Yavuz BAHADIROĞLU

Yavuz BAHADIROĞLU

Ne tür bir Müslümanlık bu?

 “Tebliğ” dedim... “Tebliğ edecek kimse yok ki” dedi, “hepimiz aynı inanca sahibiz.” “Hizmet” dedim... “İktidardayız, hükümet eliyle yapıyoruz” dedi. “Tesettür farizası” dedim... “Başlar hâlâ kapalı ya” dedi... “Makyaj” dedim...

“Çağın gereği” dedi “kadınlarımız-kızlarımız özeniyorlar.”

Acı acı düşündüm: Eskiden dindar erkekler sahabe-i kirama, dindar kadınlar Hz. Ayşe’ye özenirlerdi, şimdilerde “Tesettür defilesi”ne çıkan mankenlere özeniyorlar.

“Tek dünyalı”larda olduğu gibi, dindar Müslümanlarda da “muhteva (içerik)” yerine “görüntü” önem kazanmaya başladı...

“Marka” tutkusu, hac ibadetine kadar yaygınlaşıp “Lüks hac” kavramı icat ediliyor (Oysa dünyevi ihtiras ve ayrıcalıkların terki haccın önemli hikmetlerinden biridir. İhram bunu vurgulamak için önerilmiştir).

İş kadeh tokuşturmaya (bizimkilerin kadehinde meyve suyu var) kadar gidiyor!

“Efendim, biliyorsunuz durum icabı olarak yapıyoruz!”

Galiba biz “durum icabı” Müslüman’ız!..

Bir parça “bizden”, bir miktar “onlardan”!..

Bu durumda biraz Efendimiz’i, biraz Ebucehil’i sevindiriyoruz!

Hangi tarafımız ağır basıyor, bilinmez!

Baksanıza, farkında olarak ya da olmayarak, hemen hemen hepimiz “moda”ya göre yaşıyoruz...

Moda bir “sath-ı mail” (eğimli zemin). Modaya uymaya başladığınız anda, eğimli zemine de giriyorsunuz ve kaymaya başlıyorsunuz. Önce giyim tarzınız değişiyor. Sonra yeriniz, yöreniz, eviniz, tavrınız...

Derken yavaş yavaş sakalınız (kirli sakala dönüşüyor), bıyığınız (şimdi dindar Müslümanlarda da bıyıksızlık modası var), saçınız (çoktan beridir sünnete göre değil, modaya göre kestirilip taranıyor, boyanıyor), kokunuz (alkolsüz kokuların yerini çoktandır parfüm almış bulunuyor) değişmeye başlıyor.

Git gide “dünya” kokmamaya başlıyor, Müslüman! Zaman içinde her şey namaz, oruç, hac gibi ibadetlerle sınırlı bir “dindar Müslüman” portresi ortaya çıkıyor.

Diğer her şey “moda” tarafından yönetildiği için değişiyor. Çoğu dinimizden kaynaklanan güzel alışkanlıklarımız “moda”nın etkisine giriyor. O zaman da, “Sağ elin verdiğinden sol el haberdar olmamalı” (Hadis olarak hatırlıyorum) hükmü gidiyor, televizyon ekranlarından herkese göstere göstere, muhtaçları incite incite “hayır” yapma devri açılıyor.

Ah şu “moda!” Nasıl da imanımıza saldırıyor!

Eskiden “fani” lezzetlere pek dönüp bakmaz, “ebediyet”e dönük yaşardık... “Dünyevi” şeyler hayatımızı kontrol etmezdi... En azından belirleyici olmazdı. Bir hareketi yapmadan önce vicdanımıza sorardık: “Allah şu yapacağımdan hoşnut olur mu?”

Hoşnut olursa yapar, yoksa yapmazdık. Ölçümüz, mihengimiz “Asr-ı Saâdet”ti... “Asr-ı Saâdet Müslüman’ı” olmayı hedeflerdik.

“Moda”ya göre yaşamaya başladığımızdan beri, hızlı değişimler geçiriyoruz. Çünkü “moda”, hızla eskiten ve hızlı eskiyen bir hayat tarzıdır...

Sonsuzluğu talep eden insanın (yani dindar Müslüman’ın) hızla eskiyen ve değişen kavramlara kendini kaptırması “ebedi yeni”den uzaklaşması anlamına gelir.

Öte yandan eskisi kadar dikkatli, şefkatli, rikkatli, merhametli, hamiyetli değiliz...

Eskisi gibi İslâmî kavramların üstüne titremiyoruz. Dini siyasete, ticarete ya da herhangi bir dünyeviliğe alet etme ihtimali yüreğimizi ürpertmiyor, ruhumuzu titretmiyor çoktandır.

Akit
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.