Namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin ki merhamet olunasınız!

Namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin ki merhamet olunasınız!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Nur 55-57. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

55 . (Ey Resûlüm!) Allah, içinizden îmân edip sâlih ameller işleyenleri, kendilerinden öncekileri (İsrâiloğullarını, Fir‘avun ehlinin) yerine geçirdiği (hâkim kıldığı) gibi onları (o berâberindeki mü’minleri) de mutlakā yeryüzünde (kâfirlerin) yerlerine geçire(rek hâkim kıla)cağını va‘d etmiştir. Ve (Allah) onlar için râzı olduğu dinlerini (İslâm’ı) mutlakā kendilerine sağlamlaştıracak (onlara imkânlar verecek) ve korkularından sonra kendilerini mutlakā güvenli bir hâle çevirecektir. (*) (Böylece onlar) bana ibâdet edecekler; hiçbir şeyi bana ortak koşmayacaklar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

56 . Namazı hakkıyla edâ edin, zekâtı verin (**) ve peygambere itâat edin ki merhamet olunasınız!

57 . Sakın inkâr edenleri, yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakacak kimseler sanma! Onların varacağı yer, ateştir. Ve o, ne kötü varılacak yerdir!

(*) “Yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebîlere terakkî (yükselme) dünyasıdır, fakat yalnız bîçâre ehl-i İslâm için tedennî (gerileme) dünyası oldu diye pek yanlış bir hatâya düşüyorsunuz. (...) Beşerin -zulüm ve hatâsıyla başına çabuk bir kıyâmet kopmazsa; istikbâlde (gelecekte) hak ve hakîkat, âlem-i İslâmda -nev‘-i beşerin (insanoğlunun) eski hatîâtına (hatâlarına) keffâret olacak (örtecek)- bir saâdet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşâallah. (...)

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev‘-i beşerin dahi bir sabâhı, bir bahârı olacak inşâallah. Hakîkat-ı İslâmiye’nin güneşi ile, sulh-ı umûmî (umûmî barış) dâiresinde hakîkî medeniyeti görmekliği, rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz.” (Mektûbât,Hutbe-i Şâmiye, 409-410)

(**) “Namaz, عِماَدُ الدّ۪ينِ hadîs-i şerîfi mûcibince (gereğince) dînin direği ve kıvâmı olduğu gibi, zekât da İslâm’ın kantarası, yani köprüsüdür. Demek birisi dîni, diğeri âsâyişi muhâfaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 39)