünmemiştim.
Ama bütün böbrek ve diğer hastalara bir dua, onları daha fazla anlamak, refakatçi, ziyaretçi hassasiyetinde şefkat ve sabır gösterme konusunda bir itina vesilesi olma temennisiyle döküldü sabah bu satırlar.

Siz siz olun, Üstadım Bediüzzaman’ın dediği gibi “Bir vücudun azaları gibi” ihlâsın ve ihlaslı hayatın akıl, ruh ve beden sağlığını muhafaza edin.
Her sonuç bizim için bir lütuf ve takdirdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum