İbrahim KAYGUSUZ

İbrahim KAYGUSUZ

Nurculuk ve İslamcılık (II)

Milliyetçi, seküler ve modernleştirici baskıların karşıt tepkisi olarak doğarak bugüne uzanan İslamcılık hangi kurumsal ve teorik düzeyde varlığını koruyor?
Veya kimler ve hangi gruplar İslamcılığı temsil ediyor?
Yoksa bir ütopyayı mı tartışıyoruz?

Türkiye siyasetinin bugününe hükmedenler İslamcılığın neresindeler?
Mücahitler gerçekten müteahhit oldu mu?
İslamcılık sekülarizmin pençelerine mi düştü yoksa kemalin zevalini mi yaşıyor?

Evet kim nereden bakarsa oradan bir şeyler bulur.
Ama Hilmi Yavuz’un haklı olduğu bir nokta var ki, dünyevileşme ve sekülarizm hükmetmektedir.

İslamcılığı tartışırken bu hareketin ortaya çıkışını, tarihsel sürecini, teorik temellerini ve pratik yansımalarını birlikte nazara almak gerekiyor.

Yasin Aktay ve Ali Bulaç İslamcılıkla Mutezile ekolü arasında bağ kurarlar. Bulaç, Mutezile’nin mahkûm edilmesinin doğru olmadığını ifade ederken Aktay, İslamcılığın geçmişini Mutezilenin çıkışına kadar geriye götürür.

Bana göre İslamcılık “düşünce ekseniyle” daha az, “pratik eksenle” daha çok ilintilidir. Bunun için konunun örneğin “mutezile” özelinden ziyade  “siyaset pratiği” özelinde analiz edilmesi daha gerçekçi olur. Çünkü ayrışmalar bu noktada odaklanmaktadır.
Bulaç’ın 4 Ekim'deki yazısı (içeriği tartışılmakla birlikte) bu doğru eksende idi.

Said Nursi konuyu doğru tartışmamız adına anahtar bazı kavramlar sunar: Hilafet/saltanat, Adalet-i Mahza/Adalet-i İzafiye gibi.

Bediüzzaman’ın “Şeriat da yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler” cümlesinde Ali Bulaç’ın söylediği gibi bir "kılletten kinaye" var mıdır?
Sanmıyorum. Çünkü makam, maksat, muhatap bağlamında Bediüzzaman’ın muhataplarının düzeyi böyle bir zarureti gerektirmemektedir.

Bence tarzımız Kur’ani olmalı. Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet/ibadet dengesi yöntemimize de hükmetmeli.

Zira şeriat ikidir:
Birincisi; insan davranışlarını tanzim eden ve sıfat-ı kelamdan gelen bildiğimiz şeriat.
İkincisi ise sıfat-ı iradeden gelen ve kâinatın işleyişini tanzim eden sünnetullahtır.

Bu iki şeriatın idraki, tasdiki ve itaati cihetinde,  birisini ötekisine feda etmek doğru olmaz.

Siyaset propagandası eğer zihinlerimizi yaralar ve semavilikle bağımızı zayıflatırsa “kendi İslamiyetimiz” olduğundan fazla siyasallaşır, ikinci şeriatın verilerine yabancılaşır ve derinliğini kaybeder.

Siyaseti ötelemiyorum. Derecesine göre atfedilen öneme de evet. Lakin İslamcılıkta siyasanın bu derece hükmetmesi Kur’an'ın işaret ettiği konumlandırmaya ne derece uymaktadır?

Duruma örnek olması açısından uzunca iki alıntı yapacağım:
Birincisi İngiliz mühtedi Dr. Colin Turner, dinliyoruz:
“Risale-i Nur’u tanımadan önce  ‘Müslümandım’ fakat ‘Mü’min’ değildim. Bana İslamı tanıtan Bediüzzaman değilse de (ki bunu herkes yapabilir) o beni imanla tanıştırdı. Taklitle değil tahkik yolu ile elde edilen bir iman.
Bana İslamı tanıtan kitaplardan açıkça şunu gördüm: Batıyı dikkate alarak yazılmış olan ne varsa, hemen hemen hepsi de masum bir kültür alış-verişi seviyesinde kalmıştır. Asıl mesele olan iman ise kaçınılmaz bir şekilde ya bir dipnotu hacminde geçiştirilmiş veya tamamiyle ihmal edilmiştir.
Kur’an’da ”Allah” lafzı 2500’den fazla tekrar edilir. “İslam” kelimesi ise 10 defadan az. Hâlbuki modern İslam literatüründe bu nispet tersine çevrilmiştir. Kur’an’da “İman” ve “İslam” kelimelerinin nispeti, iman lehine olmak üzere 5'te1’dir. 19. yüzyıl sonlarına kadar yazılan Arapça kitapların isimlerinde “İslam” kelimesi “İman”ı 3'te 2’lik nispetle geçiyordu. 1960’larda bu rakam 13'te 1 nispetine sıçramıştır ve hiç şüphesiz bu gün daha da yükseklerdedir. Bunun kaçınılmaz neticesi olarak da Batının İslama yaklaşımı bir sistem ve bir alternatif “ideoloji” etrafında temerküz etmiş, bu da hemen hemen tamamıyla iman hakikatlerinden mahrum bir şekilde takdim edilmiştir.” (Bediüzzaman Kimdir, Risale-i Nur Nedir?, Yeni Asya Neşriyat, 2002 s.188-189)

Risale-i Nur, Mekke ruhudur. Bir inşa ve ihyadır. Mümtazer hocanın doğru tanımlaması ile tevekkül, sabır ve dengenin inşa ettiği bir nebevi çizgidir.

Risale-i Nur’da Medine’nin de inşası vardır, lakin Medine’nin kapıları kılıçla değil tevekkül, sabır ve denge anahtarları ile açılmaktadır.

İkincisi, Tunuslu düşünür ve Müslüman aydın Raşit Gannuşi’dir. Gannuşi, sahih İslam’ı (Bediüzzaman'la paralel bir düzlemde) şu veciz cümlelerle dile getirir: “İslamın zorlu ve girift meseleleri basite indirgenmemelidir. Siyasi bilimler son derece girift konulardır. Bu gibi karmaşık problemlerin vaaz ve irşad meclislerinde ele alınması ile onlar basite indirgenmiş olur ve sonuçta çarpıtmaları beraberinde getirir. Vaaz işi ile uğraşan görevliler, eğer köklü din bilgisine sahip olsalar ve çağı çok iyi tanısalardı, birçok konuda meseleyi ele alış ve sorunlara yaklaşım biçimleri değişirdi. Bunların başında İslami yönetim ile ilgili meseleler gelir. Bu çok önemli bir konu olduğu için, bununla ilgili değişmez dini kurallardan çok genel değerlendirmeler olmalıdır. Bu da İslami yönetimin siyasi uygulama olarak birden fazla modele uyarlanabilmesini mümkün kılmaktadır. İslamın asıl istediği şey halkın istibdada maruz kalmamasıdır. Dinde zorlama yoktur. İslamın istediği şey, halkın bozulmadan düzgünlüğe yakın bir konuma oturtulmasıdır. Böylece dini hükümleri kabullenmesi daha kolay olacaktır. Zorbalığa karşı mücadele şer’an kutsal bir görevdir. Peygamberler bu yüce maksat için gönderilmişlerdir. Bu maksat da dünyaya adaletin yayılması ve dağıtılmasıdır. Dahildeki metod kılıca  dayalı cihad değil, emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker’dir.. Ve bu geçmişte haricilerin yaptıkları gibi gelişigüzel ve kan akıtılarak yapılmamalıdır.. Bu sınırı ve sahili olmayan bir felakettir. ‘Her makama uygun ve ait bir söz vardır ve insanlara anladıkları dilde konuşun, onların Allah ve resulünü tekzip etmelerini mi istiyorsunuz?’  fehvasına uygun olarak cihad menzillerinin yerlerini iyi tayin etmek gerekir. İşte bu hikmettir. Her şeyi yerli yerine oturtmak. Herşeyin kendisine ait olan yerini tayin etmek. İslami değişimle ilgili olarak bu kaotik anlayıştan kurtulmak, ancak İslami cihadın menzillerini açık seçik tayin etmek ve düstur ve prensiplerini iyi koymakla olur.” (Bkz. Raşit Gannuşi ile İslami Hareket Üzerine Söyleşiler kitabı, Kusay Salih Derviş, Birleşik Yayıncılık 1994 İstanbul)

Dedik ki, İslamcılığı doğru bağlamda tartışmamız için Bediüzzaman bize Hilafet/Saltanat, Adalet-i Mahza ve Adalet-i İzafiye gibi kavramları sunar:
Hz. Osman ile başlayan ve Hz. Ali döneminde belirginleşen olaylar zinciri, hem Hariciliği ve Şialığı hem de Saltanatçı yaklaşımları doğurdu.
Bu dönemde yaşanan olayların tamamı siyasidir.

19. yüzyılın sonlarında başlayarak günümüze doğru uzanan İslamcılık, aslında bu olaylar zincirinin bir başka tezahürüdür. Düşünsel olarak başlangıç noktasını Mutezile’den çok burada aramak gerekir.

İslamcılık “Siyaseti” Risale-i Nur ise “Hilafetin” mana ve ruhunu öncelemiyor mu?

Mümtazer Türköne Hoca’nın bir tarafa Seyyid Kutup’u diğer tarafa Bediüzzaman’ı koyması boşuna değildir.

Türkiye coğrafyasında İslamcılık Mısır ve Pakistan paraleli hareketler doğdu, lakin var olmaya devam edemedi.
Bugünkü manzara-i umumiyeden bunu çıkarıyorum!

Bediüzzaman’ın “siyaseten kardeşlerimiz değiller” dediği Beyanu’l Hak, Volkan, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad ve Büyük Doğu ekolü bahsettiğim paralel hareketlerdir.

Mümtazer Hoca’nın “üçgenin üç köşesi” ayırımına bir nüans eklemem gerekiyor. Zira Milli Nizam hareketinin fikri temellerinde İslamcılığın belirgin izleri var. Onun için bu hareketi kendi başına bağımsız bir konuma yerleştirmek zorlama olur.

Gömlek değiştirmek veya değil, ama iktidar olmakla “kemal” bulan hareket, şimdi zevale doğru mu meyletti?

Ali Bulaç’ın samimi direnişini, bilmana “böyle olmamalı!” olarak anlıyorum?

Fakat fıtratın gereği budur. Naslarımız ve referanslarımız bunun için dünyevi bir devlet hedefi ve modeli tayin etmiyor.

Çok uzadı, bir sonraki yazıda devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum