Onu rakıdan ve şaraptan su tulumbası gibi tâbirlerle tezyif etmişsin?

Bir ahbabımla yemek yiyorduk. Entelektüel ve çağdaş geçinen bir insandı, altmışını devirdiği halde hala sigara içiyordu. İçki içmeyi de bir marifet sayan kişilerdendi. Yemekte sohbet ederken bazen din, iman, İslamiyet konularına da kayıyorduk. Bir ara benim hiç içki içmediğime üzülmüş görünerek döndü dedi;

Sen hür değilsin

Şaşırmıştım birden bire böyle bir soru gelince. Ne demek istediğini anlamak için sordum.

 

—Neden hür değilim?



Dedi:



—Bir defa olsun içki içemiyorsun, tadına bile bakamıyorsun, karı kız yok, monoton bir hayat sıkıcı gelmiyor mu?



Meseleyi anlamıştım kendince bana acıyarak inancımdan dolayı beni zora sokmak istiyordu. Cevaben ona demiştim.



—Arkadaşım asıl sen hür değilsin. Ben istesem günahı dikkate almam ve içerim. Ama sen istesen de bırakamazsın, asıl sen hür değilsin. Bak sigarayı bırakamıyorsun (boğazında ciddi problem vardı doktor kendisine mutlaka bırakmasını söylemişti, yoksa kısa zamanda gidiciydi, hem yemek yerken fazlasıyla zorlanıyordu) içkiyi de bırakamazsın, bu yaştan sonra hiçbir alışkanlığını terk edemezsin. Asıl sen ve senin gibiler hür değil. Aklın isteklerini yerine getiremiyorlar.



Ben böyle cevap verince bir şey diyemedi. Zira gerçekten çok zor durumdaydı sigarayı bırakması lazımdı ama mümkün değil bırakamıyordu.



Bu hikâyeyi neden anlattım. Malum bugünlerde “Mustafa” filmi üzerine birçok yorumlar yapılıyor. Tartışmalar hayli sıcak ve canlı geçiyor. Özellikle içki içme konusunda hayli hatıralar anlatılıyor. Hatta rafa kaldırılmış fıkralar raftan indiriliyor. İçkiyi savunanlar bir cephede savunmayanlar karşı cephede gibi bir manzara ile karşı karşıyayız.



Mesele bu kadar canlı tartışılırken ister istemez bana yaşadığım bu hikâyeyi ve başka, yaşanmış birçok hikâyeyi hatırlattı. Kitaplara geçmiş bir başka hikâyeyi de anlatmak istiyorum



Said Nursi'nin başından geçmiş bir hikâye bu, 1900'lerin başında başlamış 1947'lerde hayli canlanmış, hala da hikâyeye yeni senaryolar, yeni bölümler ekleniyor.



Şöyle; 1900'lerin başında Japon Başkumandanı bir kısım Hadis-i Şerifleri duymuş ve merak etmiş ve bu hadisi şeriflerin yorumunu Osmanlı Devletinin İslam Ulemasından sormuş. O günün hocaları da Meşihat Dairesinde aza olan Said Nursi'ye gelerek cevap vermesini istemişler. Yıl 1907 meşrutiyetin ilanından bir yıl önce.



Hadisi şerifler Deccal ve Süfyan ve bir takım ahır zamanda meydana gelecek hadiseler üzerineymiş. Bunlardan birikisi var ki hayli garip ve ibretli. İterseniz kendi kitabından nakledelim.



“Ezcümle, bir hadiste, "âhir zamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında 'Hâzâ kâfirün' yazılmış bulunur" diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: "Bir acîp şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapka giyer ve giydirir."

Bu cevaptan sonra bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?" Dedim: "Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat, baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman edecek."

“Sonra dediler: "Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile 'Süfyan' olduğu bilinecek." Ben de cevaben dedim: "Bir darb-ı mesel var. Çok israflı adama eli deliktir denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zâyi oluyor deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya müptelâ olup, onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak." Sonra sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve dâbbetü'l-arz ve Deccal ve nüzûl-ü İsa (a.s.) hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevap vermiştim.  Şualar, Sayfa 313



Cevaplar uzun ama insanlar fazlasıyla meraklı daha sonra da bu sualler Üstada tekrar tekrar soruluyor, fazla ısrar üzerine O'da verdiği bu cevapları “Beşinci Şua” adlı bir kitapta topluyor ve yayınlıyor. Sonra bu kitabın bir kısım meseleleri başkaları tarafından bir şahsa tatbik edilince “mahrem” diyerek toplatıp saklıyor. Toplattığı nüshaları kendi evinin odunları altına koyuyor kimse görüp okumasın diye, bir gün devletin resmi memurları gelip evine baskın yaparak arama yapıyorlar, bu kitapları da odun yığınlarının arasından çıkarıp savcılığa teslim ediyorlar. Savcı da kitapların içinde bunları görünce kendince yorumlayarak iddianamesine ekliyor. Yani, anlayacağınız hikâye uzun. Biz hepsini aktarmayalım isterseniz arzu eden kitabı alıp okusun.



Sadece mahkemeye sunulan iddianamede bir bölüm var ki, bugüne fazlasıyla ışık tutuyor. İsterseniz o kısmı kısaca hatırlatalım. Savcı iddianamesinin bir bölümünde Mustafa Kemal'i kastederek "Beşinci Şuada sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki, onu rakıdan ve şaraptan su tulumbası gibi tâbirlerle tezyif etmişsin?" (Şualar, Sayfa 313) diyerek kendince Said Nursi'yi hakaretten içeri atacak.



Said Nursi, Savcının bu iddiasına karşı uzunca bir savunma yapıyor ve neticede kastedilen şeyin kitapta olmadığı, savcının bunu yorum olarak geçtiği anlaşılınca da beraat ediyor.



Daha sonra “mahrem” olmaktan çıkınca tekrar bu beşinci şuayı Şualar adlı eserinin içine koyarak okuyup öğrenmek isteyenler için yayınlıyor. Bugün bu kitap bütün kitapçılarda var.



Bugünlerde rakı ve içki meselesi fazlasıyla gündeme gelince ben de böyle bir çeşitleme yapayım dedim. Katkı da bulunmak için.



[email protected]


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.