Osmanlı’nın 550 yıllık sırrı ve “zaman tarikat zamanı” mı meselesi

Osmanlı’nın 550 yıllık sırrı ve “zaman tarikat zamanı” mı meselesi

Milletlerin hatta devletlerin hayatında mânevi dinamiklerin öneminin anlaşıldığı, ders alındığı söylenemez.
Mustafa Özcan’ın “Tarikat Zamanı Geçti mi?” başlıklı yazısı üzerinde durulmadan teğet geçilen bir konuya dikkatleri çekti.
Risale-i Nur’dan aldığımız ders ve bildiğimize göre “Zaman tarikat zamanı değil imanı kurtarmak zamanı”  veciz sözüne zaman kaydına dikkat çekerek farklı bakış ortaya koymuşlar.

Bir süredir merakıma mucip olan bu tasavvuf ve tarikat konularını öğrenmeyi arzulamaktayım. Konu hakkında fikir yürütecek, fikir beyan edecek durumda değilim. Mustafa Özcan’ın yazısını okuduktan sonra Risale-i Nur’un ilgili 29. Mektup’ta tarikatla ilgili “Telvihat-ı Tisa Risalesi” bölümünü münhasıran yeniden okuyup anlamaya çalıştım . Ayrıca Nesil Yayınları yeni düzenlediği küçük ebadlı risaleler arasında yeni bir derleme kitap olan “Tasavvuf Risalesi”ni okuyordum. Zaten adı geçen “Tasavvuf Risalesi”nin ilk bölümü Telvihat-ı Tisa bölümü yer alıyor. Tarikat ve tasavvufla ilgili külliyattan taranıp çıkarılıp bir araya getirilmiş.

Tasavvuf ve Tarikat konusunda merhum Şaban Döğen hocamızın Yeni Asya Neşriyattan çıkan, “Risale-i Nur ve Tarikat” kitabı da yine Risale-i Nur’un tarikat bahislerinin derlenmesi ve yorumlanmasıdır. Marifetten muhabbete geçiş yolunu izah ediyor. Öğrencilik yıllarından arkadaşım, dostum tv programcısı ve yapımcısı yazar Sadık Yalsızuçanlar’ın bu konu ile derinlemesine ilgilendiğini biliyordum. Bu konuda bilgi elde edebilme için tavsiyelerini talep ettim.

O da beni Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç’a yönlendirdi. e-posta üzerinden Mahmut Kılıç hoca bana, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ı ve birkaç eser daha önermişti. Mahmut Erol Kılıç’ı bir çok tv kanalındaki bu konuları çok güzel açıklamalarını takip ettim. Tasavvuf konusunda akademik çalışma yapan bu alanda mutemet uzman kişidir.
Şu sözünden çok etkilenmiştim, “Tasavvuf, çile çekmiş, ömürlerini vermiş, çok zahmetlere katlanmış elde ettikleri keşiflerini bizim istifademize sunmuşlar. Biz ise onlar ne yapmış diye araştırma yaptık, onların yaptıklarını, yaşadıklarını yazarak makam sahibi, profesör olmuşuz ve maaş alıyoruz utanıyorum” demişti. Mahmut Hoca’nın simasındaki nuraniyatın ayrıca dikkatimi çektiğini ilave bir not olarak belirtmeliyim.

Sadık Yalsızuçanlar’ın Ayetül Kübra risalesini tarikattaki seyr-i süluk sistemine göre yorumladığı “Tasavvuf Risalesi” Sufi kitap yayınları arasında yayınlandı. Ayetül Kübra’nın ne kadar etkili bir tasavvuf tarikat dersi olduğunun farkına vardım.
Yine bu alanda Kültür Bakanlığı danışmanlarından Prof. Dr. Tuğrul İnançer’in röportajlarının “Gönül Sohbetleri” kitabında önemli tespitler vardır. Mevlevilikte bilgisine başvurulan, dini bilgisi ve musiki konusunda derin vukufiyete sahip musiki alanında da büyük bir değerdir Tuğrul İnançer.

Geldiğim noktada konunun aslına, arka planına, derinliğine inebildim diyemem.
Fakat bu tasavvuf tarikat konusunun yüzeysel malûmatla geçiştirilecek bir konu olmadığını düşünüyorum. Tasavvuftan maksut mânâ ve misyon nasıl yerine getirilmeli düşünülmeli.

Telvihat-ı Tisa Risalesinin 9 Telvih olarak adlandırılan üçüncü telvih bölümünde şu ifadeye dikkatinize arz ederim;
“Bir şey daha var ki: Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i İslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiâtıyla tarikat mahkûm olmaz. Tarikatin dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatler olduğu gibi, Âlem-i küfrün ve siyaset-i Hıristiyaniyenin, nur-u İslâmiyeti söndürmek için müthiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kale-i İslâmiyeden bir kalesidir. Merkez-i hilâfet olan İstanbul'u beş yüz elli sene bütün Âlem-i Hıristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul'da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah!!! diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlâhiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cûş u huruşlarıdır.
İşte, ey akılsız hamiyetfuruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatin, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır? Söyleyiniz.” (Mektubat/428)

Osmanlı’nın cihan imparatorluğu olmasının arkasındaki sır, mânevi dinamik tarikatların kurumsal şahs-ı mânevi ikliminde binler ağızla yapılan zikir ve duaları olduğu anlaşılmaktadır.
Münevver Ayaşlı (1906-1999) hanımefendi tarihte büyük devlet adamlarının arkasında mânevi istinatgâhları isimler üzerine tespitleri vardır. Velâyetiyle Hz. Eyüp Ensari’nin kabrini keşfeden Akşemsettin hazretlerinin Fatih Sultan Mehmed’in müzahiri olduğu, İstanbul’un fethindeki rolü sıradan ansiklopedik bilgi gibi geçiştirdiğimiz gerçeklerdir. Şeyhülislâmların mânevi misyonu pek bahse konu yapılmaz. Pozitif bilimde karşılığı olmayan ama gerçek vak’adır.

Yine Münevver Ayaşlı, Bediüzzaman’ın merhum Adnan Menderes’in arkasında O’nu muhafaza eden mânevi destekçisi olduğundan bahseder. İngiltere’deki uçak kazasında mucizevi kurtulmasında Üstad Bediüzzaman’ın her zamankinden farklı çok telaşlı yoğun dua ettiğini biliyor muydunuz? Bugün de ayni mânevi dinamik ve desteğin önemi vardır.

Vefatından kısa bir süre önce Ankara’ya gelip Menderes’e bir şeyler söylemek istemesine mukabil zamanın basını ve CHP’sinin yaygarasından etkilenen zamanını İçişleri bakanı tarafından Ankara’ya sokulmadığını sıcak süreci gazeteci yazar Abdulkadir Selvi’nin Nesil yayınları arasında çıkan “Ateşli Yıllar” kitabında canlı yayın izler gibi okuyor öğreniyoruz. Üstadın Demokratlar için, “Kardeşim bunlar beni anlamadılar… Tepe takla gidecekler” dediğine henüz hayatta şahitleri var. Vefatından hemen sonra 1960 yılı 27 Mayıs ihtilali mâlum…

Risale-i Nur’da “Zaman tarikat zamanı değil imanı kurtarmak zamanı” ifadesi geçerliliği el’an devam etmektedir. Bu realite devam ederken Üstad Bediüzzaman’ın 3 bin sahifeye yakın evradının olduğunu bu konuda çalışma yapan Muhsin Demirel’den öğreniyoruz. Saff-ı evvel talebelerinden Tahiri Mutlu’nun “Kırk Ambar” adını verdiği hacimli bir evradı olduğu da gerçek. Yine saff-ı evvel talebelerinin teheccüd namazını her daim kılmaları için söz aldığını Bayram Yüksel ağabeyden öğreniyoruz.

“Zaman tarikat zamanı değil” sözü Bektaşi’nin “namaza yaklaşma” bahanesine benzer bir mazeret olmamalı. Evrad ve ezkârın zamanı her zamandır. İmanını kurtarmış mânevi makamını yükseltmek, cennetteki derecesini artırmaya yönelik sadece kendini düşünen ben merkezli anlayışa lüksümüzün olmadığına dikkat çekmektir.

Tarikatların zamanınla her sosyal grubun düçar olduğu, nüfuz iktidar mücadelesi, ilim, ibadet ve evrad noktasındaki noksaniyetin kurumsal zaafiyete sebep oluşu tarikat ve tasavvufun öğretisi, ilim, terbiye yuvası misyonunun önemini ortadan kaldırmaz.

20. Yüzyıl aklın, fennin, felsefenin, aklın hâkim olduğu, kalbin ihmal edildiği dolayısıyla “karanlık yüzyıl” olarak tarihe geçtiği felâket ve helâket asrıdır.

Kalbi yeniden inşa etme zamanıdır. İsim ve resme takılmadan tarikattan maksat mâna her zaman ve zeminde dua ve zikrin önemi vurgulanmalı. Ramazanlardaki Kur’an’ı hatim kampanyasının toplumun mânevi havasını nasıl olumlu etkilediğini herkes hissediyor. Aynen öyle duayı bir kampanya olarak bütün inananların dikkati çekilmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum