Nurculara iftira atan müptezel

Türkiye’de Nurculuğun tarihinde Risale-i Nurlara en büyük karşı duruş ve bilgi sahibi olmadan muhalefet nedense hep bazı ilahiyatçılardan gelmiştir. Bilim adına diğer semavi dinlerin araştırılması için Batı tarafından ortaya konan her bir metoda İslam dininin yapısına uygunluğuna bakmaksızın ilahiyatçılar sahip çıkmışlardır. Bilimsel eser ortaya koymaktan tutun dini anlamda fikir üretmeye, dinin insan yetiştirmeye ilişkin emirlerini yorumlamalara kadar pozitivist akımın esiri haline gelmişlerdir. Yanı sıra İslam ile ilgili meselelerin, bu dinin kendi ruhuna ve yapısına uygun yöntemlerle araştırmalara konu edilmesi gerektiğini savunan sözümona klasik diye nitelendirdikleri tüm yaklaşımlara da bariyer çekmektedirler. Bu nedenledir ki yazdıkları eserler ve ortaya koydukları müktesebat ümmetin derdine deva olamamış tam tersine çoğu zaman zihinleri teşviş etmiştir.

Bu düşüncenin sahip olduğu/edindiği bakış açısıyla özellikle Risale-i Nur’un ve müellifinin bakış açısını anlaması mümkün değildir. Zaten öteden beri bu eserler aleyhine duruş sergileyen bu anlayış, önyargının da etkisiyle “kişi bilmediğinin düşmanıdır” prensibince manasına ulaşmaya müstaid olmadığı eserlere ve yer yer müellifine saldırılarda ve iftiralarda bulunmuşlardır. Bir dönem Narcılar ve İslam’a Zarar Veren Cereyanlar isimleriyle karşı duruşlarını sergileyen eserler bunların örnekleri olarak sayılabilir.

Bediüzzaman’ın İslam düşünce geleneğine getirmiş olduğu hikmet dolu saygın bakış açısı ve düşünce sistematiği bu tarz düşünce yapısının hükmünü nesh etmiştir. Kur’an ayetlerine ve Müslümanların bin yıllık birikmiş bir çok meselesine klasiği ötelemeyen ve sahip çıkan ama bunula birlikte dönemin de metodolojisini ehl-i imanın algısına hizmet edecek şekilde kullanan bir anlayış ortaya koymuştur. Bu da beraberinde bir çok İslam alimine nasip olmamış miktarda talebeye sahip olmasına ve eserlerinin 60 dile tercüme edilmesine vesile olmuştur.

Bu düzeyde bir muvaffakiyete nail olmuş Üstad ve talebeleri bu durumu hiçbir zaman bir dünyevi fahr meselesi olarak değerlendirmemiş ve hizmette fütura sebebiyet verecek haletlere asla tenezzül edememişlerdir.

Fakat bunu algılama konusunda geçmişte yaşayan cetleri gibi kıskançlık, çekememezlik, fırsatçılık ve değersizlik özelliklerine sahip nev zuhur müfteriler zaman zaman piyasada boy göstermektedirler. Bunlar çoğu zaman tasmalarını ellerinde bulunduran sahiplerinin dili olarak kendi köşelerinde kendilerince saldırılar yaparlar. Bediüzzaman, hizmetin önüne engeller koymaya veya nazarları farklı noktalara çekmeye çalışanlara “yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona takılmış. Ne ehemmiyeti var?” diyerek önemsememiştir.

Bunun son örneği de Odatv yazarlarından Nazif Ay. Müfteri birini adam yerine koyarak makul cevap verme çabasına girişmek ona değer biçmektir. Onun için “ata ot Aslan’a et” prensibi çerçevesinde hareket ederek layıkıyla cevap gereklidir.

Adı geçen müptezel tamamen iftira ve karalama amaçlı saçma sapan bir yazı kaleme almış. Bu zavallı adam bir de ilahiyatçı yazar sıfatı kullanmaz mı? Sözümona Bediüzzaman ve müntesiplerini lekelemeye ve itibarını zedelemeye dönük bir çabaya girişmiş. Bediüzzaman’ın ve Nur talebelerinin iman ve Kur’an davasında göstermiş olduğu eşsiz cehdi algılamaya yetecek kabiliyeti olmayan bu zavallı adam, iman hizmetini daha etkili yapma adına evlenilmemesini ağzındaki zehirli, kararmış organa dolamış. Kendince büyük bir olaya imza attığını düşünüyor olmalı.

İslamın zina, livata ve diğer büyük günahlarla ilgili katı tutumunu yumuşatma ve akla uydurma derdinde olan güruhun uzantısı olan bu tipler, fikirlerinde yer alanları zikretmektedirler. Bu zamanda takvayı esas alan mümin basiretine sahip insanların yüzlerine yansımış nuru, mülevves zihin arka planıyla Lut kavmi asilerinin iştahını çeken parlak genç olarak nitelendirmek erbab-ı denaetin fikriyatıdır. Allah’tan mümine yansıyan nuru şeytani fikriyatla tevil etmek ancak iblisin işidir.

Her gencin hayali olan evlilik müessesesi kurma hakkından feragat ederek hayatını Kur’an ve iman hizmetine vakfedenlere iftira etmek alçaklıktır.

Helal-haram konusunda hislerine hükmedememe zaaflarını bastıramayanların, değil dünya zevklerinden, ahiret mükafatından bile feragat eden Bediüzzaman’ı anlamaları mümkün değildir.

Yaptıklarıyla ve geride bıraktığı mirasla tüm dünya üniversite kürsülerinde araştırmalara konu edilmiş Said Nursi ve Talebelerine kendi atalarının fiillerini yakıştırmaya çalışmış. Şu iyi bilinmelidir ki yazarın fikir ataları Bediüzzaman’ın şahsına, arkasından gelenler ise fikirlerine zerre kadar zarar veremediler. Hele ceberrut dönemde tüm imkanların Bediüzzaman’ı durdurmak için seferber edildiği hengamda bahse konu edilen durumlar sözkonusu olsaydı Nazif Ay’ın dedeleri bunu mal bulmuş mağribi gibi değerlendireceklerdi.

Tarih şahittir ki Bediüzzzaman ve talebeleri İslam aleminde destan yazmışlardır. Dolayısıyla masa başında oturarak klavye şövalyeliğiyle birilerine mesaj gönderme kaygısı ile kaleme aldığı bu kazzuratta yer alan ifade ve iftiralarını aynen kendisine iade ediyorum.

İsmin Nazif, hakikati Mülevves olan yazar efendi!
Sakın kaleme aldıkların senin arzularına giydirdiğin fikir elbiseleri olmasın mı?
Şunu bil ki iftira ettiğin Bediüzzaman ümmetin ortak değeridir. Sen ve senin gibilerin bunu algılama konusunda sıkıntısı var biliyorum ama bu hakikati değiştirmez.
İlahiyatçıyım diyorsun ya! Hatırlatırım: Mahkeme-i Kübra var!
Tüm ümmet adına senden hukukumuzu soracağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum