Nur menzilleri-2 (Barla)

Barla: Doğunun ve Batının kesiştiği yer…
Kurtuluş reçetesine, menba olmuş değer.
 
Korku sinmiş dağlara, hiç bitmeyen bir evham…
Kürt Hoca gelmiş diye; konuşurmuş her adam.
 
Gelmesine gelmiş de; bir başkaymış bu Hoca;
Görüntüsü pek garîb... Hâli garîb, bir Hoca.
 
Önce seyreylemişler, çekingen bir tavırla,
Beklemiş Aziz Üstad… İlk adımı sabırla.
 
Sıdık Süleyman gelmiş, ardı-sıra sessizce,
Hizmetinde bulunmuş, gece-gündüz gizlice.
 
Üstad, daha gelmeden; gelmiş bu Şamlı Tevfik;
Aziz Üstad gelince; olmuş O’na tam refîk.
 
Geceler çok zifîrî, Ezan yasak… Kur’ân yasak,
Açlık, kıtlık, diz boyu, İftarsız gelir imsak.
 
Barla’da doğan güneş; yavaş, yavaş, diklendi,
Âlemin âfakına, Nur huzmeler yüklendi.
 
Yaz... Deyince, yazılır; def’aten Risaleler,
Şamlı’nın kaleminden, neşrolur kelimeler.
 
Karakavak, Çam dağı, hepsi de Nura mesken,
Güzel temâşâ eyle; bu yerlerden geçerken.
 
Hissedersin zamanın, o âsûde ânını,
Mazharı olmak için, öne koy vicdânını.

Yıldız Sarayından âlâ, Yüce duygu menzili,
Yıldızlar ele gelmiş… Anlaşılmış hâl dili.
 
Eğirdir denizine, yağmış Nur, damla-damla,
Oradan arşa ağmış, Bir Mukâbil Selâmla.
 
Kur’ân’dan işâret, İmam-ı Ali’den, beşâret,
Gavs-ı Azam’dan teşci; Risale-i Nur’lara.
 
Yâr’dan, Serden geçenler, saf tutmuşlar yanında,
Hakîkatı hissetmiş, her biri, vicdânında.
 
Santral Sabri’ler ve… Mübarek Süleyman’lar;
Mustafa Çavuş ve dahi… Sıddık Süleyman’lar.
 
Serîn, serîn gölgelik, yeşîl Cennet Bahçesi,
Her gün ve her saat, eksilmez Kur’ân sesi.

Nurs denen kitapçığın, sanki bu sol sayfası,
İkisi birden açık, başı ve müntehâsı.

Devletin sürdüğünü, Onlar ser-tâc etmişler,
Yoluna tûrâb olup, Nur tohumlar ekmişler.
 
Şimdi, herkes O’nları, hayırla yâd ediyor,
Tüm Dünya’dan dualar; makberlere gidiyor.
 
“Mübârek bir ağaç,”(1)  medhine musâb oldu,
 Sinesinden, dualar, zikirler, duyulurdu.
O mele-i âlâda; temâşâ, tefekkür, tefeyyüz ederdi,
Kendi nefsinden alâ, bizleri kastederdi.
 
İslâmiyet ağacının, bu zamanki meyvesi…
Şahs-ı mânevîsi… Risaletü’n-Nur manzûmesi.
 
Ulu Çınar! Üstadımdan bir hâtıran var mıdır?
Köklerinde, gözyaşından, bengi su’yun var mıdır?
 
Sol yanında oyuk yâren… Hicran izin var mıdır?
Söyle Çınar: O gölgende, bize de yer var mıdır?
  
Çam dağında mekânları, kem-asl, kesti neyleyim?
Söz bitti… İnsaf, sukut… Mercî de yok, söyleyim.

Çıkılmayan zamanda; bilmem? Nasıl çıktılar,
O azîz! Hatırayı, kesip… Yere yıktılar.
 
Hepsi geçti… Güneş doğdu, Hakîkat’ler göründü,
Bitti zulmet, geldi rahmet; âlem Nura büründü.
 
Gel Üstadım!  Bak Barla’na, oldu şimdi bir Mektep,
Dershaneler; şevk içinde, dersler olur, lebâleb.

Bu mekânlar, haz veriyor, gönüllere Sultanım,
Giden-gelen, şevk devşirip, şevk veriyor Üstadım.
 
Rahmet Sana, Minnet Sana, Devlet Sana Üstadım,
İzzet Sana, İkram Sana, Şükran Sana Üstadım.

DİPNOT:

1: Nur Sûresi, 24-35.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum