O gün mü’min erkeklerle kadınları görürsün ki, nûrları önlerinde ve sağlarında koşuyor

O gün mü’min erkeklerle kadınları görürsün ki, nûrları önlerinde ve sağlarında koşuyor

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hadid Suresi 12-15. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

12 . O gün (kıyâmet günü) mü’min erkeklerle mü’min kadınları görürsün ki, nûrları önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Onlara denilir ki:) “Bugün sizin müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalıcı kimseler olduğunuz Cennetlerdir!” İşte en büyük kurtuluş budur!(*)

13 . O gün münâfık erkeklerle münâfık kadınlar, îmân edenlere diyecek ki: “Bizi (de) bekleyin (ve bize biraz bakın) da nûrunuzdan faydalanalım!” (Onlara:) “(Yapabiliyorsanız) arkanıza (dünyaya) dönün de bir nûr arayın!” denilir. Derken aralarına, kapısı bulunan bir sur çekilir. Onun iç tarafı ki onda rahmet vardır, dış tarafına gelince o cihetten azab vardır.

14 . (Münâfıklar) onlara (o Cennet ehline): “Sizinle (dünyada) berâber değil miydik?” diye bağırırlar. (Mü’minler de:) “Evet (berâberdiniz)! Fakat siz, kendinizi (nifakla) fitneye düşürdünüz ve (mü’minlere musîbet gelmesini) beklediniz, hem (hak olan dîninizde) şübhe ettiniz ve boş temennîler sizi aldattı; nihâyet Allah’ın emri (ölüm) geldi; o çok aldatıcı (şeytan) da, sizi Allah hakkında aldattı!” derler.

15 . (Ey münâfıklar!) Artık bugün ne sizden (kurtuluşunuza bedel olacak) bir fidye alınır, ne de inkâr edenlerden! Varacağınız yer, ateştir! Size lâyık olan (da) odur! O ise, ne kötü varılacak yerdir!

(*) “İnsan, nûr-ı îmân ile a‘lâ-yı illiyyîne (en yüksek mertebeye) çıkar, Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür (küfür karanlığı) ile, esfel-i sâfilîne (aşağıların en aşağısına) düşer; Cehenneme ehil olmaya bir vaziyete girer. Çünki îman, insanı Sâni‘-i zü’l-Celâl’ine (celâl sâhibi san‘atkârına) nisbet ediyor (bağlıyor); îman, bir intisabdır (bağlanmadır). Öyle ise insan, îmân ile insanda tezâhür eden (görünen) san‘at-ı İlâhiye (Allah’ın san‘atı) ve nukūş-ı esmâ-i Rabbâniye (Allah’ın isimlerinin nakışları) i‘tibâriyle bir kıymet alır. Küfür, o nisbeti kat‘ eder (keser). O kat‘dan san‘at-ı Rabbâniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde i‘tibâriyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile (geçici), hem muvakkat (vakti sınırlı) bir hayât-ı hayvânî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir. (...) Eğer nûr-ı îman, içine girse, üstündeki bütün ma‘nîdâr nakışlar o ışıkla okunur. O mü’min, şuûr ile okur ve o intisabla okutur. Yani: ‘Sâni‘-i zü’l-Celâl’in masnûuyum (eseriyim), mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım’ gibi ma‘nâlarla insandaki san‘at-ı Rabbâniye tezâhür eder.

Demek Sâni‘ine (san‘atkârına) intisabdan ibâret olan îman, insandaki bütün âsâr-ı san‘atı (san‘at eserlerini) izhâr eder (gösterir). İnsanın kıymeti, o san‘at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye (samed olan Allah’a aynalık yapması) i‘tibâriyledir. O hâlde, şu ehemmiyetsizolan insan, şu i‘tibârla bütün mahlûkāt üstünde bir muhâtab-ı İlâhî (Allah’ın muhâtabı) ve Cennete lâyık bir misâfir-i Rabbânî (Allah’ın misâfiri) olur.” (Sözler, 23. Söz, 101)